Hiper-Modernite ve Sahabelik Makamı Üzerine

Yusuf Yetiş | Söz&Kalem Dergisi
Hiper modernitenin, çıkar ilişkilerinin, bencil çabaların, isar ve benzer duyguların enayilik kisvesi altında yer bulmasının, kardeşlik duygusuna halel gelmesinin, birlik olmanın artık deveye hendek atlatmak kadar zor olmasının, karşılıksız yardımın toplumun büyük çoğunluğunda aşırı ve gereksiz vericilik sanılmasının iliklere kadar hissedildiği bir dönemde sahabeyi ve sahabelik makamını anlamak pek tabi meşakkatli olur. Birlik olmanın, beraber olmanın ve sınırsız empati yapmanın kabul görmediği; tek takılmanın, yardım istemeden yaşamanın ve kimseye eyvallah çekmeden ağır ama içi boş bir tavra bürünmenin kabul gördüğü bir dönemde, sahabe tabi ki kadim zamanların reel hayattan çoğu kez uzak tiplemelerini -mevzudan uzak- dönem insanlarına ifade edecek. Yozlaşan değerler, bini bir para eden manevi ahvaller artık insanlığın dikkatini çekmiyor (!). Yoksa gözünü kırpmadan anne ve babasını peygambere değişen, canını feda etmekten bir an geri durmayan, aleyhi selam uğruna vatanını değiştiren, yurduna dönmemeyi göze alan bir neslin devamının modern evrede bu denli gamsız olması başka türlü izah edilemez.
Sınırsız harcamanın eşsiz tatmin ediciliği, haybeye yaşamanın dayanılmaz hafifliği ve sorumsuz bireyciliğin fırtına gibi estiği dönemde, bu durumun gedikli bir hal olmaması fikri, gençleri elbette sorumlu ve konjonktürün durumuyla sorunlu bireyler olmaya teşvik etmeyecek. Kendini bile bilmeyen ama kendinden menkul özgüvenle mezara bile dik girme hayalleri kuran hiper modern genç, sahabelik makamını pek tabi kolay anlamayacak. Dinin bütün değerlerini sosyal mecralar vasıtasıyla öğrenebilen ama pratikte aksiyon alma mecali göstermeyen fakat gece dakikalarca benchpress basmayı, fitness salonu aylık üyeliğini zamanı gelmeden ödemeyi ve dik bir duruşu yalnızca doğru kas yapılanmasıyla mümkün saymayı özümsemiş bir gençliğe sahabe-i kiramı anlatmak ve tavrın ulviliğini benimsetecek kadar izah etmek zor ve ince işçilik gerektiren bir iştir.
Bilal-i Habeş hazretlerine bir görüş ayrılığı sebebiyle ‘kara kadının oğlu’ diyen Ebu Zer hazretlerinin yaptığı yanlışı tez elden fark ettikten sonra Bilal’in (r.a) kapısına kadar gidip ‘Ey Bilal, senin mübarek ayağın bu kötü, kaba Ebu Zer’in yüzüne basarak geçmedikçe ben bu eşikten kafamı kaldırmayacağım.’ demesi ve bunun üzerine ‘Kalk kardeşim. Bu yüz, basılmaya değil öpülmeye layıktır. Ben sana hakkımı helal ettim.’ cümlesiyle malum duruma karşılık veren Bilal’i bu dönemde anlamak kolay olmayacaktır. Sahabelik makamı menfi bütün dürtülerden uzak olmayı gerekli kılardı. Karşılıksız sadakati ve eksik samimiyeti sünnetullaha aykırı olduğundan zeval olarak görür, en hasbi tavırla din-i mübini temsil ederdi. Aç kalır, dostsuz kalır, akrabasız kalır fakat serdengeçti bir tavırla Allah resulü Hz. Muhammed’in (s.a.s) varlığıyla doyumsuzluğa ulaşırlardı.
Modernite kıskacına girmiş gençleri sadece yadırgamak maksadıyla söylenmedi söylenenler. Buna maruz kalmış gençliğin bu hale düşmesine pasif kalarak göz yumanlar da en az bu durumun ortakları kadar cürüm sahibi. “Allah (c.c) meleklerini bir memleketin altını üstüne çevirmeleri için gönderdi. Oradakilerin hepsini yok etmeleri için onlara emir buyurdu.
