ÇAY - 1

Meryem Varol | Söz&Kalem Dergisi
“Nasıl güzel kokuyordu hatun! Kokusu bile hastalıklarıma şifa oldu vallaha! Fokur fokur kaynayan suya attılar. Sonra da bardaklara koyup dağıttılar. Bir de şeker gezdirdiler. Necat efendi bir kaşık koydu çayına. Ben de öyle yaptım. Ne hoştu öyle! Yudum yudum içtim. Şimdi olsa içsem inan Allah’tan hastalık neyin kalmazdı. İçerken aklıma eski günler geldi. Hasadı kaldırınca çocuklarla şehre giderdik. O zaman alır gelirdim. Kış geceleri ne güzel içerdik.” Hastalıktan beti benzi sararan adam konuşurken yüzüne bir canlılık gelmiş, dalıp gitmişti. Eskiden ne çok severdi çayı. Seferberlikten önce hali vakti yerindeydi. Ama şimdi ekmek soğanı zor bulurken çay ancak hayal oluyordu. Zaten herkesin durumu çok kötüydü. O bir de tarlalarını da ekip biçemiyordu. Senelik kutunu zor çıkarıyordu. Kendisi kocamış, oğlanın biri şuan asker, biri de… Yaşlı adamın kalbine bir hüzün çöktü. Gözleri nemlendi. Karısı:
“Reşat ağa sizi kereminden evine çağırmadı ya, mebus Necat Efendi çağırınca bir şey diyemedi herhal.”
“Öyle! Her evden birini çağır demiş. Necat efendinin maşallahı var. Onlar zaten babadan atadan olgun adamlardı. Küçük hesaplarla uğraşmazlardı. Mebusluk bozdu dediydiler ama biz bir şey görmedik.”
Odanın bir köşesinde cevizleriyle oynarken büyüklerini dinleyen çocuk yanlarına geldi.
“Dede, sen ilçeye gidende bize çay şeker alsan ya! Ben de içeydim çok güzel dedin ya! Hem sende hastalandığında içerdin, iyileşirdin.” Ninesi çocuğa çıkıştı.
“Hıh, ayağına çarık alamayız çay şeker ister ağa!” Çocuğun yüzü düştü. Dedesi kıyamadı. Kollarını açıp onu bağrına bastı.
“Alırım ya Yunus’um! Önce ihtiyaçlarımızı alayım para kalırsa alırım oğluma.”
“Dede Reşat ağanın evine yine gitsek, bize bir daha çay vermez mi?” Nenesi:
“Vermez o zalım! Hem gitmeyiz vermesin. Bize sevabını bile vermesin!”
“Hele benim iyileşmem için dua et, bir iyileşeyim oğluma neler alacağım!” sımsıkı sarıldı dedesine. Babası şehit olunca annesi Yunus’u onlara bırakıp başka bir adamla evlenmişti. Çocuk annesini pek hatırlamasa da onun gittiğini biliyordu. Kendini bildi bileli dedesinin evinde kalıyordu. Onlar şimdi onun hem anası hem babasıydılar.
****
İki katlı kocaman evin bahçe duvarının kenarından evi gözetliyordu. Reşat ağanın evden çıkmasını bekliyordu. Bir yandan da günlerdir hasta olan dedesini düşünüyordu. Durumu kötüleşmişti. Dün gece ne kadar uyansa nenesi onun alnına havlu koyuyor dualar okuyordu.
Güneş bayağı yükseltmişti. Kapı aralanınca önce adamları sonra da bütün heybetiyle ağa göründü. Kalın gür kaşlarını çatmış, ortasında derin çukur gibi bir çizgi belirmişti. Çocuk onu görmelerinden korktu. Hemen kendini çekti. Bahçe duvarına sırtını iyice yapıştırdı. Kalbi küt küt atıyordu.
Reşat ağayla konuşmaya gelmişti ama nasıl konuşacaktı? Büyükler bile onun önünde güç bela konuşurlardı. Daha o düşünürken bahçe kapısı bir hışım açıldı. Ağa çıktı. Arkasını dönmüş ilerliyordu. Çocuk önce tereddüt etti. Ağanın ondan hızla uzaklaştığını görünce titreyen fakat kararlı bir sesle
“A-ağam!” dedi. Ağa durdu, döndü. Çocuğun bir şey demesini bekliyordu. Çocuk onların yanına gelip tüm cesaretini topladı.
“Sana bir şey diyeceğim!” Ağa şaşırdı. Yanındakiler daha çok şaşırdı. Ağa küçümseyerek:
“Kim bu?”
“Memed emminin torunu ağam. Şehit oğlundan kalma.”
