Büyük Bir Suç

Muhammed Kaya | Söz&Kalem Dergisi
Yusuf, henüz sekiz yaşında, sempatik ve içine kapanık bir çocuktu. Tombul yüzlü, kara gözlüydü. İnsanın içini ısıtan bakışları ve sevecen bir duruşu vardı. Ailesi 1999 yılının Eylül ayında zorlu yaşam şartları ve işsizlik gibi nedenlerden dolayı batıya göç etmişlerdi. Dördüncü sınıfa başlayacaktı. Mavi önlüğünü giymiş, her iki tarafında ay yıldız bulunan beyaz yakasını takmış ve sırtında yeni çantasıyla okulun ilk gününde öğrenci kalabalığı içinde sırada bekliyordu. Boyu akranlarına göre kısa olduğu için en ön sırada durmuş ve gözlerini okulun kapısında elinde mikrofonla duran uzun boylu, takım elbiseli öğretmene dikmişti.
İki yüz elli kadar öğrencinin oluşturduğu sırada -ki buna sıra demek imkânsızdı; çünkü sağa sola koşuşturan öğrenciler, bahçede düzensiz bir kümelenmeye neden olmuşlardı- kafa ağrıtan bir uğultu yükseliyordu. Herkeste büyük bir sevinç ve heyecan vardı, öyle ki en tembel ve aylak öğrenciler bile gayet mutlu görünüyorlardı. Yusuf yabancılığın da verdiği utangaçlıkla sırasından çıkmıyor, öylece bekliyordu. Bazen kendisine yanlışlıkla çarpanlardan birine bakıp ses çıkarmadan usulca önüne dönüyor bazen de kalabalığın arasından sivrilen sesleri lakayt bir tavırla karşılıyordu.
Aslında o da diğerleri gibi şakalaşmak ve oynamak istiyor, hatta bunun için can atıyordu, ama aynı sınıfta okuyacak olan ve aynı zamanda halasının oğlu olan Yakup'tan başka kimseyi tanımıyordu. O da kim bilir nerelerdeydi şimdi. Bu ilk günü atlatsa her şey yoluna girecekti.
Okuldan çıkan diğer öğretmenler de basamaklarda dikildiler. Mikrofondan seslenen öğretmen herkesin bir an önce sıraya girmesini istiyordu. Öğrenciler ağır ağır sıraya girmeye başladılar. Uğultular sessizliğe dönüşüyor, sıra, sıra olmaya başlıyordu. Öğretmen mikrofonu ağzına yaklaştırarak "Rahat, hazır ol" diye inletti bahçeyi gür bir sesle.
Kalabalık aldıkları komutlarla önce rahat ardından hazır ola geçti. Öğretmen sol elinde mikrofon olduğu halde sağ eliyle işaretler yaparak İstiklal Marşı’nı okuttu. Sonunda içeri girmeye başladılar. Yusuf koridorda sağa sola bakınırken Yakup’un "Olım bizim sınıf burda" sesi ile irkildi. Birlikte 4-A sınıfına girdiler. Yirmi beş kişilik sınıfta üç tane boş sıra göze çarpıyordu. Yakup geçen yıl da oturduğu sırasına gitti. Yusuf da utana sıkıla, kendisi için uygun olacağını düşündüğü sıraya geçti.
Biraz sonra öğretmen sınıfa girdi. Tüm sınıf ayağa kalkarak coşkulu bir karşılama çığlığı kopardı. Öğretmen yüzünde gülücüklerle kara tahtanın önünde dikilerek öğrencilerine bir göz attı. Adı Bilge'ydi öğretmenin. Otuzlu yaşlarda, orta boylu, kumral saçlıydı. Üzerinde kırmızı bir gömlek vardı ve gri bir etek giymişti. Siyah çantasını masasına bırakıp oturdu. Okulun ilk günü olunca bu ilk dersi muhabbet ederek geçirmek istedi. Rastgele kaldırdığı öğrencilere, tatilde neler yaptıklarını sordu. Yusuf, sıranın kendisine gelmemesi için bildiği bütün duaları okuyordu. Bu yaz camiye gittiği için epey dua öğrenmişti. Sıra kendisine gelse nasıl konuşacaktı, utancından yerin dibine girerdi. Konuşamaz, dili tutulur, herkes güler ve tüm sınıfa rezil olurdu.
