AŞK VE İRFANIN HIYABANINDA YÜRÜMEK

Söz&Kalem Dergisi | Orhan Özsoy
Bu gece kalabalık gel… Gel de hanemin köşe başlarını viran olmuş karanlık yüzünle doldur ey yalnızlık!
Uykunun ve ölümün ortasında salınan bu kimsesiz kente gel. Elleri göğe değen görkemli bir sultan gibi, otur gönül tahtına…
Ve bana yaşamadığım günlerden, daha evvel görmediğim şehirlerden, gün batımlarının kaçak bir elveda ile ufukta gidişinden bahset!
Ne olur saatlere ve takvimlere bakarak değil; gökyüzüne bakarak, bir çiçeğin yüreğini koklayıp ruhunun serinliğine kokusunu taşıyarak anla yazgımı…
Sokak aralarına saklanmayı masum gülüşlere tercih eden, zebanı ve hali daima sükut olanları susturma ellerinle! Aşk ve irfanın satırlarında salla ki kalp beşiğini, kalbimiz büyüsün, büyüsün de uyansın dünyadan…
Neşe ve mutluluk eleğini çoktan dama asan, martavallarla bezeli dost sohbetlerini hicazkar bir bestenin hüzünlü notalarında masaya bırakan arifane şiirleri unutma ne olur!
Hiç olmazsa mübarek gecelerin gerdanında susma adetinden vazgeç. Hal diliyle de olsa söyle; geceye ve yalnızlıklara, aşka ve irfana yakılan kırılgan mektuplardan bahset bana!
Gafil olursam kendi sözcüklerimden hatırlat beni bana… De ki; “Senin yüreğin artık elinde değildir. Başın dünyanın tozuyla buğulanmıştır. Görmez gözün çölde aşk serabını, işitmez kulağın hakikatin sesini, gafletten melul olmuş akla zarardır kalbin. Buğday için sen cihanı satarsın. De ki; yüksek duvarların kötülük ve kabahatten, gafletin şirretinden korumaz seni…”
Dedim, uyandır beni… Ahir zaman suçlarından kurtar ayaklarımı. Benliğin penceresi varlığa bakarken durma; o karanlık zindandan taze bir gül gibi çıkar başını. Ebedi rahmete güven ve mütevekkil adımlarla bana bu gece çölü öğret ey dostum!
Dedim, yalnızlık patikalarında yer edinmiş gerçek düşüncelerden, gecenin korkunç uğultusu ve yaşamın acıları karşısında ürpermeden, derin uçurumların yüksek çıkıntılarında berberi ezgileriyle sevinçler büyütmeyi öğret…
Çölden kente yürümeyi öğret bana dostum! Adalet ve özgürlüğe aşık meydanların coşkulu sabahlarından çiçekler topla. Toprağın kalbinde yeşeren büyük vefatların sancısından kurtar beni ne olur! Kalabalık caddelerin azade seslerinden bahset, heyecan içinde atan kalbime bir parçacık nefes ver!
Allah ve din için ölümün güçlü kollarına çekinmeden yürüyen yiğit adamlardan, aşkı omuzlarında bir kurşun gibi taşıyan adamlardan, korku ve zillet cehennemini göğsünde söndüren adamlardan, hayatın ölüme iltica ettiği; kan ve kılıcın meşhur karşılaşma günlerinden bahset bana…
Dedim, bana tarihin ve kalemin damarlarından, yüreğinin ateşinde tutuşan yelkenli gemilerin, kanla ıslanmış topraklar üstünde, dudaklarında kuru bir tatla ölen savaşçıların iç çekişlerini öğret dostum!
Mağlupların yırtınan çığlık seslerini dikiver hafızama. Ağır harp koşullarında yaşamaya alıştır parmaklarımı. Acımanın ve korkunun mesleğini ezberlet. Okunmamış raflarda yaşamın yedeğine kaldırılmış şiirlerin yer ve zamanına götür beni sessizlik içinde…
Dedim dostum, cihanın her yüzünden yükselen kurtuluş seslerini öğret bana… Bir büyük şehidin son bakışlarına götür beni. Ölümü güzelleştiren bir büyük şehid! Ve başını kanlı bir gömleğin yakasından çıkar, bütün siperlere seslen ve de ki; “Ey aşık-ı sadık! Sen sığmazsın hiçbir yere… Sana her zerresinden aşk dökülen bir mihrap gerektir. Çünkü bir aşığa can vermeye binler alem gerektir!”
