Söz&Kalem Dergisi - Ammar Arslan
Mescid-i Aksa ve Kudüs’ün etrafını mübarek kılan Allah’ın şanı pek yücedir.
“Uykuyu bırakıp büyük cihada gelmeyen, küçük cihada gelir mi?”
Selâhaddin’in dağılmış, mezhep, iktidar ve dünyalık kavgasına düşmüş ümmeti toparlaması kolay olmamıştır. Selâhaddin Eyyûbî, ümmeti bir araya getirecek siyasi hamleler yapıp stratejiler üretirken, bir yandan da ümmeti bir arada tutacak olan maya ile toplumu yoğurmuştur. Ümmeti bir arada tutan maya inançtır, Peygamber (sav)’dir. Çünkü bu ümmet bir tesbih ise imamesi Resulullah (sav)’tır. Kendisi de hadis okumayı ve hadisler hakkında mütalaa yapmayı çokça seven bir Peygamber sevdalısıdır. O, ümmeti Peygamber sevdası ile uyandırmıştır... Selâhaddin âlimlere, hocalara emir verip şehir şehir, köy köy dolaşıp topluma Peygamber (sav)’i, Siyeri, sahabeyi anlatmalarını istemiştir. Hatta şehirlerde on binlerin katılımı ile mevlit etkinlikleri düzenletmiştir.
Yine Selâhaddin Eyyûbî, namaz konusunda çokça hassastı. Savaş meydanlarında bile namazı ertelemez, kazaya bırakmazdı. Namaz vakti girdiğinde at sırtında namaz kılardı. Özellikle cemaat ile namaza çok önem verir, hastalandığında cemaate iştirak edemediğinde imam, evine veya çadırına gelir orada beraber cemaat ile namaz kılarlardı.
Yine bir cemaat ile namaz için gittiği camide, Selâhaddin cemaate bir şeyler anlatırken, bir genç kalkar ve “ Ey Selahaddin, konuşuyorsun, konuşuyorsun ama hiçbir şey yapmıyorsun. Haydi, Kudüs’e bir sefer düzenle de biz de peşinden gelelim” deyince, Selâhaddin herhangi bir tepki vermeden susmayı tercih eder. Ertesi gün sabah namazında camiye giden Selâhaddin Eyyûbî’nin gözleri dün kendisine sitem eden genci arar. Genci orada göremeyen Selâhaddin cemaate dönüp, “Dün bana bağıran, sitem o genç nerde?” diye sorar, ama o genç sabah namazında yoktur. Selâhaddin, “O genç önce sabah namazına gelsin. Uykuyu bırakıp büyük cihada gelmeyen, küçük cihada gelir mi?” der.
Selâhaddin Eyyûbî sabah namazlarında camileri doldurmadan, Kudüs Haçlıları üzerine sefer düzenlenemeyeceğini çok iyi tahlil etmiştir. Çünkü bu mücadele zor ve çetin olacaktır. Ve böyle zor, çetin bir mücadeleye namazdan, cemaatle namazdan geri duran bir orduyla girişilemeyeceğini biliyordu. Çünkü namaz Müslümanlar için bir sığınak, Rableriyle buluştukları motivasyon merkezi gibiydi. İşte bu yüzden Selâhaddin İsra ve Mirac’ın durağı olan Kudüs’ün ancak beş vakit namazı da cemaatle kılan bir orduyla fethedileceğine inanıyordu.
Bu yüzdendir ki Selâhaddin ordusunun teçhizatı, moral ve motivasyonuyla ilgilendiği gibi, maneviyatı ile de alakadar oluyordu. Ordusuna sadece askeri taktikler vermekle yetinen bir komutan değil; maneviyatları, ibadetleri ile de ilgilenen bir imam gibiydi adeta.
Özellikle Kudüs’ün fethi olan Hıttin Savaşında geceleri nerdeyse yatmıyor, hem ibadet ediyor hem de askerlerin arasında dolaşıyordu. Yine askerlerin arasında dolaşırken bir çadırdan horlama sesleri işitince, “Bu çadırdan mağlubiyetin kokusu geliyor” demiştir. Yine çadırlar arasında gezip askerlerini teftiş ederken, başka bir çadıra yaklaşıyor, bakıyor ki çadırdaki askerler ibadet ediyorlar Kur’an okuyorlar, dua ediyorlar... Ve diyor ki “İşte bu çadırdan zaferin sesi ve kokusu geliyor”. Çünkü o biliyor ki gecelerini ihya edemeyenler, gündüzlerini inşa edemezler.
Selâhaddin Eyyûbî, cemaat ile saf bağlamanın, ortaya bir ortak irade koymak olduğunu, bir liderin/komutanın arkasında saf bağlamak olduğunu düşünüyordu. Zira cemaat ile namaz, insan topluluklarına beraber hareket etme kabiliyeti kazandırdığı gibi, bir lidere tabi olmayı ve bir disiplin içinde hareket etmeyi de öğretir. Tam da burada aklımıza, arkasında namaz için saf tutan sahabenin arasında elinde değnek ile dolaşan ve safların düzgünlüğünü kontrol eden Resulullah (sav) geliyor.