Bilge öğretmen, konuşan öğrencisini dinlerken gözü birden Yusuf'a takıldı. Hayret bu yeni öğrencisini nasıl da fark etmemişti. Yusuf’a dönüp "Aa sen de nereden çıktın?" diye sordu. Hâlbuki Yusuf en ön sırada oturuyordu. İşte şimdi korktuğu başına gelmişti. Bilge öğretmenin kendisine baktığını fark edince başını önüne eğdi. Utancından yüzü kızardı ve parmaklarıyla oynayıp bakışların tesirinden kurtulmaya çalıştı. Bilge öğretmen konuşan öğrencisinin sözünü yarıda kesip Yusuf'a doğru bir iki adım attı. "Senin adın ne?" diye sordu son heceyi beşikteki bir çocuğu sever gibi uzatarak. Yusuf utana sıkıla kafasını kaldırdı ve bir şey duymamış gibi şaşkın bir vaziyette öğretmenine baktı. Bilge Öğretmen tekrar sordu:
- Adın ne senin?
- Yusuf
- Yusuf, sınıfımıza hoş geldin, dedi Bilge öğretmen. Ancak Yusuf'tan çıt çıkmayınca Bilge öğretmen onu kendi haline bıraktı ve kaldığı yerden tatil maceraları dinlemeye devam etti. Yusuf derin bir nefes aldı ve büyük bir ağırlıktan kurtulmuş gibi hafifledi. Bilge öğretmen konuyu değiştirip özellikle muzip ve derslerle arası pek de iyi sayılmayan birkaç öğrencisini ayağa kaldırdı.
Bilge Öğretmen: "Evet Yakup, söyle bakalım, on beş sayısının birler basamağında hangi sayı vardır?" diye sordu. Yakup etrafına bakındı, tüm sınıf gülmeye başladı; çünkü sınıfın komedyeni sayılırdı. Yusuf da Yakup'a dönmüş merakla bekliyordu. Her iki sorunun da cevabını biliyordu Yusuf, ama içinden cevaplıyordu. Matematik ile arası çok iyiydi, ancak Türkçe için aynı şeyler söylenemezdi. Yakup: "Öğretmenım ben biliyom, ama söylemiyecem" dedi. "Aa neden? Biliyorsan söyle canım" dedi Bilge öğretmen.
Yakup "Valla olmaz." deyince Bilge Öğretmen bir kahkaha patlatarak "Tamam, öyle olsun." diye karşılık verdi. Yakup yerine otururken Yusuf, nasıl bilemezsin anlamında bir el işareti yaparak gülümsedi. Bilge öğretmen başka bir soruya hazırlanırken teneffüs zili çaldı. Bilge öğretmen "Görüşürüz çocuklar" deyip çıktı. Sınıfın büyük bir kısmı öğretmenlerinin arkasından dışarı fırladı. Geri kalan birkaç kişi arka sıralardan birine kümelendiler. Yakup çıkmayınca Yusuf da çıkmamıştı. Yakup, yalnız kalmasın diye Yusuf'u yanlarına çağırdı. Kadir cebinden bir avuç dolusu mavi pet şişe kapağı çıkardı. Kapak oynamaya başladılar.
