Söz&Kalem Dergisi - Sena Elçi
Yazar Hakkında
İmam Gazali, 1058 yılında Horasan'ın Tus şehrinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra sonra 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi’nde eğitim görmüştür. Bu dönemde itikadi düşünce olarak Ebü'l Hasan Eş'ari’den, ameli görüş olarak ise İmam Şafii'den etkilenmiştir. Hocası vefat edince Nişabur’dan Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizamülmülk’ün yanına gitti. Bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak Bağdat’taki Nizamiye Medresesi'nin başmüderrisliğine tayin edildi. Hac arzusuyla medresedeki görevini bırakarak 1095 yılında Bağdat'tan ayrıldı ve Şam'a gitti. Şam'da iki yıl kaldıktan sonra 1097 yılında Hac'a gitti. Hac sonrasında eğitim vermeye ve sufi yaşamını devam ettirdi. İmam Gazali 1111 yılında İran'ın Tus şehrinde hayatını kaybetti.
Kitap hakkında
Kapağından da anlaşılacağı gibi yazar kitapta ölüm ve ölümden sonraki hayatı anlatmıştır. Konular ayet ve hadislerle bolca desteklenmiş ve açıklanmıştır. Ölüm ve ölüm ötesi hayatı anlattığı için de okuyucuyu ciddi anlamda uyaran ve uyandıran bir kitaptır. Hayatın toz pembeliğinden bizi uyandırıp gerçekleri yüzümüze çarpmaktadır. Bu yüzdende kitabı bir anda okuyup bitirmek yerine parça parça okumak daha faydalı ve etkileyici olacaktır. Kitapta geçen bazı konu başlıkları ise şöyle: “Her an ölümle karşı karşıya olmak, Uzak emellerin peşinde koşmamak, Ölümün şiddeti, Başta Rasûlullah (sav) Efendimiz olmak üzere büyük sahabe zatların vefatları, Cenaze, kabirler ve kabir ziyareti, Mahşer yeri, Kıyamet günü, Şefaat, Cennet ve Cehennem.”
Özet
Kitap unuttuğumuz bir hakikat olan ölüm ve ahiret hayatından bahsetmektedir. Çok tuhaftır ki her an ölüm hakikati ile karşılaşmamıza rağmen bu hakikati bizzat yaşayacağımız gerçeğini aklımıza getirmeden yaşarız. Dünya meşgalesi veya bu hakikati andığımız an ağzımızın tadını bozmasından mıdır ölümü aklımıza getirmek istemeyiz. Hâlbuki istesek de istemesek de bir gün ölüm bize de gelecek. Nerde, ne zaman ve hangi yaşta geleceğini bilmediğimizden ölüme her en hazırlıklı olmalıyız. Zira yakın zaman da yaşadığımız deprem felaketinde hepimiz bunun en büyük örneğini görmüştük. Pişmanlıkların fayda vermeyeceği o gün için tedbirimizi geç olmadan almalıyız.
Ne yazık ki ölümü unutanlar, inkâr edenler gibi ahireti de inkâr edenler var. Kur'an-ı Kerim inmeye başladığı sırada da bu inançta olan kişiler vardı. Kur'an onların sözlerini şöyle aktarır: "Dedi ki: Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek." Deki: "Rabbim" (Yasin-78)
Mevsimler ölümü anlatmaz mı bize? Ağaçlar yeşerir, meyve verir sonra kurumaya başlar, yapraklar tek tek dökülür. Kış gelir, kar kefen gibi örter bütün yeryüzünü. Sonra Allah yine can verir; yine ağaçlar yeşerir, çiçeklenir. Sadece ölüm üzerine değil aslında ahiret için de tevekkül edilebilir. Yani bu dünyaya geldik, sonra kaç yıl yaşarız bilemeyiz ama bir gün ölümün bizi de bulacağını biliriz. Ve sonra gömülünüz kara toprağa. Hani insanları birbirinden ayıran ama bir o kadar Allah'a yaklaştıran o toprağa. Sonra Rabbimiz can verir bize. Bu sefer bambaşka bir âlemde oluruz. Burada bir durup düşünelim, ölüm geldi ve biz Rabbimize döneceğiz. Kimimiz ağlayarak, kimimiz sevinerek son nefesimizi vereceğiz. Vadeliden gün geldi ve biz hesaba çekileceğiz. Yolun sonuna değil bilâkis başına gelmiş olacağız. Bu sefer sınav bitmiş, emeğimizin karşılığını almaya başlarız. Ama bu dünyada ki gibi değil. Rabbimizin terazisinde, adil bir terazide.
Velhasıl kitabın ve ömrün özeti olarak dünyaya gelmek hak, ölüm hak, ahiret hak. Madem bir canımız var onu da neden batılla tüketelim. Madem ölüm bir defa gelecek o da neden Allah için olmasın. Önemli olan ölümün ne zaman, kaç yaşında geldiği değil. Önemli olan ölümün ne şekilde geldiği. Önemli olan ölüm gelirken bizim hangi hâlde olduğumuz. Önemli olan Allah'ın rızasına göre yaşamak, ölmek ve dirilmek....
Vesselam.