Söz&Kalem Dergisi - Amine Çalış
Vücudumuza gerekli besin maddelerini ve oksijeni sağlayan kanı dolaşım sistemimiz içinde hareket ettiren, çok dayanıklı kas grubundan oluşan bir pompa mı? Ya da teorik olarak, dört odasından oluşan ve anne karnında ilk hareket eden organ mı? Yoksa yaşamak için gerekli, sevgiyi, aşkı, merhameti içinde tutan varlık mı? Eminim ki kalp için tıbbi veya duygu anlamında birçok anlam sayabiliriz. Peki kalp biz kullar için ne ifade eder? Sadece duygulardan ibaret mi dahası sadece bedenimize ait bir et parçası mıdır?
Kalp, dinî ve tasavvufî bağlamda bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibaret olan kalple bir ilişkisi olmakla birlikte ondan ayrı olan bu anlamdaki kalbe “rabbânî latife” ve “ilâhî cevher” de denir. Rabbânî latifeye kalp denilmesi bu mânevî cevherin vücuttaki kalp ile ilişkisinin bulunması, işlevlerinin onun aracılığıyla gerçekleşmesi dolayısıyladır. Kalp çok değişken olduğu için bu ismi almıştır.[1] Kur’an’da ve hadislerde kalbin mahiyeti ve tarifi üzerinde değil işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. Kur’an ve hadiste geçen kalp kelimesi insanın anlama, kavrama, düşünme ve hakikatini bilme yönünü, başka bir ifadeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliğini dile getirir. İnsanın idrak eden, bilen ve kavrayan tarafı olduğu için kalp ilâhî hitaba muhataptır, yükümlü ve sorumludur. Dinî ve insanî hayatın merkezinin kalp olduğu Kur’an ve hadislerde açıkça ifade edilmiştir. “Kalpleri var ama onunla bir şey anlamıyorlar”[2]; “Akletmek için onlarda kalp yok mu?”[3]; “Kalbi olanlar için bunda öğüt vardır”[4] meâlindeki âyetler kalbin idrak, ilim, mârifet ve düşünme aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı kalp sorumludur.[5]
Kalbe büyük sorumluluk düşüyor ise onu ne ile meşgul ettiğimiz büyük bir önem taşır. İmâm Şâfi’nin de dediği gibi “Kendini hak ile meşgul etmezsen bâtıl seni işgâl eder.” Unutmayalım dünyada kurulu bir düzen vardır ve bu düzende hiç boşluk yoktur. Ölenin yerini canlısı doldurur, eskiyenin yerini yenisi… Bu yüzden insan savaşta mağlup olmak istemiyorsa, toprak kaybetmek istemiyorsa topraklarını donatmalı yani kendini teçhiz etmeli. Savaşmayı göze aldıysa gerçek bir savaşçı olmanın gereklerini yerine getirmeli. Güzel bir söz vardır, derler ki “Gerekler terk edilmez, gerçeklerden de kaçılmaz.” İnsanın gereklerini yerine getirmeyerek boş bıraktığı yerler yine boş kalmaz. Ekilmeyen bir tarlada zararlı otların bitmesi gibi, göz açıp kapayıncaya kadar şeytan işgal eder topraklarını, kötülük sarar dört bir yanını, zamanla kararmaya başlar gönlü.
Bu savaş her an her yerde hak, hakikat ve güzellikle meşgul olmayı gerektirir. Meşgul olmadığımız an, kötülüğün nüfuz etmeye başladığı andır. Hiçbir şeyle meşgul olmadığımızda yerimizde saymıyoruz maalesef, gün be gün geriliyoruz. Vücuda zerk edilen bir zehrin yavaş yavaş öldürmesi gibi, kötülük ruhumuza ve gönlümüze sirayet ediyor, yavaş yavaş soğutuyor bizi iyilikten.
Her koyun kendi bacağından asılır derler ya hani, maalesef öyle değildir bu durum. Kendimizi yetiştirmediğimizde, güzel işlerle meşgul etmediğimizde kaybeden yalnız biz olmuyoruz. Hem toplum kaybediyor hem de o toplumdaki insanlar... Hatta tüm dünya kaybediyor. Çünkü bir insan hiçbir zaman nötr değildir. Ya iyidir ya da kötü, ya kendine ve çevresine faydalı bir bireydir ya da zararlı… Kendini teçhiz etmeyen insan şeytanın topluma karşı kullandığı, diğer insanlar üzerinde nüfuz sağladığı bir silaha dönüşür zamanla.
