HASAT ETKİNLİĞİ

HASAT ETKİNLİĞİ

Muhammed Kaya | Söz&Kalem Dergisi

1.

Sıcak ve kavurucu bir haziran günüydü. Sadık, eline almış olduğu boya fırçasını bahçedeki çeşmede yıkamakla meşguldü. Aynı zamanda televizyon ekranlarında görmüş olduğu köylere ait manzaraları anımsamaya çalışıyordu. Zira daha önce herhangi bir köye uğramışlığı yoktu. Bu köye de bir evin dış cephesini boyamak için gelmişti. Köydeki ilk gününü geçiren Sadık, meraklı bakışlarla köy evlerini, manzarayı süzerken ciğerine dek işleyen temiz köy havasını soluyordu. Her ne kadar Kulkova köyünün ismi garibine gitmiş olsa da harikulade bir köy olarak görünmüştü ona.

“Ne şehri be! Asıl hayat köylerdeymiş, insan buralarda yaşamalı” şeklinde iç geçiren Sadık, “Şu köylüler çok akıllı insanlar. Nerede yaşayacaklarını biliyorlar.” dedi kendi kendine.

Bu köyün taş evlerine, doğasına, havasına hayran kalmıştı Sadık. Yalnız bir şey dikkatini çekmişti. Her evin yanında ve evlerden bağımsız şekilde yapılmış odalar merak uyandırmıştı kendisinde. “Bu tek odalar ahır, kümes veya kiler olamazdı” diye düşündü. Evlerden ayrı küçücük bir ev gibi duruyorlardı. Bunun sebebini çok merak etti ve akşamüstü muhtara sordu. Muhtardan “Onlar misafir ağırlamak için yapılmış odalar. Misafirler rahat etsin diye evden bağımsız yapılıyor” cevabını duyan Sadık,  şaşkınlığını gizleyemeyerek “Demek öyle” dedi ardından da “Misafirperverlikleri çok güzelmiş” diyerek köylüleri takdir etti.

Bu yaz kurak geçiyordu. Köylüler de kuraklıktan yakınıyorlardı. Genellikle bahçe/tarla ekip biçerek geçimini sağlayan köylüler, ektikleri mahsullerin büyüyüp olgunlaşmasını bekliyorlardı. Yüzlerce dönümlük araziler şebeke suyuyla sulanamazdı. Yağmur olmadan ekinler büyümez ve doğal olarak hasat da yapılamazdı. Tarlalara mısır, arpa, buğday ve şeker pancarı ekilmişti. Ancak beklenen yağmurlar bir türlü gelmiyordu. “Yağmur yağmazsa bittik, mahvolduk! Tüm emeklerimiz heba olur, aç kalırız” diyorlardı.

Kışın yeterince yağmur yağmamış, toprak kuru kalmıştı. Toprağın su görmesi ve dirilmesi gerekiyordu. Köylüler, çareyi yağmur duasına çıkmakta buldu. Üç gün üst üste öğle namazından sonra yağmur duasına çıktılar. Eller semaya açıldı, dualar edildi. Köyün ihtiyarları dua esnasında ağlıyorlardı. Ancak yağmur yağmıyordu. Dualarının kabul edilmediğini söylemek elbette yanlış olur. Ancak her bir yağmur damlası bir ihlasa ve sonuç olarak hikmete ve kudrete muhtaçtı. Kuraklık devam etti. Köyün imamı muhtarı çağırarak ertesi gün yapılacak yağmur duası için çoluk çocuk demeden herkesi çağırmasını istedi.

Ertesi gün tüm köylüler, namazdan sonra köy meydanına indiler. Sadık da işini bırakıp duaya eşlik etti. Köylüler, imamın her bir duasından sonra hep bir ağızdan âmin dediler.

Karanlık çöktüğünde gök gürlemeye başladı. Göğün kapıları ardına kadara açıldı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Köylüler dualarının kabul olduğunu sevinç içinde haykırıyorlardı. Kahvede toplanmış olan köyün erkekleri “ömrümde böyle bir yağmur görmedim” veya “işte bereket, işte rahmet” diyorlardı. Yağmur on gün boyunca aralıksız devam etti.

