Söz&Kalem Dergisi - Yunus Çetin
Bundan 965 yıl önce İran’ın Tus şehrinde bir âlim dünyaya geldi. Adı Gazali’ydi. Gazali daha o zamanlarda bir şey söylemişti:
“Tabiatta süregelen düzende alışkanlık sonucu olarak sebep ile sebepli arasında var olduğuna inanılan ilişki bize göre zorunlu değildir.”
Aksine her iki şey hakkında “bu odur”, “o da budur” denilemez. İkisinden birinin kabulü, ötekinin kabulünü, birinin reddi ötekinin reddini içermez.
Mesela su içmekle suya kanmak, yemek ile doymak, ateşe dokunmakla yanmak, güneşin doğmasıyla aydınlık ve ilaç içmekle iyileşmek arasındaki ilişkide bir zorunluluk yoktur.
Ne demek istediğimizi bir örnek vererek daha ayrıntılı açıklayalım. Örneğin pamuk ateşe temas ettiğinde pamuk yanar ve kül olur.
Pamuğu yakan ateş midir? Burada düşündüğümüzde ilk etapta “bilimsel olarak” pamuğu yakan şey ateştir deriz. Ateş isteyerek değil, doğası gereği yakıcı olduğundan yanabilen bir şeye dokunduktan sonra, onun doğal işlevini yapmasına engel olamayız. Ateşi tutabilene aşk olsun!
Peki soralım: Nerden biliyoruz? Pamuğu ateşin yaktığını nerden biliyoruz? Ateş pamuğu her daim yakar mı? Ya bir gün ateş yakıcılığını yitirirse? Bu imkânsız mı?
Bizler her daim ateşin yaktığına şahit olmuşuz. Ve ateşin yakması bizde alışkanlık oluşturmuş. Ateş yakar diyoruz. Bilimsel olan bu diyoruz.
Bilimin kanıtı ne burada?
Bilimin yaptığı tek şey bize sıralamayı aktarmak… Pamuk ateşe temas ediyor ve ardından pamuk yanmaya başlıyor. Bilim sadece bunu söylüyor. Yani bilim neler yaşandığını bize tekrar ediyor. Nasıl yaşandığını bize aktardığı falan yok. Ateş o pamuğu nasıl yakıyor. Bunun cevabı yok bilimde! Ateş yakıcıdır, pamuk yanıcıdır. Bu yüzden pamuk yanar, der bilim. Ama bu pamuğun nasıl yandığına cevap değildir.
Güneş doğduğunda etraf neden aydınlanır? Sebep güneşteki ışık mı? Ama ışık bunu nasıl yapıyor? Bunun cevabı yok. Parlak güneş belirir ve etraf aydınlanır. Bakın yine sıralamayı aktarma söz konusu… Nasıl olduğuna bir açıklık getirmiyor.
Bilimsel olarak hangi alanı incelerseniz inceleyin, fark etmez. Göreceksiniz ki bilimin tek yaptığı şey olayları ayrıntısıyla bize aktarmaktır, isim koymaktır. Olayların nasıl gerçekleştiğini bilim de çözemiyor.
Elmanın yere düşmesi yer çekimiyle gerçekleşir, der bilim. Sebebi açıkladığı zannedilir ama elmanın nasıl ve neden yere düştüğünü açıklamıyor aslında... Tek yaptığı şey olayı aktarmak ve o kuvvete bir isim koymak… Yer çekimi. Yer çekimi kuvvetiyle etkileşen elma yere düşüyor. Tamam da nasıl, neden? Bunun cevabı yok.
Bilim ilerledi diyoruz. İlerleyen şey olaylardaki ayrıntıları öğrenmemiz. Yoksa neden ve nasıla verilecek cevapta herhangi bir gelişme yok.
Sanki bilim o kadar gelişmiş ki neredeyse açıklamadığı tek bir yer bile kalmamış gibi bir anlayış var günümüzde. Bilime sonsuz bir güven anlayışı… Hâlbuki bilim aslında hiçbir sebep açıklamıyor bize. Bilim hiçbir boşluğu doldurmuyor.
Bilim de aslında bir kabulle, bir inançla hareket ediyor. Ateşin pamuğu her daim yakacağına inanarak adım atıyor. Ateşin bir gün pamuğu yakmaktan vaz geçebileceği ihtimalinin olup olmamasını aklına bile getirmek istemiyor. O inandığı yolda ilerliyor sürekli. Ve bu da tam olarak bir dogmatikliğe tekabül ediyor.
Bir ilah anlayışına sahip kimseyi bilim dışılıkla, dogmatiklikle suçlayan dinden uzak bilim adamı, aynı dogmatiklikle hareket ediyor. Ve kimse de çıkıp bunu eleştirmiyor. O kadar güçlü bir kabul söz konusu.
Biz bu kabulü kabul etmiyoruz, karşı çıkıyoruz.
Bilimin tam olarak ne yaptığını sonraki yazımızda daha detaylı konuşacağız inşallah. Gelelim gazalinin ve bizim de tasvip ettiğimiz görüşe:
Biz diyoruz ki pamuğun yanmasına sebep olan da güneş yükseldiğinde etrafı aydınlatan da her şeyin tek sebebi de Allah-u Teâlâ’dır. Hiçbir şey onun izni dışında, ondan bağımsız hareket etmez, edemez.
O ateşin yakmasını murat ettiği gibi, dilerse ateşin serinlik verici olmasını da sağlayabilir.
“ ‘Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!’.” (enbiya 69)
Pamuğun yanmasını murat ettiği gibi, dilerse pamuğu yanıcı bir maddeden yakıcı bir maddeye de dönüştürme kudretine sahiptir.
Güneş hareket ettikçe gölge boyunda değişiklik oluşturabildiği gibi, dileseydi gölgenin sabit kalmasını da sağlayabilirdi.
“Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi onu elbet hareketsiz de kılardı.” (Furkan 45)
Bakın şu tarz videoları izlemişsinizdir. (hareketli çizimler gösterilecek)
Hareketsiz resimlerin art arda getirilmesiyle, çizilen şeyin hareket ediyormuş görüntüsü verdiği videolara denk gelmişsinizdir.
Yine böyle bir videoda Cinali olsun. Resimde Cinali her sabah güneşin doğduğunu ve dünyanın aydınlandığını görür. Cinali’ye sorsak aydınlanmanın sebebi nedir diye? Cinali aydınlanmanın sebebi güneştir başka bir şey değildir dese nasıl karşılarız?
Tamam, güneş doğunca aydınlanma geliyor. Doğru… Ancak bu güneşin kabiliyetinden değil, resmi çizenin tercihinden kaynaklanıyor. Resmi çizen dileseydi güneş doğduğu halde karanlığı sabit bırakabilirdi.
İşte bizim de savunduğumuz tıpkı bu örnekteki gibi… Olayların sebebi geçici, akılsız, aciz şeyler olamaz. Yıldızlar batar, ay batar, güneş batar. Bize batmayan, geçici olmayan, sonsuz bir sebep lazım… O da her şeyin tek sebebi, bu koca düzenin yaratıcısı Allah azze ve celledir.
Bu anlattıklarımızdan bilim karşıtı olduğumuz anlaşılmasın lütfen. Bilim kâinat kitabını okumaktır bizim için. Biz bilime değil bilimin kutsallaştırılmasına karşıyız.
Bir inancın propagandasını yapmakla bizi suçlayanlar, kusura bakmayın ama siz de bir inancın izindesiniz haberiniz olsun.