Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Çalışkan
İnsanlar olarak çok aciziz. Olabildiğince hem de! Kendi tahayyülümüzün ötesinde. Öyle lafına esprisine değil, gerçekten aciziz. Neredeyse gücümüzün yettiği hiçbir şey yok. Diğer mahlukata karşı aciziz! Zaman ve mekâna karşı aciziz! Hatta kendimize bile karşı aciziz! Bütün bunların üstüne inanılmaz bir imkânsızlık, fakirlik hali içerisindeyiz. Hiçbir şeyi olmayan ama her şeye de muhtaç olan varlıklarız. Soluduğumuz nefes bizim değil ve ona muhtacız. Yağan yağmur, ısıtan güneş, serinleten rüzgâr, örten gece bizim değil ve biz onlara muhtacız. Yiyip içtiklerimiz bizim değil ve biz onlara muhtacız. Hem kendimize ait sandıklarımız da bize ait değiller ve biz onlara da muhtacız. Kanın vücudumuzda bir şekilde pompalanmasına muhtacız. Atıkların vücudumuzdan bir şekilde atılmasına muhtacız. Dilimizin dönmesine, kulağımızın duymasına, gözümüzün görmesine muhtacız. Hem bu nimetler bizim için karşılanmaz ise kendimiz bunları tedarik edecek durumda da değiliz.
Lakin bir müddet sonra bunca nimetin, herhangi bir ücret ödenmeden, bizler için karşılandığını maalesef ki unuttuk. Bu nimetlerin zaten de-fault olarak bizim için, bizde bulunması gerektiği vehmine kapıldık. Tabiri caizse bu nimetlere alıştık. Yatağımızdan her gün doğrulmanın, güneşin her gün doğup batmasının bir anlamı kalmadı bizim için zamanla. Ne bir çiçeğin açması ne de bir ağacın kuruması ilgimizi çekmez oldu artık. Hayret etmeyi sadece şairlere bıraktık. Artık ne yeryüzü ve yedi tabakası ne de gökyüzü ve yedi tabakası, bizleri yerlerin ve göklerin yaratılışı üzerinde düşünmeye sevk etmedi. Hemen hemen hepimiz bunları normal-sıradan gördük. Alıştık ki ne alıştık. Nihayetinde çoğumuz “düşünmez misiniz?” hitabını cevapsız bıraktık.
Hatta bazımız bir müddet sonra kendisine verilen nimetlerin ancak kendi çabası sonucu bir araya geldiğini iddia etmeye başladı. Elindeki mal ve mülkün ancak kendi uğraş ve becerisi ile kazandığını söyleyip durdu. Yetmedi, evlad-ı iyalini kendi yaratmışçasına sahiplik etti. Öyle ki haddini aştıkça aştı. Böbürlendi, debdebelendi ve kibirlendi. Firavun gibi haşa rablik iddia etti. Fakat, musibet insanı en çok da gaflet halinde olduğu zamanlarda yakalayıverir. Kendisinden en emin olduğu dönemlerde. Kendisini bir şeyler sanıp azıttığı dönemlerde. Büyük büyük sözler, cümleler ettiğinde. Yürürken yelleri estirdiğinde. Neticede musibet insanı buldu. Kimi zaman bir ses ile buldu, kimi zaman da bir sinek ile buldu. Sel-fırtına ile, açlık-kuraklık ile, deprem-tusunami ile buldu.
Musibet insana acziyetini hatırlatan en önemli vasıtadır. Eğer musibet mümin kula isabet eder ve bunun neticesinde kul yaşamaya devam ederse bu musibet onun acziyetinin bir daha farkına varmasına vesile olacaktır. Böylece mümin kul Rabbine, yani nimetlerin yegâne ve gerçek sahibine bir miktar daha yaklaşacaktır. Yok eğer musibet neticesinde mümin kul yaşamaya devam etmezse, bu musibet onun acziyetine dair gaflete düştüğü dönemleri için kefaret olur. Buna karşın musibet kafir kula isabet ederse ve kafir kul bu musibetin sonucunda yaşamaya devam ederse bu musibet ona burnunu sürtmek suretiyle acziyetini hatırlatır. Umulur ki tövbe etsin, acziyetinin farkına varsın. Yok eğer musibet neticesinde kafir kul yaşamaya devam etmezse, bu musibet onun çoktan haddi aştığını gösterecek ve yaptıklarına karşılık olacaktır.
Peki acziyetimizi kabullenmek demek oturup ölümün veya dayanılmaz acıların bizi bulmasını beklemek mi demektir? Ateşin bizi yakmasına, suyun bizi boğmasına ya da depremin bizi ezip geçmesine müsaade etmek mi demektir? Kader deyip sorumluluğu bize yükleyene geri göndermek mi demektir? Aksine! Ben acziyetimin farkındayım, hiçbir şey benim değildir; lakin Sen’in bana bahşettiklerin ile ayağa kalkıyorum Rabbim demektir. Sen’in bana verdiğin el-ayak ile tehlikelere karşı kendimi muhafaza ediyorum demektir. Göz-akıl ile felaketlere karşı uyanık olup tedbirlerimi alıyorum demektir. Ben sadece elimden geleni yapıyor, gerisini sana havale ediyorum demektir. Yaptıklarım sadece çabadan ibarettir, buna karşın herhangi bir kudret iddiasında değilim demektir. Hele hele kendi çabamı ilah belleyecek değilim demektir.
Sonuç olarak en son ölüm uğrar bizlere. Şu veya bu şekilde. Kaçınılmaz ve geciktirilmez bir hakikat ile. O gün artık nimetlerin herhangi bir faydası da yoktur. Malın mülkün engelleyemeyeceği şekilde bulur bizim ölüm. Yüksek ve sağlam binaların saklayamayacağı şekilde. Evlatların koruyamayacağı şekilde. Gelir ve bulur bizi. Hem de acziyetimizi bir kez daha ve belki de en güçlü şekilde yüzümüze vurarak gelir ve bulur.
Acziyetimizin farkında ve onu kabullenmiş olarak o güne varmak duasıyla…