Söz&Kalem Dergisi - Muhammed Özer
Amellerin özü samimiyette saklıdır. Niyet ise kişinin hangi kasıt ve istekleriyle o ameli işlediğini ifade eder. Allah kulun ameline, niyetindeki ihlasa ve samimiyete göre değer verir. Ameliyle Rabbine kulluğa niyet ettiyse amelin azlığına ve çokluğuna bakmaz Allah. Dolaysıyla Rabbimiz dini sadece O’na has kılarak kulluk etmemizi emrediyor. (Beyyine, 98/5) Peygamber efendimizin haber verdiği aşağıdaki kıssa, halis amelin özü ve ruhu olduğunun remzi değil de nedir?
Ebû Saîd Sa`d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zat yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler. Bu adam râhibe giderek: ‘Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?’ diye sordu. Râhip: ‘Hayır, kabul olmaz’, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek, yüz kişiyi öldürdüğünü söyleyip tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu. Âlim: ‘Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir’ dedi. Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti. Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar. Rahmet melekleri: ‘O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü’ dediler. Azap melekleri ise: ‘O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki’ dediler. Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler. Hakem olan melek: ‘Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir’ dedi. Melekler iki mesafeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü. (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48). Sahîh-i Müslim’deki bir başka rivayete göre: “O kimse, iyi insanların yaşadığı köye bir karış daha yakın olduğundan oralı sayıldı.” yine Sahîh-i Müslim’deki bir diğer rivayette ise, “Allah Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye yaklaşmasını, meleklere de iki mesafenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın beriki köye bir karış daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi.” Bir başka rivayette ise, “Adam göğsünün üzerinde öteki köye doğru ilerledi” denilmektedir. (Riyazüs Salihin - Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları) Adam samimiyetle tövbe etmiş ve iyi bir kimse olma niyetiyle yola çıkmıştı. Bu yolda azim ve gayret göstermesini Allah katında görmüş ve bu gayret ve azmi affa vesile olmuştu.
Kulun kalbindeki niyetin saflığını ve samimiyetini ancak Allah bilir. Halis bir niyetle bir amel yapmaya niyet eden kişi o ameli yapmaya imkân bulamazsa bile niyetinden ötürü Allah’ın hoşnutluğunu kazanır ve yapmış gibi sevap kazanır. Diğer taraftan ibadet eden ancak niyetini halis tutmayan, Allah’ın rızası, hoşnutluğu yanında kulların da övgüsünü kazanmak niyetini taşıyan kulun ibadeti makbul olmaz. Bütün ameller niyetlere göre ya değer kazanır ya da boşa gider. Bu nedenle Hz Peygamber müminin niyetinin amelinden hayırlı olduğunu haber vermiştir. (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11) Niyetsiz yapılan amel, ibadet sayılmaz fakat amelsiz de olsa kulun niyet etmesinin Allah katında değeri vardır. Bütün amellerde ve ibadetlerde asıl olan niyettir.
“Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Ancak sizden O'na yalnız takva ulaşır. İşte böylece onları sizin emrinize verdi ki sizi hidayete erdirmesine karşılık Allah'ı yüceltseniz. İyilik edenleri müjdele.” (Hac22/37) Hangi niyetle o amelleri yaptıysak Allah (cc) o niyetimiz ölçüsünde değer verir ibadetimize. Niyetin yeri kalptir. Hz. Peygamber’in (sas); “Allah, sizin suretinize ve mallarınıza değil kalplerinize ve halinize bakar.” (Müslim, Birr.34) buyururken kastettiği mana da budur. Kişi önce kalbiyle niyet eder sonra o ameli işler. Bu niyet Rabbimizce malumdur. Çünkü o kalplerin en derinlerinde saklı olan niyetlerimizi dahi bilir. Ondan gizli hiçbir şey yoktur. “O gizlinin gizlisini dahi bilendir.” (Taha,20/7) Yüce Allah sonsuz rahmetiyle kalplerimizden geçirdiğimiz düşüncelerden dolayı bizi sorumlu tutmaz. Örneğin insan günah işlemeye niyetlenip onu işlemediği takdirde ona günah yazmaz. Ancak o günahı işlese ona bir günah yazar. Diğer tarafta bir sevap kazanmaya niyetlenir de yapmaz ise bu niyetinden dolayı bir sevap yazar. Eğer ki o güzel ameli işlerse on katından yedi yüz katına kadar sevap yazar. Allah (cc) buyuruyor ki: “Kulum iyi bir iş yapmaya niyet eder de yapmazsa ona bir iyilik (sevap) yazarım. Fakat onu yaparsa on kattan yedi yüz kata kadar iyilik (sevap) yazarım. Eğer kulum bir kötülük yapmaya niyet eder de yapmazsa onu bir günah olarak yazmam. Fakat onu yaparsa ona bir kötülük yazarım.”(Müslüm, İman, 204)
Allah (cc) bizden amelimizde sadık ve ihlaslı olmamızı istemektedir. İhlas, sadece Allah’ın rızasına talip olmaktır. İhlasın tersi olan riya ise insanları memnun etme niyetini içinde barındırır. Kul dikkatli ve uyanık bir şekilde kendisini murakabe etiğinde niyetleri bulandıran riya tehlikesini görebilir. Hz. Peygamberin gizli şirk olarak tarif ettiği riya,( Müsned. VI,124) amelin Allah’ın rızasını kazanmak için değil insanların beğenisini, takdirini kazanmak için yapılmasıdır. Kişi öncelikle kalbinde neden bu işi yaptığını yoklarsa riya tehlikesinden kendisini koruyabilir. Amellerin ihlaslı olması bu sorgulamaya bağlıdır. Çünkü Allah, sadece samimi bir şekilde ve kendi, rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder. (Nesai, Cihad,24)
Kalp temizlenip arındırıldığında niyetler de saflaşır. O zaman kulun her ameli Allah için olur. Niyeti saflaşır, amelleri güzelleşir. Allah için söyler, Allah için işler, Allah için yaşar.