Söz&Kalem Dergisi - Esedullah Kaya
Ey Gençler!
“Davalar, ancak kendisine olan inancın kuvvetli olduğu, o yolda samimiyetin tam olduğu, davaya olan gayretin sürekli arttığı, onu gerçekleştirmeye ve o uğurda fedakarlık yapmaya sevk edecek şekilde hazır olunduğu zaman başarıya ulaşır”
Şehid Hasan el Benna’nın ümmet gençliğine, bir bildirisi ve çağrısıdır bu sözler.
Hitap özellikle gençleredir, çünkü davaları ayakta tutan en önemli etken gençliktir. Bu etkenden kastımız sadece hizmetteki nicel genç/yaşlı oranı değil, söz konusu gençliğin niteliğidir. Üstad, bu nitelikleri İman, İhlas, Gayret ve Fedakarlık kavramları üzerinden açıklıyor. Biz ise bunu biraz daha özelleştirip Müslüman gencin Fedakarlık bilincini konuşacağız
Feda, Fidye ile aynı kökten gelir. ‘Fidye’ ödenen bedele denir. Aynı mantıkla feda olmayı telef olmaktan veya telef etmekten ayıran şey kaybolma veya kaybetmenin, bir durumun ya da bir değerin bedeli olmasıdır. Fedakarlığın gerçekleşmesi için feda edene öncelikle üstadın başta saydığı niteliklerden iman ve ihlas gerekir. Örnek vermek gerekirse, hiç kimse tam olarak inanmadığı, doğruluğundan şüphelendiği bir yolda canını vermez. Verirse bu feda değil ancak intihar olur. Yine hiç kimse değer vermediği, samimi olarak kendisine bağlanmadığı bir dava uğruna somut veya soyut hiçbir şeyi feda etmez. Ederse de bu feda değil ancak riya olur.
Resulullah’ın (s.a.v), İslam ordusunda kahramanca cengi ve şehadeti ile övülen bir adama, o şehit değildir demesi ve bunu niyetinde Allah rızası değil de hurmalıklarını koruma isteği taşımasına bağlaması bu duruma açık bir örnektir. Bu adam fedakar mıdır? Fedakardır ama kendini, hurmalıkları için feda etmiştir. Fedakarlığının karşılığını bu dünyada evlatlarına kalacak miras yoluyla alacaktır elbette.
Şimdi varın siz düşünün yan yana çarpışan iki savaşçı, biri sonsuz cennetlere kavuşma umuduyla diğeri ise Medine’deki hurmalıklarını koruma motivasyonuyla savaşıp ölüyor. Eylem yani ödenilen bedel aynı olmasına rağmen neticenin ne kadar farklı olduğunu görebiliyor musunuz?
Bundan dolayı fidyesini vermeye talip olduğumuz şeyi dikkatli seçmeliyiz.
Ardından o şeye olan iman sorgulanmalı ki adımlarımız savaşın kızıştığı noktada geri geri gitmesin. Ve bu şey için yola çıkıldıktan sonra ihlasımız sorgulansın, ta ki yolda sağa sola sapan fikirler bizi esir almasın, yoksa hem fidyeden oluruz hem de talip olduğumuzdan. Bu ise görünen en kötü senaryodur.
*
Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. (Tevbe, 111)
Canını feda etmek fedakarlığın en üst boyutudur. Elbette ki herkes bu boyuta layık görülmez. Birçok nimeti elde etmek için nasıl ki denenmek/imtihan edilmek gerekiyorsa bu fedakarlığı, yani Şehadeti de büyük bir nimet görüp imtihanın hakkını vermek mecburiyetindeyiz.
Üç damla metaforu bu fedakarlığın yolunu anlatmak için kullanılır genelde. Peki nedir bu üç damla?
‘’Gözyaşı, ter ve de kan.’’
Gözyaşı, dava yolundaki samimiyeti temsil eder
Rabbimiz, Resulullah’tan bize ulaşan bir kutsi hadis ile Allah’ı anıp gözyaşı döken kişiyi kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracağını temin eder. (Buhârî, Ezân 36,)
‘’Gözler kalbin aynasıdır.’’ sözü yabana atılacak bir söz değildir. Kişi değer verdiğine ağlar. Bu davaya, uğruna ağlayacağı kadar değer vermesi daha yüksek fedakarlıkları yapabileceğine işarettir. Yani dava uğruna dökülen göz yaşları, sahibi için kan akıtma günü geldiğinde geri adım atmayacağına bir delildir.
Ter ise dava yolunda gayreti ve harcanılan zamanı temsil eder. Sokaktan 3-5 kişiyi çevirip, ‘’Allah yolunda Şehid olmak istiyor musun?’’ diye sorduğunuzda, genellikle evet diyeceklerdir. Aynı kişilere namazlarını sorduğunuzda ise vakitlerinin olmadığını söyleyeceklerdir. Bu yaman çelişkiyi bütün bir toplum yaşıyor ama bir kutunun içine hapsolmuş gibiler. Onları kutunun dışına çıkarıp hallerini göstermemiz lazım. Said et-Tantavi şöyle demişti: "Sizler sadece boş kalan zamanlarınızı İslam davasına harcadınız. Bu sebeple İslam davası da size içerisinde hiçbir şey olmayan bir boşluk verdi."
Üçüncü ve sonuncu damla olan ‘Kan’ ise dünyayı, içindekilerle beraber feda etmeyi temsil eder. Bu feda bir intihar değildir, ölmek hiç değildir. Ölümü öldürmektir. Zira ölümün bile gözünde değersizleştiği bir insanı hangi güç öldürebilir. Aziz kitabımız bize “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara/154) demiyor mu?
Öyleyse Şehide ölüm yok. Şehadet bilinciyle yaşayana da ölüm yok. Çünkü artık ruhları kuş tüyü gibi hafiflemiş, ölüm bile onları korkutamaz hale gelmişlerdir. İşte fedakarlıkların en yücesi budur. Elbette böyle bir bedelin karşılığı da kendi nispetinde olacaktır. O karşılık ki Peygamberin bile en arzuladığıydı “..Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilip tekrar şehit olmak yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim…” (Buhârî, Îman; Müslim, İmâre)
Rabbim bizleri nimetlerin en güzeli olan şehadetle rızıklandırsın.
Bu yolda önümüzden gidip şerefli bir hayat için bize ardında izler bırakan İsmail Heniyye’ye, Yahya Ayyaş’a, Rantisi’ye ve intifadanın öğretmeni Şeyhimiz Ahmet Yasin’e Rahmet olsun
Selam ve Dua ile