Söz&Kalem Dergisi - Hüseyin Gülsever
Sanathanemizde bu ay, İslam mimarisinin önemli figürlerinden biri olan 'minare' kavramına değineceğiz.
"Yeryüzünde bir şahit semalara yükselen
Göklere başkaldırmış olmuş birer gökdelen
Şehadet parmağının sanki birer misali
İlahi şahlanışın görkemli bir timsali"
Şairin de dediği gibi minarenin var olduğu her toprak parçası arza, bulunduğu yerin İslam oluşundan haber eder. "Burası Müslümanlarındır" demenin diğer adıdır minare. Ve yine şairin dediği gibi göklere başkaldırır minare; zira minare İslam'dır ve İslam'dan yücesi/yükseği yoktur.
Kelime anlamı itibariyle minare, menâre kökeninden gelir ve ışık saçan/görünen yer anlamındadır. Saçtığı ışık, müezzinin tok sesidir ve alfabesi ezandır. Ezan ise kula kulluktan Allah'a kulluğa çağrının en yüksek haykırışıdır.
İslam âleminde minarenin varlığı meselesi çok tartışılsa da günümüz konjonktüründe ve kazandığı itibar gereği minare çok önemli bir temsiliyet arz eder. Zira bugün bir gayrimüslim toprakta dahi ezan sesi yükselmese bile minare gören bir Müslümanın kalbindeki mutluluk paha biçilemez bir duygudur. Bir gayrimüslimin de herhangi bir arzda minare görmesi orada ya İslam'ın hâkim olduğunu ya da daha önce İslam Medeniyetinin o topraklara temas ettiğini işaret eder. Bu bile başlı başına minare figürünün medeniyetimiz açısından ne denli mühim olduğunu göstermeye yeter.
Minarenin bizlere verdiği belki de en önemli mesaj, İslam Medeniyetinin statik değil dinamik bir seyir çizdiği ile ilgilidir. Zira Hz. Peygamber(a.s), Bilal-i Habeş'e ezan okumasını söylediğinde henüz ortada minare ve benzeri bir yapıt olmadığını biliyoruz. O dönem iple yükselip "üstüvane" denilen silindir bir yapıda ezanı seslendirmiştir Bilal (r.a). Daha sonraları Emevi döneminde hükümdar 1. Muaviye iken Mısır Valisi Mesleme b. Muhalled belki de İslam medeniyetinin en mühim figürlerinden olan minareyi inşa ettirmiştir. Ve o yapıt, o günden günümüze kadar her coğrafyanın sosyolojisine, yer şekillerine, iklimine ve hatta insani hasletlerine göre şekillenmiştir.
Bir gayrimüslimin zihninde müslüman toprağı algısı oluşturan minarenin Peygamber (a.s) döneminde bulunmayıp sonradan medeniyetimize eklenmiş olması ve akabinde şekillenip Osmanlı Döneminde temsilin zirvesine ulaşmış olması aslında bu medeniyetin ne denli çağa, zamana, zemine, konjönktüre eklemlenebildiğini, bununla beraber asla kırmızı çizgilerinden taviz vermediğini ispatlar niteliktedir. Aksine bu çizgilere insanları çağıran çağrı, tam da bu minarelerin tepesinde okunmaktadır.
Peygamber (a.s)'in hadisinde buyurduğu “Kim İslam'da iyi bir çığır açarsa açtığı çığrın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de islamda (müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığrın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.”
ifadesi minvalinde değerlendirilirse mesele, minare tam da bahsedilen 'iyi bir çığır' niteliğindedir. Hâl böyle iken minare gibi sonradan ekleme olgulara bid'at gibi yakıştırmalar yapmak, bu medeniyetin ilerlemesine ket vurmaktan başka bir şey değildir.
Konumuz bir de medeniyetimizin mimari yönünden bakalım:
Başlangıçta çok basit bir işlevi yerine getirmek için ortaya çıkan bir mimari yapı olarak düşünülebilir minare. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren ezanın, müslüman ahaliye ulaştırılması için daha yüksek bir noktadan okunması ihtiyacı doğmuş ve bunun için de camiye ek dikey/şakuli bir mimari yapı hasıl olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde muhtelif zaman ve coğrafyalarda inşa olunan İslam şehirlerinin ufki düzeni içerisinde minarenin şakuli duruşu, İslam şehir siluetinin özgünlük kazanmasını sağlamıştır. Dolayısıyla minare, tarihsel gelişiminin neticesinde İslam şehirlerinin nişanesi/sembolü haline gelmiştir. Öyle ki bugün, dijital ses sistemlerinin işlevsel olma yönünden getirdiği imkanlara rağmen modern cami tasarımında/inşasında minareyi yok saymak tercih edilmemektedir.
İslam sanatında minarenin inşai yöntemi ve biçimi, döneme, coğrafyaya, iklime ve malzemeye göre farklılık göstermiştir. Söz gelimi Suriye ve Mısır gölgesinde kare planlı ve taştan inşa edilirken, Asya ve Anadolu’da daha çok dairesel formda ve tuğladan, taştan veya yer yer ahşaptan biçimlenebilmiştir. Bu çeşitlenmeyle birlikte minare, İslam sanatındaki tezyini yönünü hep muhafaza etmiştir. Zira islam sanatının en görkemli şekilde temaşa edildiği yerler camiler ve onlara eklenen minareler olmuştur.
Hülasa; medeniyetimizin kadim bir sembolü haline gelmiş minarelerimizin hem görsel hem tarihi hafıza açısından bize verdiği birçok mesaj mevcuttur. "Yeni bir çığır" açmak suretiyle medeniyete katkıda bulunan/bulunmuş her adım mühimdir. Bu gözle minare figürünü değerlendirmeli ve medeniyetin istikbali açısından var olacak gelişmeleri bu gözle okumalıyız.