Evet, maalesef bugün Müslümanlar olarak namazdan gafiliz, hele de cemaat ile namaz konusunda çokça eksiğiz. Allah Resulü’nün de dediği gibi en büyük cihad nefisle olan cihattır. Kendi nefsini yenemeyip sabah namazına kalkamayan bir topluluk Kudüs’ü nasıl fethedebilir ki!
Bugün belki de camide aynı hizada saf bağlamayı başaramadığımız içindir ki, Kudüs için mücadele etme uğruna da bir araya gelemiyoruz. Tepkilerimiz, mücadelelerimiz belki de bu yüzden bir bütünlük oluşturamıyor, lokal ve kısır kalıyoruz. Allah’ın izniyle camide beraber saf bağlamayı başarabilirsek, Kudüs’ün kurtuluşuna giden yolda da saf bağlayabileceğiz.
Kudüs ile özdeşleşmiş şahsiyetlerin hayatından, hayatımıza dersler ve mesajlar aldığımız yazı dizimizde Selâhaddin Eyyûbî’yi üç yazıda anlattık dersek, hata etmiş oluruz. Bu anlamda okuyuculara SDAM Başkanı Dr. Abdulkadir Turan’ın Selâhaddin Eyyûbî ile ilgili eserlerini ve yazılarını okumalarını tavsiye ediyorum. Bununla beraber Selâhaddin’i Kudüs Fatihi yapan diğer bazı hususlara kısaca değinerek yazımızı bitirelim.
Selâhaddin, sürekli gönül kazanmayı hedefleyen, ihya ve inşa üzerine siyaset yürüten bir lider idi. Örneğin Mısır’da dönemin rejiminin işkence ve ölüm korkusu ile toplum üzerinde zorla, zorbalıkla tahakküm kurmasının simgesi olan, Darü`l Maune`yi yıktı, yerine “Nasıriyye Medresesini” kurdu. Bu, Mısır`ın ilk medresesiydi. O, cezalandırmaktan çok, eğitmeyi tercih etmiştir. Bugün biz bunu başaramadığımız için cezaevlerimiz dolu, yeni cezaevleri yapıyoruz.
Selâhaddin öylesine temiz bir siyaset ve cihad yürütmüştür ki, döneminin kralları, idarecileri, komutanları bile Selâhaddin’in mücadelesini lekelemek ve böylece Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü adına Haçlılar ile giriştiği mücadeleyi, cihadı mahkûm etmek için amiyane tabirle malzeme bulamamışlardır. Öyle ki İngiliz Kral Aslan Yürekli Richard’ın Üçüncü Haçlı Seferlerine katılmasının bir sebebi de kendisine hayranlık duyduğu Selâhaddin ile tanışmaktır. Bu durum bugünün Batı ve Avrupa’sı için de geçerlidir. Selâhaddin Eyyûbî’ye hem hayranlar hem de öfkeliler ama onu karlayamıyorlar.
Selâhaddin’in bir diğer belirgin özelliği ve onu Kudüs Fatihi yapan hasleti ise, inancını iradeye dönüştürebilmesidir. O Kudüs’ü esaretten kurtarmayı henüz küçük yaşlarda kendisine hedef edinmiş ve buna yönelik kendisini eğitmiştir. Ama mücadele içerisinde karşılaştığı birçok ihanet ve olumsuzluğa, kendisine düzenlenen birçok suikasta rağmen yeise kapılmamıştır. Gerek ümmeti Kudüs etrafında birleştirme yolunda gerekse de Haçlılar ile olan mücadelesinde birçok zorluk ile karşılaşmış, fakat yeri gelince atların sırtında gemi parçalarını taşıtıp çölleri aşmış ve gemiler inşa edecek iradeyi ortaya koyabilmiştir.
Selâhaddin Eyyûbî müthiş bir siyasi dehadır. Hayatı daha geniş okunup irdelendiğinde nasıl bir ince siyasi dehaya sahip olduğu, bu anlamda defalarca yaptığı kıvrak ve etkili manevralar ile Haçlılar ile mücadelesinde oyunun parçası değil de oyun kurucu olduğu görülecektir.
Rabbim O’na rahmet etsin. Rabbim bize de Selâhaddin’i ve misyonunu anlamayı, onun bıraktığı mücadeleyi çok daha ilerilere taşımayı nasip etsin. Rabbim mahşer gününde Kudüs için, Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için mücadele etmiş ve bu uğurda şehit olmuş olanlara karşı bizi mahcup etmesin. Rabbim böylesi bir istikamet ve mücadele azmini üzerimize sağnak sağnak yağdırsın.
Amin! Amin! Amin!