Bilimsel, Melankol, Kendini Bulmaz: SİGMUND FREUD

Bu ay sizlerle beraber hemen hemen her sosyal-ruhsal bilim eserlerinin satır arasına gizlenmiş, üniversite sıralarındaki psikoloji ve felsefe muhabbetlerinde zikri geçen önemli aktörlerin başında gelen, 19-20. yüzyıl bilimsel arenasının en çok konuşulan, tenkit edilen ve araştırılmış olan bilimsel peri masalı başkarakteri Sigmund Schlomo Freud’u konuşacağız.
İnsanlığın alışılagelen geleneksel inanışlarına darbe niteliğinde olan ve devrimsel bilim diye zikredebileceğimiz üç mühim iddiadan (Kopernikus’un 1545’te ortaya attığı ‘’Kopernikus devrimi’’ , Charles Darwin’in 1859’da yayımladığı ‘’Evrim Kuramı’’ ve S.Freud’un 1900’de psikanaliz gelişimi sonucu ortaya çıkan ‘’Düş Yorumu’’) birinin mimarının aslında nasıl bir karmaşa içerisinde olduğuna şahit olacağız.
Bilimsel diye nitelendirdiği kuramların aslında çağdaşı ünlü doğa bilimci Kraft-Ebing’in dediği üzere “Bilimsel bir peri masalı’’ olduğunu hep beraber göreceğiz. Lakin bu en ağır gözden düşürme hitabı, aslında Freud denen zatın her dediğinin yalan olduğu anlamına gelmez en nihayetinde bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir darb-ı meseli lafıgüzaf değildir.
Avusturyalı olan Freud, şimdilerde Çekya sınırları dâhilinde olan Freiberg kentinde 6 Mayıs 1856 tarihinde doğdu. O doğduğunda 41 yaşında olan babasının, daha önceki evliliğinden 2 çocuğu vardı. Freud’un annesi Amalia ise kocasından 20 yaş küçüktü (bununla ilgili olumsuz tevatürlerde mevcuttur lakin zikretmeye gerek yoktur). Freud’un babasının iş hayatındaki çalkantılı durumu onları Freiberg’den Viyana’ya göç etmeye zorladı. Yahudi kökenli olduğu bilinir. Freud ailesinin çoğunluğu, Katoliklerin oluşturduğu bölgede Yahudi azınlık psikolojisi içinde yaşamıştır. Etrafında yükselen çan sesleri küçük Freud için mutluluk ve güvenden çok korku hatta dehşet duygusu yaymıştır. Bu azınlık psikolojisi ve ayrıca bakıcı annesi olan Monika Zaji’nin Katolik bir kilise kadını olması, küçük Freud ile namüsait haller yaşaması onun bu denli bozuk kişiliğinin gelişmesine önemli etkilerde bulunmuştur.
Freud’un toplamda 7 kardeşi vardı ve o en büyükleriydi. Buna karşın Freud’un annesinin gözde çocuğu olduğu bilinmektedir. Nitekim annesi Freud’a “Altın Freud” adını vermiştir. Hatta daha iyi idrak için; bu konu hakkında Freud şöyle yazmaktadır:
“Anneleri tarafından tercih edilen ve daha çok sevilen insanların kendilerine daha çok güven duyduklarını ve daha iyimser olduklarını gözlemledim. Bu da kişiye hayatta başarı sağlayan unsurlardan biridir.”
Tuhaf duygular etrafında gelgitler yaşayan Freud ergenlik çağından sonra iç huzursuzluk, güçsüzlük, mutsuzluk duyguları içinde karmaşık bir hale tutsak kalmıştır. Bu duygular kırk yaşında doruk noktasına ulaşınca müthiş bir gayret ile kendini tanımak ve anlamak için psikolojiye yönelmiştir. Freud’un arkadaşlarıyla kurduğu duygusal bağ aşırı kuvvetliydi. Onun yaşamında çok olumlu roller oynayan arkadaşlarıyla kurduğu bu aşırı bağlar, beklentiyi arttırıyordu. Haliyle ufak bir pürüzde de hem kendini hem arkadaşlarını bağışlamıyor ve karşıt duygular geliştiriyordu. Hasılı kelam Freud hayatı boyunca hep en mahrem konularını konuşabileceği ve sonra da öfkelenip ona düşman olabileceği bir arkadaşa ihtiyaç duymuştur. Bu antipatik tutum onun yalnız kalmasına ve en yakın arkadaşı olan Fliess’ten, Breuer’den ve akabinde Jung’tan uzaklaşmasına neden olmuştur. Yalnız kalınca da münzevi bir hayatın getirdiği melankol ve depresif duygularla baş başa kalmış ve fikir dünyasına aslında çoğu kez sadece kendi penceresinden baka baka kuramlarını oluşturmuştur.
