Söz&Kalem Dergisi - Müzeyyen Sena Titiz
Dilediğine dileğince et verip, hayra nail eden ve derin kavrayış sahibi olanların bundan ders çıkarmasını sağlayan el-Hâkim’in adıyla...¹
Aziz ve sıddık kardeşim!
Seni, Allah’ın selamıyla üstadın da hitabıyla selamlıyorum.
Allah Teâlâ hazretleri biz kullarına daima merhametiyle muamelede bulunmuş, engebeli dünya arazisinde mayın tarlalarından korunmamız için bize daima peygamberler, salihler ve âlimler göndermiştir. Kimi zaman “Gelin, bu dünyayı değiştirelim!” diyen Mevdûdî’yi ve “Ey Allah adına koşanlar, daha hızlı koşun!” diye haykıran Şehit Hasan el Benna’yı, kimi zaman da “İslâm korkakların değil, cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükselecektir.” diyerek zayıf değil kuvvetli müminlerden olmamamız gerektiğini bize hatırlatan Aliya İzzet Begoviç’i ve “Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır.” sözünün sahibi, bu asrın ender ihya öğretmenlerinden olan Üstad Bedîüzzaman’ı göndermiştir. Bizden onlara kulak kabartmamızı istemiş; dinler, kavrar ve hayata geçirirsek yanımızın yanları olacağına vurgu yapmıştır.²
İmânı sıradağlar gibi muhkem olan üstad, deyim yerindeyse itikat güçlendiren bir kahraman ve karanlık bükücü bir âlim olmuştur. Kendisi ömrünün yirmi sekiz senesini hapis ve sürgünde geçiren, dünyadan geriye bir demlik, birkaç bardak, eski bir gömlek, cübbe, sarık, misvak, biraz çay ve şeker, iki kalem, kâğıt, birkaç tane kap ve on lira para bırakan dertli bir dava adamıdır.
“Derd benimdir, deva Kur’an’ındır.” diyerek çıktığı yolda sanıyorum ki bu ayet-i kerimeyi heybesine almıştır. “Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.”³ Bu ayetin verdiği manevi güçle velisi olarak Allah Teâlâ’yı seçmiş ve şöyle demiştir: “ Eğer O (c.c) yâr ise herkes yâr her şey yarar; eğer O (c.c) yâr değilse herkes bâr her şey neyyâr.”⁴ Sonrasında da geçtiği gibi türlü türlü karanlıklara takılı kalmayalım diye tek nur ve aydınlık olan Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması kavgası vermiştir. Bu minvalde de şöyle veciz bir sözü vardır: “Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi ittibâ-i Kur’ân’dır.” ⁵ Kendisi hastalanan bir çağa şahitlik etmiş ilacının ne olduğunu, nasıl kullanılması gerektiğini detayları ile açıklayarak bizlere tefsir etmiştir.
- Denilir ki: “İslâmiyet, fikre ve hayata ne getirmiştir?” sorusu kendisine yöneltildiğinde , “İslâm, fikre tevhîd; hayata istikâmet getirmiştir.” diye cevap vermişti.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun kendisi dünyanın şahitlik edebileceği en kuvvetli iman avukatlarından biridir. Fetihlerin başının fikir başarısı olduğunu savunmuş, insan oğlunun evvela iman selameti üzerinde durmuştur. İnsanlığın temel ihtiyacının Allah’tan haberdar olmak olduğuna gönderme yaparak şöyle demiştir: “Dâhilde irşâd ve tebliğ lazımdır. Kılıç hâricî düşmana çekilir.” Kalemin gücünün bir silah gücü nispetinde hatta belki daha fazla bir güçte olduğunu bizlere göstererek, İslam ve iman davetine farklı bir boyut kazandırmıştır. Ameli eksiksiz, sözleri etkisiz kalmamış ve bu duruşuyla çağın acîbi, garîbi ve eşsizi yani Bedîüzzaman’ı olmuştur.
İman-î konuların yanı sıra kalbî konuları da ıskalamayan üstad, insanın gayet tabii hallerine de değinmiş ve çözümlerini kaleme almıştır. Yeis ve gelecek kaygısı, keza hastalık ya da kalp, vicdan ve mutluluk. Tüm konuları bir psikolog tarzında önce incelemiş sonrasında da Kur’an-i bir tedavi yöntemi kullanmıştır. Kalbe ve içine dolaşan sevgilere dair şöyle söylemektedir: “Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun aynası olduğu cihetle ıstırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.”⁶ İşte, Allah namına sevmek Allah’ı sevmektir.
Tespit ve temsiliyeti açısından tam bir muhakeme yeteneği olan üstad, kelime ve cümle yapılarında da çoğu yazarı sollamıştır. Dünyanın iki yüzünü gösterebilmiş, geçiciliğin tüm tapularını yıkmıştır. “Allah namına ver.. Allah namına al.. Allah namına başla.. Allah namına işle...”⁷ Diyerek, Allah adına yaşamış, Allah adına da yazı mücadelesi vermiştir. Gelin hep beraber Allah namına onun bıraktığı reçeteye kulak verelim:
“Dünya madem fanidir. Hem madem ömrü kısadır. Hem madem neşeli lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın eğlencesi Hakîm ve Kerim bir Müdebberi var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezaya uğramaz. Hem madem لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا sırrınca teklif-i malayutak yoktur. Madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünya feda ediyor, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani hayatlarla ömrü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibi emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını kapatsın saadet- ebediyeye girsin.”⁸
Yegâne ve tek gerçek yâr olana onun yoluna can olanlarla ulaşabiliriz ancak. Öyleyse, yâra yaren, canana can olabilmek duasıyla O’na (c.c) emanet kalınız...
¹ Bakara 269
² Nisa 69
³ Bakara 257
⁴ Mektubat / 16. Mektup
⁵ Mektubat
⁶ Sözler/ 24. Söz
⁷ Sözler/ 1. Söz
⁸Mektubat / 16. Mektup