Yusuf, oyundan başını kaldırıp Yakup'a dönerek "Yaqo, çawa te wé pirsé nizanîbu?" -Yakup, sen o soruyu nasıl bilemedin?- diye sordu. "Ben ne bilim olım" dedi Yakup kapaklardan birini alırken. Oyun devam ederken ikinci ders zili çaldı. Öğrenciler içeri daldı. Bilge öğretmende biraz sonra mırıldanarak sınıfa girdi, çantasını masaya bıraktı, içinden bir defter çıkarırken arka sıralardan bir öğrenci birden ayağa kalkarak: "Öğretmenim, Yusuf Kürtçe konuştu" deyip tekrar oturdu. Bunu söyleyen, teneffüste cebinden kapak çıkaran Kadir'di. Ardından bir başkası: "Evet öğretmenim, Kürtçe konuştu", başka biri de: "Ben de duydum, Yakup'la konuştu" dedi. Ani gelen bilgiler tüm gözleri Yusuf'a çevirdi. Yusuf, yerinden fırlayacak gibi açılan gözlerle bir öğretmenine bir arkadaşlarına bakıyordu. Konuşulanlara anlam veremiyordu. Kalbi hızla atıyor, elleri titriyor, eziliyor, daralıyor, korku dolu gözlerle öğretmene bakıyordu.
Öğretmen kaşlarını çatarak ayağa kalktı. Kızgınlığı gözlerinde birikmişti, çok korkunç görünüyordu. Bakışlarını Yusuf'tan ayırmayarak sırasına yöneldi. Hiçbir şey söylemeden korkunç gözleriyle öylece bakıyordu. İlk derste gülücükler saçan yüze ne olmuştu böyle? Neden birden bire korkulacak bir surata dönüşmüştü? Yusuf yaptığı şeyin ne kadar kötü bir şey olduğunu kavramaya çalışıyor ama nasıl bir suç işlediğini anlayamıyordu. İntikam dolu bakışların altında ezildikçe eziliyordu. "Sen Kürtçe mi konuştun?" diye sordu öğretmen dişlerini sıkarak. Yusuf'un çehresi değişti, dili tutuldu, konuşamadı.
"Ayağa kalk ulan" dedi öğretmen Yusuf'u omzundan tutarak. Yusuf, dudakları titreyerek ve üzerinde ağır bir yük varmış gibi yavaşça ayağa kalktı. Bilge öğretmen elini masaya vurarak "Bana bak yerden bitme! Eğer bir daha Kürtçe konuşursan seni gebertirim, tamam mı?" dedi. Ardından bağırarak: “Tamam mı dedim sana, cevap ver" dedi. Yakup daha fazla dayanamadı, ayağa kaktı "Öğretmenım, o Türkçe bilmiyor, anlıyor ama hiç konuşamıyor" dedi. Öğretmen "Otur yerine, konuşma!" diye tersledi Yakup'u.
Bilge öğretmen sesini yükselterek: "Bilmiyorum falan yok, öğreneceksin. Kürtçe konuşmak YASAK anladın mı? YA-SAAK.” Yusuf sesi titreyerek "Tamam" dedi.
-"Kürtçe yasak, tekrarla" dedi öğretmen.
-Yasak dedi Yusuf.
-Bir daha söyle "Kürtçe yasak."
-Yasak
- Bağır
"...Y...Yasak..."
Yusuf daha fazla dayanamadı, gözlerinden yaşlar boşaldı. Burada öğrendiği ve hayatı boyunca asla unutmayacağı şey Kürtçe konuşmanın yasak olduğuydu. Ağlarken içinden herkese kızıyordu. Annesine, babasına, köyüne, sınıfa, müdüre, öğretmenine... Herkese.
Öğretmen, Yusuf'a bu yasağı üst üste tekrarlatıp iyice haddini bildirince sıradan uzaklaştı. Herkes donmuş gibiydi, ne bir ses ne de bir hareket vardı sınıfta. Sadece Yusuf'un hıçkırıkları yankılanıyordu bu eğitim-öğretim yuvasında. Küçük bedeni sırasına iyice gömülüyor, rengi sararıyor ve kafasında yasak kelimesi yankılanmaya devam ediyordu ve Yusuf'un gözyaşları işlediği büyük bir suçun bedeli olarak akıyordu. İşin garip tarafı ise sınıftaki öğrencilerin hepsinin Kürt olmasıydı.
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...