“Adın ne?”
“Yunus”
“Yunus, deden ölmedi mi len?” Çocuk bozuldu. Çok öfkelendi. Ama hislerine yenik düşmedi.
“Ölmedi! Ölmez inşallah!
“Ne diyeceksin, de bakalım!” Çocuk yutkundu. Tüm cesaretini toplayarak
“Ağam bana çay ve şeker ver!” Ağa anlamaya çalıştı. Sonra bir kahkaha patlattı. Adamları da güldüler. Birkaç adım atıp çocuğun yanına geldi.
“Sen çay içmek için pek küçük değil misin?” Çocuk atıldı.
“Ben kendim için istemiyom ki!”
“Ya kimin için?”
“Dedem için. O çok hasta. Çay hastalara çok iyi geliyormuş. Dedem iyileşsin diye!” Ağa bir iki saniye duraksayıp göbeğini hoplata hoplata güldü. Elini çocuğun omuzuna koydu.
“Seni deden mi gönderdi evlat?”
“Hayıır! O iki göndür gözünü bile açamıyor.” Ağa ciddi bir ifade takınıp
“Demek deden hasta ve tek ilacı çay öyle mi?” Çocuk başını salladı.
“Pek ala veririm. Ama sende bilirsin, hiçbir şey bedava olmaz. Herhalde paran yoktur.”
“Yok!” Ağa etrafına bakındı. Bahçedeki odun yığınını gördü.
“Bahçedeki odunları ahırın içine taşı, çayını şekerini al!” Çocuk bahçeye baktı. Odunlar çok fazlaydı. Biraz şaşırsa da başını salladı.
“Taşırım ağam!”
****
Yaz güneşi tepeye çıkmış, ne varsa kavuruyordu. Çocuk tepeden tırnağa ter içindeydi. Çok yorulmuştu. Bundan kötüsü daha bahçedeki odunların çok küçük bir kısmını taşımıştı. Ellerine kıymıklar battığı için birkaç yerden kanamış artık daha yavaş taşıyordu. Bu şekilde birkaç gün taşısa ancak bitecekti. Ama olsun taşırdı. Bunda çok kararlıydı. Dedesinin şifa bulması her şeyden önemliydi. O da babası gibi ölürse ne yapardı? Kesin ninesi de gider başka bir dedeyle evlenir başka çocukların ninesi olurdu. Ölüm niye vardı ki? Babalar çocuklar büyüyene kadar cennete gitmiyoruz deseler olmaz mı? Sonra babalar gidince anneler de gidiyordu. Dedesi daha önce de hastalanmıştı. Ama iyileşmemiş miydi? Yine iyileşecekti. Ona çay götürünce hiçbir şeyi kalmayacaktı.
“Yunuuus!” döndü. Bu kâhyanın kızı Zeliha’ydı. Kurumlu Zeliha. Ninesi öyle derdi. Bazen evde ondan bahsederdi. Sürekli her yerde biz konakta yaşıyoruz diye kurumlanırmış. Sankim konak babasının malıymış. Epi topu bir kâhyanın kızıymış. Zeliha bir daha seslendi.
“Yunus, gel len sana soğuk ayran getirdim.” Koştu. Soğuk zehir var deseler içecek gibiydi. Tası alıp içerken mahcup bakışlarını Zeliha’ya kaldırdı. Gözleri pırıl pırıldı, minnettarlık okunuyordu. Zeliha gülümsedi.
“Kimseye demek yok ama!” Başını iki yana salladı. Zeliha çocukla konuşmaya başladı. Sorular sorup burada neden odun taşıdığını öğrendi. Biraz sohbetten sonra çocuğun boyuna ulaşan odun dağına bakıp
“Daha çok işin var!” dedi.
“Evet, ama günler sürse de taşırım.”
“Bu böyle olmayacak. Benim aklıma bir fikir geldi. Bu sıcakta herkes eve girmişken hepsini bitirelim mi?”
“Nasıl?”
“Bekle beni.”
Ahıra girip bir müddet sonra elinde mavi büyük bir leğenle çıktı. Bir şey anlamayan çocuğa muzip muzip gülümsedi.
“Şimdi odunları buna doldur bakalım!” Çocuk denileni yaptı. Leğen başına kadar odunlarla dolmuştu. Zeliha leğenin ipini çocuğun eline tutuşturdu.
“Çek bakalım pehlevan.” Çocuk ben nasıl çekerim diyecek oldu. Zeliha
“Sen tek çekemezsin, bende itelerim merak etme! Ama buda aramızda kalacak tamam mı?”
……
(devamı gelecek sayıda)
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...