Buraya kadar her şey anlaşıldı. Kalbin aslında hayatımızın gidişatını etki ettiğine kani olduk. Şimdi günümüz dertlerinden, ailelerimizin de muzdarip olduğu önemli bir husussa değinmek isterim. Boşlukta hissetmek… O boşluk hissi tam orada, göğsümüzde ve henüz nasıl ortaya çıktığı konusunda emin değiliz. Bu bir üzüntü mü? Melankoli, can sıkıntısı olabilir mi? Her şeyden biraz olabilir. Başka biri buna farklı bir isim verebilirken, biz buna "boşlukta hissediyorum" diyebiliriz. Peki insan kendini neden boşlukta hisseder? Boşlukta hissetmek bazen yalnızlık hissi olarak, bazen hayatınız ve hedeflerinizle ilgili kafa karışıklığı ya da hayatta bir şeyin peşinden koşmak için motivasyonunuzun eksikliği olarak kendini gösterebilir. Genelleme yapmak istemem ama herkes zaman zaman bu boşluğu kalbinde hissedebilir. Hayatınıza ya da size yansıması olan herhangi bir yaşam aşaması ya da durumu da sizde geçici olarak boşluk hissine neden olabilir. Birde her durumda olmamasına rağmen, boşlukta hissetmek depresyon, bipolar bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi bazı ruh sağlığı durumlarının işaret olabilir. Yalnız ben altını çizerek söylemek isterim ki bir Müslüman asla boşluk hissine kapılmamalıdır. Ooo çok büyük bir iddia diyenleri duyar gibiyim. Aziz kardeşlerim şimdi açıklayacağım bu konudan sonra sizlerde bana hak vereceksiniz.
Kalp eğer yeteri miktarda beslenmemiş, özen gösterilmemiş ise hastalanmıştır. Burada bahsettiğim hastalık maddi anlamda bir hastalık değil. Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem kalbin manevî sağlığının korunmasının çok önemli olduğunu hatırlatır ve: “Şunu bilin ki insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücûd iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir.” buyurur.[6]
Bu sağlığı koruyabilmek için kalbin helâl lokma ile beslenmesi şarttır. Zira kalbin iyiyi kötüyü, şüpheli ile yasak olanı ayırt edebilmesi buna bağlıdır. Haram lokma ile beslenen kalp zamanla saflığını yitirerek bulanır, hatta zamanla kararmaya başlar. İşlenen her günah kalpte siyah noktalar meydana getirir. Noktalar çoğaldığında kalp tamamen siyahlaşır ve iyi ile kötüyü ayırma görevini yapamaz. Günah ile lekelenmemiş kalbin iyiyi kötüden ayırma özelliğini Peygamber aleyhisselâm şöyle açıklıyor: “Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen bırakıp tövbe ve istiğfar ederse, kalbi eski parlaklığına kavuşur. Günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve kalbini büsbütün kaplar.”[7] Kalbin sağlığını koruyacak, hasta kalpleri iyileştirecek en önemli husus ise kalbi, zikr-i ilâhi ile beslemektir. “Unutmayın ki kalpler, Allah’ı anarak huzura kavuşur.” [8] buyrulmuştur. Allah Teâlâ’nın yapmamızı istediği her ibadet, kalbin sağlığını korumak için emredilmiştir. Allah adıyla dirilip can bulan bir kalp, vücut ülkesinin yegâne sultanı olduğu için, emri altındaki bütün varlıklara, yani ellere, ayaklara, dillere, dudaklara, gözlere, kulaklara isabetli emirler verir; başarılı bir hükümdar olur. Yani kısaca kalbi sağlıklı ve zikir ile meşgul olan bir ferdin kendini boşlukta hissetmesi veyahut amaçsızca en ufak esintilerde sağa sola savrulması olası değildir. Kalbi sağlam olanın ayakları yere sağlam basar. Ne istediğini bilir. Depresif hallerden sakınır. Dikkat edin gençliğimiz seni anlamıyorlar, boşluktasın, sen şu kuşağa ait olduğun için böylesin diye kulaklara fısıldatılıyor. Bu yüzden diyorum Müslüman boşluk hissetmez, depresyon ilaçlarıyla kendini uyutmaz. Çünkü Müslümanın kalbi daim meşguldür. Müslümanın boş vakti yoktur. Yukarıda da belirttim gibi hak ile meşgul olmazsak batıl bizi kuşatır. Buna fırsat verecek miyiz? Hayır dediğinizi duyar gibiyim. Rabbim sizlerden razı olsun. Kalplerimize iyi bakalım. Gelin Peygamberimiz aleyhisselâmın sıkça ettiği ve biz günümüz Müslümanlarının dillerimize pelesenk olması gereken bir dua ile yazımızı noktalayalım.
“Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalplerimizi dininden ayırma.”
Selam ve dua ile…