Kendisi, Yahudi bir baba olan Jacob’un oğlu olması hasebiyle Yahudi olduğunu lakin Yahudiliğin ateizmle çelişmediğini savunur. Ateist-Yahudi olmanın avantajlı olduğunu ve insanın kendini tanımasında bilhassa da psikanaliz kuramının ortaya çıkışında etkili olduğunu bir gerçek olarak kabul eder. O aslında kendi döneminde Yahudiliğin özel bir tipini oluşturmuş ve bu durum da onun yalnızlığını pekiştirmiştir. Bu tanrısız Yahudi kimseyle ilişki kuramıyor, zorda kalmayıncaya dek dışarı çıkmıyor, dinden ve toplumsal sağduyudan uzak kalıyor ve Bay Freud evde profesyonel kuşkucu düşünce tarzıyla insanlara psikanaliz servisi yapıyor. Nihayet olarak da bu bilimsel düşünceler, çağın devrimsel değişimlerinin ışığı oluyor ve sözde ilerlemenin, yeniliğin meşalesi Freud tarafından yakılıyor.
Kokain bağımlısı ve günde ortalama yirmi puro içen hatta çakmağa günde bir defa ihtiyaç duyan Freud, kendisini hiçbir zaman bir kültür içinde duyumsayamamıştır. Hiçbir kültür bu kokain bağımlısı tanrısız Yahudi’yi içine almamıştır. Bu durum onun çelişkilerle dolu melankolik dünyasına da yukarda bahsettiğimiz üzere temel oluşturmuştur. Sonuç itibariyle de modern kültürün benimsediği kuram ve fikirlerini en haklı tabirle kendisi bile bazen anlamlandıramamıştır. Yahudi entelektüel bir sanatçı olan ve en az Freud kadar tuhaf olan Gustav Mahler’de ‘ Bohemya’lı olarak Avusturya; Avusturya’lı olarak Almanya ve Alman-Yahudi olarak da tüm dünya kültürünün baskısı altında yani üçlü bir yurtsuzluk ve yabancılaşma’ içinde hissettiğini söylemiştir. Freud fikri de bu minvaldedir ve bu kendini bulmaz bilim insanları, hiçbir kültürde yer edinememiştir. Lakin acıdır ki yaşamları boyunca yer edinemediğini iddia eden bu zatlar, bizim hayatımızda çok da güzel yer edinmişlerdir.
Bu bahsi geçen melankol dünyanın bilimsel garibanları, aslında sınırsız bir yabancılaşma sonucu arayış içerisinde olmuştur ve marjinal fikirlerle çağa damga vurmuşlardır; ömür boyu huzursuzluk ve tatminsizlik içerisinde stresle yatıp kalkmışlardır. E tabi en nihayetinde ya kendi istekleri ile hayat macerasını sona erdirmişlerdir (Freud gibi) ya da ölümü bekleyip yaşadıkları hayatı zehre boyamışlardır (Gustav Mahler gibi)..
Ki öyle de oldu. Hayattan tat almayan, bilimsel bir girdabın içinde kıvrıladuran Freud, hayatı boyunca tütün kullandı ve kansere yakalandı. Hatta ölene kadar tütünü bırakmadı. Otuz defadan fazla ağzından ameliyat olan Freud’un durumuna, doktorların yapabileceği bir şey kalmadı. Bunun üzerine doktorlardan ötenazi talep eden Freud’a üç doz morfin verildi ve 23 Eylül 1939’da 83 yaşında Londra’da öldü. Öldükten sonra yakılan Freud’un mezarı Londra’daki Golders Green Crematorium’da bulunmaktadır. (Hatta 2014 yılında hırsızlar mezarlıktan onun küllerinin bulunduğu vazoyu çalmaya çalıştı, yukarıda hayatımızda yer edindi dedik ya düşünün külleri bile çalınmaya çalışılmış!).
Araştırmış olduğum hayatında bilimsel sübjektifliğinin yanında tarafsız hakikatin de olduğunu söylememek aslında yazının mahiyetini tarafgir ve salt eleştiri olarak gösterecektir. Lakin söylemek gerekir ki Freud’un çağa damga vurma sebebi hayatındaki tenakuz/çelişki değil bilakis yaptığı saptamalar ve geliştirdiği bilimsel kuramlardır. Sona doğru gelmişken birkaç aforizmasını yazmak istedim ama kesinkes doğruluğuna katıldığım söylemlerinden sadece biri gözüme ilişti.
Onunda fazlaca ört pas edildiğini ve duyulmadığını fark edince yazıya mutlaka koymam gerektiğini anladım.. Freud diyor ki: “Amerika insanlık tarihinin gördüğü en büyük deneydir. Ama korkarım bu deney başarıyla sonuçlanmayacak.” isyan ateşinin Floyd ile yakıldığını gördüğümüz şu günlerdeki temennimiz Freud’un saptamasının gerçekleşmesi ümididir.
Hayırla ,sağlıcakla , bilinçle ve olan biteni idrak ile kalma temennisiyle..
Vesselam
Söz&Kalem - Yusuf Yetiş
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...