HIZLI YILLAR

HIZLI YILLAR

Üniversite eğitimini almak için bolca ders çalıştıktan, soru çözdükten ve dersleri tekrar kadar tekrar ettikten sonra bir de bakmışsın ki sonuçların açıklanmış. Istediğin veya sonradan istemek durumunda kaldığın bir yerlerde, üniversite eğitimi almaya hak kazanmışsın. Bundan sonra aldığın puanın veya sıralamanın bir önemi yok, zaten birkaç yıla bunları unutacaksın. Yanış işaretlediğin sorunun da pek bir ehemmiyeti kalmayacak, onu zaten birkaç ay dolmadan hafızadan atmış olacaksın. İstediğin yeri kazanamamışsan belki bu içinde bir ukde olarak kalacak ama artık onu da baskılayıp bir şekilde yoluna devam etmen gerektiğini göreceksin. Yanında kar olarak kalacak olan tek şey niyetin olacaktır. Zaten, insana yön veren de niyettir, kader ancak araçlara müdahale eder. Hem yarının bilinmezliği, kesinlikle “çabanın sadece niyet ile anlam bulacağına” delildir. Öyleyse “De ki; benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm ancak alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am/162) Ölümlü dünyada, şundan daha güzel bir niyet olabilir mi? Bence, hayır.

İnsanın sahip olduğu zaman çok hızlı akar. Bakmayın öyle zor saatlerin yıllar sürdüğü edebiyatına falan. Kolay yıllar, saat kadar kıymet almadığındandır tüm bu tersinimsi hissetmeler. Öncelikle öğrenci işleri ile ilgilenen birime, öğrenci belgesi almak için girdiğinizde önünüzde uzun bir kuyruk bulacaksınız. Camın öbür tarafındaki memur ise çoğu zaman sinirlidir, sakin olduğu zamanlarda da çay içip arkadaşları ile muhabbet etmektedir. Sıradaki her kafanın işi en fazla bir dakikada halledilebilecekken, camın öbür tarafındaki zihni ve ruhi yoğunluk nedeniyle bu süre beş dakikaya kadar çıkabilmektedir. Bir de beklerken alışmayı öğrenir insanoğlu. Tanıdığı yeni insanlara, geçtiği yeni sokaklara, çalıştığı yeni derslere, girdiği yeni sınavlara ve elbette tattığı yeni makarnaya alışır insanoğlu. Hepsine de bir şeyleri beklerken alışır. Dakikalar birbirini kovalarken, bir de bakmışsın ki önündeki sıranın hepsi erimiş, camın öbür tarafından sana bir öğrenci belgesi verilmiş ve öğrenci işleri kapısından çıkarken koca bir yılı devirmişsin. Tam da alıştım derken. Oysa “Bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” (Ankebut/64) Öyleyse değer mi şu ölümlü dünyaya gönül verip alışmaya? Bence, değmez.

Ayakları üzerinde durmayı öğrendikten sonra, bir şeyleri seçebileceğini hisseder yavaştan insanoğlu. Bu durum ikinci yıl üniversite öğrenicisi için de böyledir. Hem zaten çoğu üniversitede ilk sene ders seçimi bile yoktur, genellikle ikinci yarıyıl veya ikinci yılda ders seçimleri öğrencinin hizmetine açılır. Bu yılda derslerinin yanı sıra bir de çevresini de artık şekillendirir üniversite öğrencisi. Artık net olarak sınıfta nerde oturacağı bellidir bu öğrencinin. Kafede oturulan masadan üye olunan öğrenci kulüplerine kadar yeni hayat artık usul usul yerine oturmaya başlamıştır. Hatta bu yıldan sonra çevre değişikliği neredeyse imkansızdır. Öyle ki artık yerine devamsızlık durumunda imzalar atılan kişi veya kişiler de net olarak belirlenmiştir. Derslerdeki başarının düşmekle ünlü olduğu bu ikinci yılda, edinilen dostluklar ve yavaş yavaş rayına oturan çevre hiç de masum değildir. Neredeyse üniversite öğrencisi niyetten uzaklaşıp alışmaya doğru yuvarlayacaktır kendisini. Halbuki insanoğlu sonralarda “Yazıklar olsun bana keşke falancayı dost edinmeseydim.“(Furkan/28) pişmanlıkları ile meşhurdur. Baki dostluklar da varken fani dostluklara kapılmak yegâne seçenek midir? Bence değildir. 

İnsanoğlu ömrünün yarısını devirdikten sonra artık olgunlaşmış, hayatın tecrübesini önemli oranda kazanmış ve geleceği hakkında daha emin hedefler koyabileceği bir durumdadır. Hem zaten peygamberlik gibi kutsal bir görev de efendimize kırk yaşından sonra tevdi edilmiştir. Üniversitenin üçüncü yılı da öğrencinin artık iyi bir tecrübeye sahip olduğu, yapması gereken yükümlülükleri rahatlıkla yerine getirebildiği, bunun yanında gelecek ile ilgili kafasında plan ve programlar yapabildiği yıldır. Ayrıca üniversitenin üçüncü yılı mesleki anlamda yurt içi ve dışında ilk staj ve uygulamalarının da yapıldığı yıldır. Zihin artık kuracağı işi, kazanacağı parayı, hatta birlikte yola çıkacağı insanları hesaplayıp durur bu yılda. Halbuki bu yılda filizlenmesi gereken başka bir şey de “yüce bir ideal” fikridir. Mesleki bilgiye olan hakimiyetin yanında üniversite öğrencisi, bu bilgi ve birikimi nasıl daha ileriye taşıyabilirim fikrini de kuşanmalıdır. Çünkü bu fikir, kurulan işten de kazanılan paradan da edinilen dostluklardan daha uzun ömürlü olacak şeydir. Zaten toprağa atılacak olan “güzel bir sözün/fikrin misali kökleri yerde sağlam, dalları göklerde olan bir ağaç gibidir. “(İbrahim/24) O halde “yüce bir ideal” fikrini işe, aşa ve eşe kurban etmek akıl karı mıdır? Bence değildir.

Zamanla sınırlandırılmış her şeyin bir sonu vardır. Dört yıllık üniversite eğitiminin de nihayeti, son seneye başlamak ile başlar. Bu yıl öğrencisinin belirgin özelliği artık üniversitesi ile yavaştan bir duygusal kopuş yaşadığını hissetmesidir. Sanırsın ki bu üniversiteyi kazanmak için onca dersi çalışan, soruyu çözen aynı öğrenci değildir. Öyle ki artık en büyük arzusu bir an önce şu üniversiteyi bitirip kurtulmak olmuştur bu öğrencinin. Oysaki mezuniyet ömürden en az bir dört yılın daha geçtiğine işaret etmektedir ve asıl hikâyenin sonu yaklaşıyor demektir. Halbuki dünyanın en güzel hikayesinin içerisinde olsan dahi sonlara doğru, onun da hüzne dalalet eden bir sonu olduğunu fark edersin. O halde mezuniyet nihai sonun bir provası gibidir dördüncü sınıf öğrencileri için ve o sona her yaklaşıldığında “Ey Rabbim! Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyi kullarının arasına kat.” (Yusuf/101) diye dua etmelidir bu öğrencisi. Hem var mıdır ki bir hikâyeyi bundan daha güzel bir şekilde nihayete erdirmek? Bence yoktur.

Söz&Kalem-  Ali Murteza TİTİZ

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