Söz&Kalem Dergisi - Mustafa Gözel
Irkçılık insanoğlunun varlığıyla birlikte ortaya çıkmış, psikolojik ve sosyolojik yönü bulunan bir ideolojidir. Irkçılık aslında ilk yeryüzünde ortaya çıkmış bir fikir değildir. Nitekim ırkçılığın ilk kurucusu İblis’tir. Yüce Allah (c.c.), ilk insan Hz. Adem’i yarattığında tüm meleklere –ki aralarında İblis de bulunuyordu- Adem (a.s.)’a secde etmelerini emretmiş. Fakat İblis bu emre karşı çıkarak Allah’a karşı ilk isyanını gerçekleştirmiştir.
“O vakit meleklere: 'Âdem'e secde edin!' dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara/34)
Ayet-i Kerimede de anlaşıldığı üzere İblis, kendisini yaratan ve kendisini diğer meleklere önder kılan Allah (c.c.)’ın emrine sırf kibrinden dolayı karşı gelerek, kâfirler zümresine dâhil olmuş ve bu hüküm kıyamet gününe kadar geçerli olacaktır.
“Allah, ‘Ey İblis! Benim yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?’ dedi. İblis, ‘Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.’ dedi.” (Sad/75-76)
İblis, ateşten yaratılmış olmasını üstünlük sebebi olarak görmekteydi. Çünkü maneviyattan çok maddiyata önem veriyordu. Oysa Yüce Allah (c.c.) kâinatı yaratmadan önce yarattığı üç madde vardı: Ateş, su ve toprak. Dünyadaki tüm varlıklar bunların birleşimiyle gerçekleşir. Ne zaman ki bunlar birleşirse ortaya bir eser çıkar, medeniyet çıkar. Fakat bu maddeler birbirini düşman olarak gördüğünde ise kargaşa ve savaşlar çıkar. İşte İblis ateşten olma özelliğini bir üstünlük vesilesi olarak gördü. Tıpkı geçmişten günümüze gelen ırkçı insanların kendi kanlarını veya ırklarını diğer ırklardan üstün görmeleri gibi.
Irkçılık, kişinin kendi tercihi ile sahip olmadığı bir özelliğinden dolayı, başka insanların kendi tercihleri ile sahip olmadıkları ırklarından daha üstün olma çabasıdır. Her şeyden önce bilinmelidir ki ırkları yaratan Yüce Allah’tır. Dolayısıyla bir ırkı üstün yaratması ve başka ırkları daha düşük derecede yaratması düşünülemez. Hiçbir insanın Türk olması, Alman olması, Beyaz olması, Yahudi olması kendi tercihi veya kendi çabasıyla elde ettiği bir özelliği değildir. Öyleyse kendi tercihi ile sahip olmadığı bu özelliğinden dolayı başka insanlara üstünlük taslamak bigânedir.
Irkçılık tarih boyunca Avrupa’nın vazgeçilmez tek sevdası olmuştur. Kimi devletler varlığını ırkçılık üzerinden sağlamakta, kimi emperyalist güçler veya kapitalist devletler de varlığını bu şekilde korumaktadırlar. Dolayısıyla ırkçılık onlar için varlık-yokluk meselesidir. Bir yerlerde bir takım insanlar, bir etnik kimliğe yönelik ırkçılık yapacak ki ırkçılığa maruz kalanlar kendi ırklarını korumak veya özgürlükleri için silahlansınlar. Silahlansınlar ki ekonomik varlığını silah üretimi üzerine kuran kapitalist ülkeler onlara silah satabilsin.
Irkçılık Avrupa’da yaygın ve sistematik olduğu gibi son yüz yıldır ülkemizde de ‘milliyetçilik’ adı altında meşru bir zemine oturtulmaya çalışılıyor. Bizim burada bahsettiğimiz milliyetçilik, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle menfi (olumsuz) milliyetçiliktir. Menfi milliyetçilik yapan kişilerin ırklarının dışındaki diğer ırkların üstün ırk olmadıklarını, onların başka ülkelerden sonradan geldiğini bu üstün(!) ırka köle olmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Sırf bu nedenle karşı ırktaki insanlara zaman zaman saldırgan tavırlar gerçekleştiriyor, karşı ırktan insanları bir zamanlar tehdit edenleri, katledenleri veya zulümde sembolleşen bazı şahıs ve kurumları idol olarak görüyorlar.
