Ötelerde Bir Şey: Mutluluğun Peşinde

Keskin ifadeler büyük bir inanmışlık gerektirir. Hayat, bedenin gittikçe yüreğe büyük geldiğini ispat eden bir elbisedir. Bir de çıkmazlar, en iyi sokaklar ile tasvir edilir. Bir gün, bir çocuk ile bir adam, bir oyun parkında yan yana otururlar. Çocuk heyecanlı, adam ise durgundur. Çocuk lafa hararetle girer. Çok yakında, yani büyüdüğünde yapacağı ilk iş olarak onu döven çocuklardan öcünü almak olacağını, ifade eder. Bir de en çok çikolatalı gofret satan dükkândan, kendisinin en çok çikolatalı gofret alacağını da ekler. Çocuğun projeleri büyüktür. Hepsinde mal, mülk ve makam hesapları vardır. Halbuki küçük bazı dokunuşlar adamı mutlu edecektir. Hem öyle büyük projeleri ciddiyete alacak yaşta da değildir adam. Kendisini ilgilendiren mevzular, görece daha sadedir. Örneğin, çok kısa süre önce kendisini dolandıran arkadaşının, birazdan gelip ona dondurmasından vereceğini, daha sonra da sarılacağını düşünmektedir. Bir de daha demin en sevdiklerinin ihanetine uğradıktan sonra, ağlayarak eve koşacağını, kendisini bırakacağı bir anne kucağı hayal etmektedir. Bütün bunlarla birlikte, ne çocuk adamın çocukluğunu çekecek vakte sahiptir, ne de adamda çocuğun projelerine odaklanacak ciddiyet kalmıştır.
Büyüklerin sözlerinden anladığımıza göre büyük sözler hep büyük işler açmıştır insanın başına. Merhamet dilemenin ve dağıtmanın arasındaki fark da merhamete sahip olmak değildir. Bir de çıkmaz sokağa girmişseniz, artık endişe üzerinize yavaş yavaş çökmektedir. Bir gün, bir fakir ile bir zengin, bir banka kuyruğunda birlikte beklemişler. Fakir mağrur, zengin ise mahcupmuş. Fakir heyecanla lafa girmiş. Ben çok yakında, yani gelecekte, bir koyun alacağım. Onun kuzuları olacak, onlar da büyüdükten onların da kuzuları olacak. Daha sonra da çok geniş bir sürüye sahip olacağım, demiş. Halbuki, zengin adamın böyle ciddi mevzulara gelecek takati kalmamıştır artık. O, fakir adama nazaran daha basit şeyler peşindedir. Mahcup bir şekilde lafa girmiş. Ben yakında, yani gelecekte, bir çift sağlıklı nefes bulacak bir yerlere gideceğim demiş. Kafamın ve ruhumun dinleneceği bir mekâna gideceğim yani, demiş. Bütün bunlarla birlikte, ne fakir adam zenginin safsatalarını dinleyecek kadar geniş zamana sahiptir, ne de zengin adamın fakirin projelerine kulak verecek heyecanı kamıştır.
Sıfırı itibari kabul etmek, ölçme işleminde bir şeylerin bağıl kalmasına neden olur. Bir de zaman ne dünün hatırına duraksar ne de yarının hatırına yavaşlar. Ama çıkmaz sokağa girmişse bir insan, bugünü rahatlıkla ekebilir. Bir gün, bir diri ile bir ölü adam, hafif ıslak bir rüyada bir araya gelmişler. Diri boydan beyaz, ölü de gündelik giyinmiştir. Bir de diri endişeli, ölü de kıpır kıpırmış. Diri lafa ağlamaklı girmiş. Ben yakında, yani yakın gelecekte öleceğim. Bundan ötürü ölene kadar geçecek sürede, okuyup kendimi kanıtlamalıyım, iş kurup kendimi kanıtlamalıyım ve evelenip kendimi kanıtlamalıyım, demiş. Bir de çocuklarım boy boy büyüdü mü, sen o zaman gör bana gösterilecek saygıyı, diye eklemiş. Dirinin projeleri büyüktür. Onları başarmak için büyük efor gerekecektir. Zaten diri adam işe çoktan koyulmuştur bile. Halbuki ölü adamın öyle çok ciddi mevzuları yoktur. Temel meselesi, arkasına bakıp bakıp büyük eforlarının arasına sıkıştıramadığı tövbelere pişmanlık duymakmış. Ölü adam için, geçmişten kalabilecek tek kullanımlık nefes bile çok kıymetlidir. Bütün bunlarla birlikte, ne diri adamın ölüyü anlayacak tecrübesi vardır, ne de ölü adamın diriye verecek bakiyesi kalmıştır.
Felsefi düşünme bir sabah uyandığınızda başlar. Çünkü iyi bir şekilde uyuduktan sonra önemli sorular sorabilir bir insan. Bir de çıkmaz sokağın sonuna gelmişseniz artık, bir yerlerden başlamanın da aslında geride bir miktar zarar bıraktığını fark edersiniz. Bir cahil, bir alimin kalemini kırdığında alim yazılacaklar için oturup ağlayabilir. Ama bir alim, bir cahilin kalemini kırarsa ağlanacak şey burada bir miktar kuru odun, bir miktar da işlenmiş kömür olur. Kabul edelim ki herkesin dünyası kendi etrafında döner ve herkes güneş kabul ettiğini de kendisiyle birlikte sürükler. İtibari olan insan olunca, gerçek zaman “şuan”, gerçek mutluluk da “arayış” olur. Bir yerlere doğru insanoğlu, “mutluluk” tam da önünde, önünü arkasını bilmeyen insanoğlu, “mutluluk” aslında ne?
Tecrübe sert bir öğretmendir, önce ölümü gösterir sonra da sıtmaya razı ettirir. Bir de insan acı çekerken düşündüm diye duygulanır. Çıkmaz sokaktan da geriye genellikle pişmanlık kalır. Hele ölüm vakti çatıp gelmişse artık ne “şuan” kalır ne de “arayış” kalır. Halbuki tersine değil de dengine aksaydı her şey, insanoğlu için çok daha farklı olabilirdi. Ölümü bilenin tecrübesi olur, girilen çıkmaz sokakta, evlerin balkonlarından sarkan güllere, çiçeklere dikkat kesilirdi. İtibari olduğunu anlayan insan, kendini o kadar da gerçek sanmazdı. Alim cahile kâğıt, cahil de alime kalem olabilirdi. Dirinin ölüyü anlayacak tecrübesi, ölünün de ardında bıraktığı bakiyeleri olurdu. Ayda yılda bir, bir araya gelmiş fakir ve zengin ne mal ve mülkün ne de sıhhatin sürekli olmadığını konuşabilirlerdi. Çocuğa bir çikolatalı gofret alsaydı adam, çocuk ta öpseydi ellerinden amcanın, mutluluk ötelerden biraz daha yakın olabilirdi.
Ali Mürteza TİTİZ
1 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...