De ki; “Ben gece gibi sabırlı olmaya ve öfke gibi güçlü kollara muhtacım. Yaşamak için değil dostum.” De ki; “Sabır ve öfke, kıyamların yüreğinde can vermeyi öğrenmek içindir ey dostum!”
İhtiras ve ihanetin, haset ve ikiyüzlülüğün ruhları sarmalayan leş kokularından uzak tut ellerimi…
Bana aklını ve kalbini gaflet metaının aldanış sofrasında elden çıkaran, cesaret ve insanlığını yitirenlerin, nefsinin ayak bağlarına diz çökmüşlerin, ucuz korkularından bahset. Benim yabanıl düşüncelerimi eski defterlerin yapraklarıyla kefenlemeyi de unutma…
Yanılgılarımın üzerini gecenin gölgeden tülleriyle kuşat bu gece. Yoksul hanelerin hırpani hırkasıyla örtüver kendini. Anla ki dostum; beklemekten sararmış yoksul yüzlerin, katılaşmış siyah teri, bu köhne dünyanın lal rengi hırkasıdır. Rezil ayrılıkları yüreğinde biriktiren, gerçeklerden kaçınan yalnızlık haymesidir. Kısa saçlı çocuklar büyütür beşiklerinde. Ve erkene alınmış bir büyümek dolaşır henüz çocuk olmayı öğrenmemişken…
Dedim, sivri uçlu gerçeklerini art niyetlerin gözlerinden saklama! Sahte sözlerin, hayasız ve utanmaz yüzlerin tam ortasına çarpıver ey çok kişiden müteşekkil yalnızlık!
Söyle ki din, güçlünün zayıfı ezdiği, yağma ettiği, varlık ve kişiliğini yok ettiği, bileklerine paslı zincirler vurarak alaylı bakışlara terk ettiği bir dünyanın gözleri önünde ezilmekte olana döner ve “Sen İnsansın!” der. Bu çok büyük bir şeydir ey dostum!
Sonra de ki; artık vakit doldu. Kenti terk et, aşk sinasından da geri dön. İki nehrin birleştiği yerde konakla! Hızır’ın ritmine boyun eğmekse muradın, zeytin ağaçlarının serinliği altında gölgelen bir müddet. Çölün kahverengi battaniyesini unut. İlk duyduğun sesi hatırla. Acele et, toparlan ki; aşıkane şiirler bad-ı saba önünde uçup gitmesin. Ve gelsin canan, ferdaya kalmasın maşukun didarı…
Söyle bana dostum bütün ağır başlılığınla… Seni tanıyanlar, kalbinin sesine şahit olanlar bilir; yakınılmış kelimelerden istiğfar ederek, bulut renkli gözlerini gecenin namlusuna sürmekten kaçınmazsın. Hüznün metruk sokaklarına yağmur yağsın diye beklersin çoğu zaman… Şehir yıkansın da temiz esvaplar kuşansın diye beklersin ey yalnızlık!
Yine öyle bir gün gelsin. Aşk ve irfanın hıyabanında yürü benimle ne olur! Karanlığın yüreğinde büyüyen karanlık adamların ellerine bırakma beni. Ne olur yol göster bana. Ne olur “ben” diye bir şey bırakma bu dünyada. Aşinanım eskiden, senin adın yalnızlıktır. Bir şairin en yakın arkadaşıdır göz kapakların. Gecedir dostun, kardeşin ise hüzündür…
Bu gece uğra haneme dostum. Dünyanın kıymetsiz zamanlarını çıplak gözlerle gör. Gelirsen Cebrail kanadında salınan aşk gibi; değersiz canımın Allah’a kurban edilişini görürsün. Bu gece teşrif et, uğra haneme ne olursun…
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...