
İman edenlere “vasat ümmet” tanımlaması ile inzar buyurana hamd ile…
İnsan tutunacak tek bir dal arıyordu. Aynı insan var olan o tek dayanak dalı kesiyordu. İnsan hem daldı hem balta. Her dem huzur ve sekinetten bir salise peşindeydi. Gene oydu hak-hesap gözetmeksizin yaşam geçiştirmek ile meşgul olan. Bir bahçıvan çam ağacı dikmek gerekir diyordu, bir diğeri ceviz. Ustanın biri tuğlanın faydalarını sayıyordu, bir diğeri eski taş evlerin eşsiz işlevinden bahis açıyordu. Sonra level atladı bu süreç ve artık görüş belirtmek değil fikir dikte etmek kısmına geçti insan. Farkında değildi belki ama acıdır ki kendinden kaçarken gene kendine çarpıyordu her seferinde insan.
İnsan, kendisinin ötekisi iken neden hep başkasına öteki muamelesi yapar? Şifa meşveret iken neden husumetin cazibesi ağır basar? Şu yaşamak istemediğimiz durumları, halleri neden yaşatma için gayret sarf ederiz hep? Halbuki olması gereken tam tersi iken.
Hayat, insan ve imtihan... Hep bu üçgen içerisinde döner dünyamız. Dışına çıkamayız, genişletemeyiz, kabuğunu kırıp dünya ötesine gidemeyiz. İnsan uzaya da çıksa imtihanı dünyadır, yeryüzüdür, insandır. Mekânın zahiri tebdili hakikatin çerçevesini değiştirmez. Hal böyle iken dar olan yurdu biz birbirimize daha fazla dar edip darlanma sebebi kılıyoruz. Peki bu maharet! nereden geliyor?
Her gün dünyanın bir köşesinde birileri sırf din, dil, renk, ırk farklılığı sebebiyle öteki muamelesi görüyor, dışlanıyor ve türlü türlü sıkıntılar ile cebelleşiyor. Beyazların ülkesinde siyahi doğan, kendi vatanı dışında mülteci doğan bir çocuk hayata eksi bir ile başlıyor. Baskı altında yaşıyor, deyim yerindeyse çadırında ve dahi evinde (ki o da varsa) kendini kuşatılmış hissediyor. Hissetmekle de kalmıyor bunu birebir yaşıyor. Çok değil geçen aylarda sırf mülteci diye canlı canlı yakılan üç gencin anımsanması mefhum açısından yeterli olacaktır. İşte bu, narsisizmin fanatizm ruhuyla ortaya çıkardığı eserdir. Had safhada bulunan kibrin etkisidir. Şeytanın öncülüğünde olan bir seferin neticesidir.
Günümüz literatüründe bu duruma ırkçılık deniliyor. Yani kendini diğer tüm herkesten üstün, ari gören kimse. Yani hodbin, narsist ve mütekebbir. Hiç şüphesiz bu mecazi olmayan hikâyenin ana karakteri şeytandır ve onun ırkçılık atası olduğu ayet ile sabittir: Allah (c.c.) buyurdu: “Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis), “Ben ondan daha üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. (Araf, 12) Irkçılık, ayetin içeriğinden de anlaşılacağı üzere cehalete ve taassuba dayalı göz ve gönülleri kör eden manevi bir hastalıktır.
Irkçılık denildiğinde etnik ayrımcılık olan biyolojik ırkçılığı olarak anlıyoruz genellikle. Ancak gözden kaçırdığımız eşsiz bir hakikat var: her türlü yaşam tarzı ayrımcılığı da ırkçılığa dâhildir. Kişinin fanatizm ruhuyla aşırıya gittiği her şey bir yerde onu yüceltmesi, onun dışındakilerini küçük görmesi ve taassubu giyinmesi de bu dairenin içerisinde yer alır. Bu tarz ırkçılığa en çok mesleki alanlarda, siyasette ve fikirsel oluşumlarda rastlarız genellikle. En basitinden hepimizin hafızasında çöpçülük mesleği ile doktorluk mesleği arasında uçurum farklar var edildi. Giyim kuşamdan, konuşulan dilden, kültürel değerlerimize kadar hep birileri eşsiz iyi diğer kesim de bir o kadar geri, düşük ve cahil olarak dayatıldı. Şimdilerde ise bunlardan ziyade en doğru fikir ve düşünce bana aittir kibri ile karşı karşıya kalıyoruz. Tüm ırkçılık hastalıklarının temelinde yatan ur da tam olarak bu yani fikirsel olanı.
