Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
"Sevgili arkadaşlar, hepinizi; anti emperyalist, anti kapitalist, anti sosyalist, anti nazist, en önemlisi de; Türkiye'ye özel ve ait olmak üzere anti firavunist bilinçle selamlıyorum. Ne mutlu ezeli ve ebedi ulu önderimiz Hz. Muhammed'in şefaatçisi olanlara. Sloganım şudur; Ne mutlu Müslüman'ım diyene!..”
Eskilerin şöyle bir sözü vardır: ‘’Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmest.’’ Yani büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir. Büyüklerin sözlerinde, hatta bazen selamlarında bile ayrı bir büyüklük mevcuttur. Kudüs’un devrimci muhafızı merhum Nuri Pakdil ağabeyimizin de selamı bu meyanda idi. Bir selam ki, amentü hükmünde. Bütün şeytani düzenlere, ifsat komitelerine, emperyalist ihtiraslara, materyalist anlayışlara reddiye mahiyetinde olan bir selam. Lailaheillalah virdinin bir tefsiri mahiyetinde bir selam. Tevhidin bir tamlaması olan Muhammeden Resulullah’ın bir şerhi olan selam…
Merhum Nuri ağabey, isimleri edebiyat tarihine Yedi Güzel Adam olarak geçen şair, edip ve mütefekkir olan mümtaz bir topluluğun üyesiydi. Her biri kendilerinden istifade edilmeye değer olan Yedi Güzel Adam, ülkemizde kültürel anlamda büyük hizmetler yapmışlardır. Artlarından şiir, sanat, edebiyat, eğitim, düşünce, toplum ve tarih adına hazine mahiyetinde bir müktesebat bırakmışlardır. Fakat dosya konumuz gereği bu yazımızda, bu müstesna topluluk içerisinde Nuri Pakdil ağabeyimizden öğrendiklerimize değineceğiz.
Kudüs nefesli şairin; ufkunun, bilincinin ve entelektüel birikiminin altında, çok ciddi bir temel bulunmaktadır. Mayasında bulunan Kur’an’i ve İman’i nefhalar, tüm yaşamı boyunca kendisini derinden etkilemiştir. Henüz küçük yaşlardan itibaren, ödünsüz Müslüman kimlikleri ile bilinen merhum anne ve babası tarafından birçok İslami, insani ve edebi konuda bilinçlendirildi. Merhume annesi, henüz küçük yaşlarda olan oğlunu karşısına oturtur, kendisine Kur’an’ı Kerim’den anlamıyla beraber ayetler okurdu. Akabinde Kudüs ve Cezayir öykülerini okur, geçmiş İslami şahsiyetlerin hayatlarından örnekler verir ve rol-model olarak bilgin/alim/arif şahsiyetleri kendisine sunardı.
Evet, ‘’Benim için yazı yazmak’’ diyordu Nuri ağabey, ‘’Bir bakıma savaşmak demektir. Çünkü yazılarımda, her türlü putçuluğa karşı, her türlü yabancılaştırmaya karşı, her türlü sapmalara karşı vermekte olduğum savaş anlatılmaktadır. Yazılarımda kirli mülkiyet tutkusunun insanı ele geçirmesi anlatılmaktadır. Yazılarım, kapitalizme ve sömürü düzenine karşı bir tepkiyi, bir eleştiriyi ifade etmektedir.’’ Bu bakış, insan fıtratına aykırı olan her türlü ideolojiye karşı bir duruştur. Sömürü düzenlerine, emperyalist güçlere, ırkçılığa, ötekileştirmeye zıt bir tavırdır. Yani yazmak demek, esas itibariyle ne pahasına olursa olsun doğruyu, hakkı ve hakikati paylaşmak demektir. Belki de Merhum Nuri Pakdil, bu sözü ile Şehid Seyyid Kutub’un şu dünya görüşüne bir gönderme yapmaktadır: “Kalem sahibi kimseler, birçok işleri yapabilirler. Ancak, fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla.”
