Hüseyin Gülsever | Söz&Kalem Dergisi
Toyca bir heyecan sarmıştı bedenimi. Allah ile tanışmak, davasını tanımak; davasının tüm yükünü yüklenmeyi gerektirmişti idrakime. Yüküyle beraber katmer katmer aşkını da nakşediyordu yüreğime. Lise sıralarında oturan 15'inde henüz bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıydım. Davaya deli, davaya taptaze kandım. Dedim ya, delikanlıydım.
Söyleyecek sözümüzün olduğunu öğrenmiştik. Bütün cihan bizi dinlemeli, bize inanmalı hatta mümkünse bizimle olmalıydı. "Allah nurunu tamamlayacak" hakikatini hayata bilfiil işlemek en büyük gayemiz, şehadet en büyük arzumuzdu. Mahşer günü Huzur-u Hüda'ya ak alınla çıkmak için yapamayacağımız şey yoktu.
Böyle bir dönemde gayeler uğruna seferberlik ilan edilmişti. Bunun farkında olan dert sahipleri vardı. Herkesin her şeyini ortaya döktüğü bir demdi ve gencecik dimağlara bir rota lazımdı.
İslami davanın bugünlere ulaşmasında büyük pay sahibi olan dergicilik, genç dinamizmine rota olacak büyük bir güçtü. Bunun idrakinde olan söz sahipleri durmanın haram olduğunun da farkındaydı elbet. 'Kalem' kelamın özü; hakikatten mâna alan 'söz', sözlerin en güzellerindendi.
'Söz'ü olanların 'Kalem'lerini ellerine almalarının vaktiydi. Kalemler sözlerle taşmış, sözler kalemleri aşmıştı. Kaleme yemin eden Allah'a, söz veren bir avuç genç yola koyuldu.
Nur topu gibi "Söz Ve Kalem"imiz olmuştu. Kelamlar artık kağıtlardan sadırlara işleyecekti. Gencecik ama dimdik kalem sahiplerinin dergisiydi. Dergi değil sadece, deryaydı. Ümit, aşk, heves, ihlas, dua... Bunlarla kesilmişti dergimizin kurdelesi.
Lise sıralarında dergimizin basıldığını öğrenince ağabeyimden, heyecan beni de sarmıştı. Bahsettiğim gibi davamızı dünyaya ulaştıracak taptaze bir dergimiz vardı artık. Sınıfımda değerli bir dostun masasında " Vira Bismillah" kapaklı ilk sayımızı görünce, besmele ateşi benim bağrımda da yanmaya başladı. Bismillah ile yola tekrardan koyulma vakti gelmişti. İnsanlık, bilhassa gençlik, dergimizle özüne kavuşacaktı. Maddeperest, zevkperest, hazperest ve hızperest bir gençlik istemediğimizi haykırmanın tam vaktiydi.
Bir araya gelerek davamızı ve derdimizi paylaştığımız bir avuç arkadaşla dergi aboneliğimizi başlattık. Yazarları yakın çevremizden olan dergimizi okumaya başlayınca iştahımız kabarıyor, sadakatimiz artıyor, inancımız tazeleniyordu. Ağabeylerimiz "kalem"leriyle küffara meydan okuyordu. Emperyal duvarları "söz"leriyle alaşağı etmeye çalışıyorlardı.
Yıllar geçti, zaman değişti, konjönktür evrildi ben farklılaştım ama bir şey sabit kaldı: Derdimiz...
Bu dertle yıllarca okumak elbette bir birikim kattı bohçamıza. Yeni mefkûrelere yelken açtıkça bir başka dünyanın kapısında buluyorduk kendimizi. Davaya kan olmaya devam ederken, ilk günkü heyecanımızın versiyonu da evriliyordu. Öğreniyorduk insanlara nasıl ulaşmak gerektiğini. Öğreniyorduk kazanmaya çalışırken taktiksel hatalarla kaybetmenin ne denli yıkıcı olduğunu. Öğreniyorduk etiketleme hastalığının bizleri buhrana sürükleyeceğini. Ebu Cehil'in kapısının da defaatle çalındığını. İman etmeyeceği ayetle sabit olan Ebu Lehebin de çağrıldığını. Okumak öğretiyordu bizlere. Bizden bizi okumak...
Okumak olgunlaştırırken zihinlerimizi, kalem tutmak zamanı geldiğini fark etmeye başlıyordum. Okudukça "Benim de söyleyecek sözüm var" diyor ve karalamaya başlıyordum. İlk karalamalarım çok toyca olsa da; hizmet aşkına, derdimi paylaşma aşkına harfleri bir araya getirebilmek bile tarifi imkansız mutluluklar sunuyordu bana.
Artık dergimize yazma vaktiydi. Kelamım 'kalem'ime gark olmuş, 'söz'lerim yüreğimden taşar hale gelmişti.
Son paragrafı yazarken hafif tebessümle anımsadığım şu durumu da arz etmek isterim. Henüz dergiye gönderdiğim ilkyazımdı. Çok heyecanlıydım. Hiç tanımadığım gencecik fidanlar yazımı okuyacak ve belki de paylarına bir şeyler düşecekti yazımdan diye düşünüyordum. Derginin o ayki sayısı elime ulaştı ama ne yazık ki dergimizin ilgili komisyonundan geçmemişti yazım. Yayımlanmamıştı. Hayallerim suya düşerken ben de kendimi sitem, hüzün ve belki de öfke duyguları arasında buluyordum. Neden acaba diye düşünmeden edemezken, o gece bir karar aldım. Kırgınlığımı azme dönüştürmeliydim. İyi yazmak için iyi bir okuyucu olmak düsturuna yeterince riayet etmediğimi düşündüm ve bir yıl boyunca dergiye yazı göndermeme kararı aldım. Okumaktı yazdıracak olan bana. İlhamı İkra (Alak 1) verecek, mürekkebi Vel Kalem (Kalem 1) dökecekti.
Okudukça evrilmeye devam ediyordum. Toyluğun sınırının olmadığını anlıyordum. "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" demeye başlıyordum. Seviniyordum, zira öğreniyordum. Yazıyordum artık, zira okuyordum.
Bir yılın ardından dergi ve dergicilik hayatı ile daha yakından tanıştım. Zira bir yıl aradan sonra gönderdiğim ikinci yazım kabul edilmişti. Ayrıca çok beğenilmiş olacak ki yazılarımın devam edilmesi istendi. Bu mutluluk ve gurur bana ziyadesiyle yetiyor(du).
İşte dergimiz tırnaklarla kazınarak, binbir emek sarfedilerek bu günlere ulaştı. Onca uğraşın ardından da bu ay 10. Yılına ulaştı. Bu vesileyle Rab'bimden ayaklarımızı sabit kılmasını niyaz ediyor ve dergimizi nice 10'lu yıllarda bilfiil aktif yayın hayatında ve "Gönül Ülkelerimizde" görmeyi niyaz ediyorum. Ve tekrardan bu vesileyle geçtiğimiz ay vefat eden dergimizin güzide şairi Orhan Özsoy ağabeyimize de Allah'tan rahmet diliyorum. Cennet mekan inşallah.
Biz gideriz, dava kalır...
Selam ve dua ile...