Bakıyorsunuz herkes her şeyi biliyor, her şeye vakıf, sanki herkeste ben nasıl farklı olurum, kendimi nasıl ari kılarım telaşesi hâkim. Kimi yöneticiler yalnızca benim dediğim doğru ve bu doğru aynen bu şekilde uygulanacak diye diretiyor. Başka biri reddiye olarak bir hakikat varsa o da benim yanımda ve bana tabi olanların heybesindedir diyerek karşı çıkıyor. Oradan başka biri çıkıp falancanın itikadı zayıf dinlenilmesi bile caiz değildir tarzında ahkam bile kesiyor, işi çirkin bir cüretle kesinlikle bu (haşa) iman ehli değildir demeye kadar götürüyor. İnsani ilişkilerimizde dahi artık bu hastalığa sık sık şahit oluyoruz, illa benim yaptığım, söylediğim, dinlediğim, okuduğum, doğru.” İlla” edatı ile bağırışımalar, uğultular devam ediyor. İlla, illa ve illa!
Şimdi sorsak eminim hepsinin bunu yapmak için kendince doğru bir sebebi vardır. Tamam diyelim ki var. Bizim gibi sayamadığımız bir kimsenin yabancı olarak algılanması, kafa içi bize benzemeyen, basma kalıp düşünce ile düşündüğümüz, bizden farklı olan kimseyi tehdit olarak mı algılayacağız? Bu bağnazlık, anlayışsızlık ve koyu bir tekebbür olmaz mı sizce de? Umut değil ümitsizlik, ferahlık değil darlık, sekinet değil huzursuzluk vermez mi bir insana? Kaldı ki sebeplerin haklılığı da tartışmalı ve doğruluğu göreceli bir şey. Netice itibariyle fikirsel ırkçılığın var ettiği yegâne şey şudur: muhatabın psikolojik olarak çökertilmesi, hatibin kibir libasıyla kendini müstağni görmesidir.
Gökhan Özcan hocanın bir makalesinde şu kısım çok hoşuma gitmişti: “Herkes haklı olduğuna inanıyor ve hiç kimse haklılığını objektif ve hakkaniyetli bir terazide tartmaya yanaşmıyor. Her şey bu kadar keyfi ve enaniyete dayalıyken, objektif kriterlerden ve ortak insani değerlerden kendini bu kadar bağımsız görürken, hızla kaosa doğru yürüyen bu yeni dünyayı kötülükten, kendi kötülüklerimizden nasıl koruyacağız? Çözülen insani değerleri, hissedişleri, duruşları nasıl geri getireceğiz?”
Evet, insan gözleri ile her bir şeyi görür bir şey dışında: kendi gözlerini. Çözülüyor, azalıyor ve İslami, artı insani değerlerimizi kaybediyoruz. Cedel, hilâf, husumet ve taassubun kimseye yararı olmadığı ayan beyan ortada, bundan sebep çare müsamaha, vasat duruş ve tesâhüldür.
O halde ben ırkçılık karşıtıyım diyen her insan bu durumlara baş kaldırmalı ve yaygınlaştırılmasını engellemelidir. Ve gene ben Müslümanım diyen herkes Müslüman kardeşliğini bozacak mezhep, meşrep ve cemaat taassubundan uzak durmalıdır.
Gelin dünyamızın bu manevi hava kirliliğini vasat olmak, dengeli davranmak ve ölçülü fikirlerimiz ile biz değiştirelim. Etkisi bu derece murdar eden hastalığa karşı tepkimiz ve tedavimiz bu ayet olsun: “İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Resulün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta (dengeli, vasat) bir ümmet kıldık.” (Bakara, 143).
Hayırla kalın...
Söz&Kalem Dergisi | Müzeyyen Sena Titiz
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...