Merhum Nuri Pakdil’in şiirleri, salt edebi ve sanatsal haz veren türden değildir. Bir dava, misyon, ideal, şuur ve bilinçle kuşanan türdendir. Onun şiirlerinde, yazılarında tüm İslam ümmetini bir arada görmek mümkündür. O bazen Mekke-Medine’de, bazen Kahire-Halep’tedir. En çok da Kudüs’tedir. Yüreğinin üzerindeki tüldür Kudüs. Mücadelesinin azığı, direnişinin ana temasıdır Kudüs. Karakteri, tıpkı Klas Duruş isimli eserinde söz ettiği vasıflar misaliydi. Bildiği şeylerden sorumlu olmayı, yaşamının amacı olarak terraki etmekteydi. Terazisinin ibresini, vicdanı olarak kabul etmekteydi. O’nun bağrı, mustazaf milletlere yanıktır. Nerde bir Müslüman incinse, ezilse, sömürülse kendi gönlünde hissetmektedir. Hissedebildiği kadar insan olunabileceğinin şuurundaydı. Mazlumlar zümresine olan düşkünlüğü, Muhammed-i sevdasından gelmekteydi. Çünkü Kudüs bilinci, ciddi bir sorumluluk sunmaktaydı kendisine.
Edebiyat dünyasının devrimci şairi için Kudüs’u savunmak, gerçek bağımsızlığı savunmaktı. Bu bağımsızlığı, soylu bir öfke ile birleşen direniş yoluyla savunmak gerekmekteydi. Hem yürünülen, hem de taşınan bir dağ olan hayat; sorumluluk yüklenen kimselerin şuur mücadelesi ile değer bulur. Bağımsızlıktır bu mücadelenina ana teması. Gerçek bağımsızlığı ve özgürlüğü, kol saati gibi üzerinde taşıdığı Kudüs davasında keşf etmişti. Kudüs’e ayarlanmayan her saatin, boşuna zaman tükettiği mefkuresindeydi.
Neden Kudüs der bazen insan. Kudüs’u hususi kılan durumlar nelerdir diye düşünür. Evet, Kudüs değil miydi ki, birçok Allah nebisinin ömrünü tamamladığı, bir kısmının ise ziyaret ettiği mekan. Kudüs değil miydi ki, Kur’an ayetlerine konu olan etrafı mübarek kılınmış şehir. Kudüs değil miydi ki, Peygamberimizin ve iman edenlerin ilk kıblesi, ilk klavuzu ve ilk pusulası. Ve yine Kudüs değil midir ki, seçkin sahabelerden günümüze kadar uğruna şehidler verilen, şiirler yazılan, ağıtlar yakılan, öfkeler bilenen, yolunda mukavemet edinen... Evet, Kudüs’u miras bırakır narin bir üzüm tanesi gibi yürek taşıyan anneler, çünkü çocuklarının gözleri ile bakarlar dünyaya. Kudüs’u görmek isterler o gözlerde; Özgürlüğü, direnişi, bağımsızlığı ve kâdim sevdaları...
Gerçek imanın, dönüştürücü gücünden söz eder Merhum Pakdil, bir müslümanın İman nuru ile tüm yeryüzünü hakka doğru sevk edebileceği kanaatindedir. Tıpkı, Üstad Bediüzzaman’ın, ‘’Hakiki imanı elde eden, kainata meydan okur’’ diye buyurduğu gibi. Bu tezahür, damarlarda sağlam cümlelerin dolaşmasıdır bazen. Uygarlıktan kopan bir ulusun alın yazısını değiştirmeye çalışmaktır bu iman. Mükteza-yı hâle mutabık bir özde yaşama biçimidir bu anlayış. Bu varoluşsal düşüncenin ana temasıdır der şair, İslam’ın mukadesatlarını tanımak, bilmek ve anlamak. ‘’Mekke, Medine Kudüs ve İstanbul sevilmeden, varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz.’’ Der Kudüs nefesli şair...
En büyük hayali olan Kudüs’te Cuma namazı kılmayı, 81 yaşında iken gerçekleştirdi. Fakat, Kudüs’ten aldığı ilhamla bir genç gibiydi. Heybetli konuşması, cesur duruşu, istikrarlı tavrı ve mahzun gönlü ile sanki de şunları söylüyordu bizlere: ‘’ Bir gün tüm müslümanlar buraya özgürce gelebilecekler. Biz müslümanları, işgal alıntındaki 3. Harem-i Şerifimizi, tam bağımsızlığa kavuşturacağız. Ve işte o gün, özgürlüğümüzü tüm dünyaya haykıracağız. Yürüyün, ayaklarınıza Kudüs gücü gelsin!’