Orada âlim, zâhid ve peygamberler gibi amel eden binlerce kişi vardı. Bu kişileri görünce melekler adresi şaşırdıklarını düşündüler, yanlış bir yere geldiklerini sandılar ve tekrar Allah’ın huzuruna gelip: ‘Yâ Rabbi! Senin bir kere Allah diyenin hatırına kıyâmeti koparmayacağını biliyoruz. Burada binlerce âlim gece olunca sabaha kadar teheccüd kılıyor, durum böyleyken bu kullarını da mı helâk edeceksin?’ dediler. Allah (c.c.) meleklerine buyurdu ki: ‘Benim hikmetimden sual olunmaz, azâbım geldi reddolunmaz. Emrettiğim gibi hepsini helak edin.’ buyurdu. Hatta ve hatta “O sabaha kadar namaz kılan âlimler var ya, ilk olarak onlardan başlayın! Benim kızdığım şeyleri gördüklerinde o âlimlerin yüzleri bile değişmezdi.” buyurdu. Bu durum üzerine melekler haddi aşamadılar, soru suâl edemediler ve Allah’ın (c.c.) verdiği emri yerine getirdiler.
Bu konuyla ilgili olarak Sahabe-i Kiram, Peygamber efendimize (s.a.v) sordular:
“Yâ Resulallah! Bu on iki bin âlimin olduğu bu memleket, o kulların işlediği hangi amel üzerine böyle helâk oldu?” dediler. Peygamber efendimiz (s.a.v.), Allah’ın (c.c.) onlar hakkında:
“Onlar benim gazâbımla (öfkemle) gazaplanmazdılar, iyiliği emretmezdiler, gördükleri kötülüklerden insanları nehyetmezdiler. ‘Yapmayın, etmeyin’ demezdiler. 'Neme lâzım' deyip onlarla beraber otururdular.” buyurduğunu nakletti. İfadelerden anlaşılıyor ki en büyük vazife bizim. Biz bir hakikat borçluyuz, hakkı tanımadan batıl olanı benimseyene. Sahabenin fedakârlık örneklerini duyunca şaşkınlığını gizlemeyen ama bundan yıllarca haberi olmayan gençlere karşı ancak biz sorumluyuz.
İzmlerin kıskacında başkalarının keyfine hizmet ettiğinin farkına varmadan tam teşekkülü seküler bir hayat yaşayanlara Sad bin Ebi Vakkas’ın cesaretini, Hz. Ebubekir’in yarenliğini, Hz. Osman’ın hayâsını, Habbab bin Ered’in dayanma gücünü, Hz. Hatice’nin her halükârda peygamberin yanında oluşunu, Hz. Ömer’in devrimlerini, Hz. Ali’nin cesaretini ve Hz. Ayşe’nin ilmini öğretmek de modern dönemin Musab bin Umeyr’lerinin vazifesidir bunu anlıyoruz. Dolayısıyla yükümüz ağır vazifemiz çok. Lakin başarılı olursak mükâfatımız da çok.
Ashab-ı Kiram efendilerimizi anlatmak ancak onlar gibi yaşamakla mümkündür. Birini benimsemek ancak ona benzemekle tam olarak kemale erer. Kayıp giden ve hem enformatik hem toplumsal hem de kültürel bombardımana bütün yılgınlığıyla maruz kalmış genç nesil ancak Asr-ı Saadet şuuru enjekte edilirse hayata dönecek. Değerlerinin farkında olan, peygamberin gençlerle yeni bir medeniyet inşa ettiği fikrini bilen ve özgüvenini, nebinin o yaşlara olan güveninin idrakiyle elde eden bir gençlik sahabelik makamını içselleştirecek. Ve Resulullah aleyhiselamın bu çağdaki görmeden sevdiği kardeşleri hizasına adını yazdıracak. Budur en büyük emel, gaye ve ideal. Kurtuluş burdadır. Zaman meşakkatli, zahmetli ve ayakta kalmak için tutunacak dala değil yeşertecek güçlü dala ihtiyacımız var ki bu hiç şüphesiz malumdur ve yüzyıllardır da budandıkça fışkırmaktadır, yeşermekten geri durmamaktadır.
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...