Karşı ırktan insanlar kendi ırklarına yönelik bu saldırıları ve dışlayıcı tavırları görünce bu sefer onlar da karşı tarafın silahıyla harekete geçiyor ve ırkçılık tuzağına düşüyor. Tarih boyunca hangi millet, mezhep veya ideoloji ırkçılığa maruz kalmışsa, o milletten, o mezhepten veya o ideolojiden de bazı insanlar reaksiyon gösterip ırkçılığa yönelmişlerdir.
Irkçılığın ete kemiğe bürünmüş hali olan Hitler, ülkesinde yaşayan azınlıklara yönelik ırkçı politikalar geliştirmiş. Bu insanların yok olmaları gerektiğine inanmış ve öyle de hareket etmiştir. Almanya’da yaşayan Türkleri, Zencileri ve Yahudileri birer mantara benzetmiş, bu mantarların silinmesi gerektiğine inanmış ve neo sosyalistleri de bu anlamda harekete geçirmiştir. Neticesinde gettolar ve toplama kampları kurulmuş, buralara Yahudiler yerleştirilmiştir. Hitler döneminde Nazi ırkçılığına maruz kalan Yahudiler, aradan yıllar geçtikten sonra kendileri bu sefer Filistinlilere yönelik ırkçı politikalar gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam ediyor.
"Bütün mü’minler kardeştir; öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının ki O’nun rahmetine erişesiniz." (Hucurât/10)
"Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Hem de sizi şubeler ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz ki, Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır"(Hucurât/13)
"Ey İnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünç kaynağı adetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli birey ve günahkar, bedbaht, Allah katında önemsiz kişi. İnsanlar Adem'in çocuklarıdır. Ve Allah Adem'i topraktan yaratmıştır..." (Tirmizi)
"Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir. " (Ebu Davud)
“Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.” (Hadis-i Şerif)
Bu ayetler ve hadislerden çıkan hakikat, Cenâb-ı Hakk'ın kavim ve kabileye, soy ve sopa değil, iman, takva ve amel-i sâlihe itibar ettiğidir.
Dillerimizin, ırklarımızın, mezheplerimizin veya renklerimizin farklı olması, sevgi ve dayanışmayı besleyen birer kaynak olması gerekirken, nefretin ve şiddetin bahanesi sayılabilir mi?
Son on yıldır ülkemizde misafir ettiğimiz Müslüman göçmen kardeşlerimiz üzerinden gösterilen ırkçılık tekrar pompalandı ve 90’lı yılların karanlık günlerinin aralanmasına sebebiyet verdi. Sosyal medya mecralarında nefret ve kin dilinin kullanılması, bir takım ırkçı ve kafatasçı sözde siyasetçilerin hedef göstermesi sonucu bu kardeşlerimize yönelik öldürme, taciz ve şiddet olayları maalesef had safhaya ulaşmış durumda.
Rusya-Ukrayna savaşında ülkemize gelen Ukraynalılara yönelik övgü dolu sözler eden bu ırkçı çeteler, söz konusu Müslüman göçmenler olunca nefret dilini kullanıyorlar. Bu kardeşlerimizi ekonomik krizin birer sebebi olarak görmektedirler. Oysa Müslüman bir birey olaylara bu pencereden bakmamalıdır. Müslüman birey, mücadelesini verdiği İslam nizamının tüm ırklardan üstün olduğunun, İslam’ın, ırklar için bir alternatif olmadığının bilincinde olmalıdır. Müslüman birey olaylara yaklaşırken etnik açıdan değil, ümmetin maslahatı açısından yaklaşmalıdır. Mensup olduğu ırk, bir takım ırkçılar tarafından haksızlığa uğruyor olabilir. Bunu İslam’ın çizdiği ilkeler bağlamında çözüme kavuşturmalıdır.
Unutulmamalıdır ki:
- Mensup olduğumuz ırk, kendi tercihimizin bir sonucu değildir. Dolayısıyla geçmişte atalarımızın göstermiş olduğu kahramanlıklar medar-ı iftiharımız olmamalıdır.
- Her şeyi yarattığı gibi, ırkları da yaratan Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır. Dolayısıyla bir ırkı üstün, başka ırkları alçak yaratması söz konusu değildir.
- Asil kan diye bir durum yoktur. Kanların asil veya alçak olması imkânsızdır. Kan dinimizce necis bir maddedir. Dolayısıyla övünülecek bir tarafı yoktur.
“En ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü altında ezilen anâsır (milletler) ve kabâil-i İslâmiye (Müslüman kitleler) içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez." (Bediüzzaman Said Nursi)