 

2.

Yaklaşık dört ay kadar sonra Ekim ayının on beşinde Sadık’ın yolu tekrar Kulkova köyüne düştü. Bu defa yalnız değildi, yanında iş ortağı Mahir de vardı. Köy yerinde bir usta beğenildi mi işi düşen herkes çağırırdı onu. Önceki işi beğenilen Sadık, bu defa başka birinin evini boyayacaktı. İki arkadaş hemen işe koyuldular. Ellerini çabuk tutsalar, bir günde bitebilirdi. Ama geç olsun güç olmasın hesabı ağır ağır çalışıyorlardı. Akşama kadar çalıştılar. Ertesi gün için birkaç saatlik işleri kaldı. Sadık ile Mahir akşam yemeği yerken yanlarına 17-18 yaşlarında bir genç geldi. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. “Salim amcam sizi misafirhaneye buyur ediyor. Gençlere söyle yanımıza gelsin diyor” dedi. İki arkadaş birbirlerine anlamsız bakışlar attılar. “Tamam inşallah, yemekten sonra gelelim,” dedi Sadık.

Evden çıkarlarken “Mevlid falandır herhalde,” dedi Mahir. Yanlarındaki genç duymadı onu. Misafirhaneye vardılar. Dışarıya saz ve darbuka sesleri yükseliyordu. “Galiba düğün var,” dedi Sadık gencin arkasından giderken. Kapı açılınca müzik sesleri kulaklarını ısırdı. İçeri girdiklerinde Sadık da Mahir de donup kaldılar. Gördükleri manzara onları hayrete düşürdü. İlk defa böyle bir yere girmişlerdi. Şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemediler. Bu misafirhane dedikleri büyük odada köyün erkekleri yan yana dizilmiş, köşeye konulan kolon hoparlörden bangır bangır şarkılar yayılıyor, tam ortada ise yarı çıplak bir vaziyette bir kadın dans ediyordu. Genci ihtiyarı buraya toplanmıştı. Köylüler ellerinde içki bardaklarıyla gözlerini kadından ayırmıyorlardı. Yağmur yağmış, ekinler büyümüş, hasat yapılmış ve cepler para dolmuştu. Sadık gence “Bu da nedir?” diye sordu. Meğer köylüler her hasat sonrası bu etkinliği düzenliyorlarmış. Buna HASAT ETKİNLİĞİ deniyormuş.

Salim dedikleri adam, kapıda dikilen Sadık ile Mahir’i görünce yanlarına çağırdı. Görmediler onu. Yanlarında gelen genç, Sadık’ın omzuna dokunarak “Amcam sizi çağırıyor,” dedi. Sadık, kabus gören birinin korkuyla açılmış gözleriyle ne yapacağını bilmeden hayretler içinde kalması gibi bir hale bürünmüştü. Birinin omzuna dokunduğunu hissedince kafasını çevirdi. Tüm bu olup bitenlere inanamıyordu.

İnanarak, samimiyetle ve hatta gözyaşları dökerek, rahmet dileyerek, ellerini göğe kaldırıp merhamet isteyen, yağmur isteyen, af dileyen bu adamlar; şimdi bu odada nefisleri gözlerinden fırlayarak, işledikleri melanete alkış tutarak, tıpkı kadında olduğu gibi inanç sızısı duymadan ellerinde içki bardakları olduğu halde; sağını solunu açarak özgürlüğünü yitirmiş ve zavallı bir mahlûkata dönüşmüş olan kadını oynatmanın ve seyretmenin sefilliğine düşmüşlerdi.

“Amcam sizi çağırıyor,” diye yineledi genç.

“Yazıklar olsun size,” dedi Sadık kaşlarını çatarak. İçi yanıyor ve gördüklerine inanmak istemiyordu Sadık. İki arkadaş kaldıkları eve döndüler, eşyalarını topladılar. Ve kimseye haber vermeden, ertesi güne kalmadan “Sizden gelecek sizin olsun” diyerek arabaya binip köyü terk ettiler.

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