Puslu ve gri bir hava hâkimdi. Attığı adımlar, ruhsal medcezirleriyle paralellik gösteriyordu. Her adımda yeni karmaşalara rastlıyor; var olmak ve toplumda yer edinebilmek kaygısıyla alabildiğine efkara râm oluyordu. Kaldırım nabzının cıvıl cıvıl attığı şehir merkezine yaklaşınca yalnız yürümenin verdiği sekinet kaybolmuş, duraksamış ve de çevre hengamesine dalmıştı. Susadığını hissedince bir büfenin kuyruğuna girmiş ve ardında beklediği adamın garip kıyafet tarzına müstehzi bir tutumla yargılar oluşturmuş, içten içe küçümsemişti. İşin delikanlılık boyutu bir yana insanlık boyutuna kadar çıkarılabilecek bir yargılar silsilesi zihnini meşgul ederken sıra kendisine gelmiş ve suyunu almış, hemen köşede yudumlamaya başlamıştı. Yürümeye devam ettikçe az evvel içinde vura kıra rencide ettiği, insanlık dışı bir esvaba bürüdüğü büfe kuyruğundaki şahsa benzer tipler görmeğe başladı. İlerledikçe bu denk gelmeler arttı. Bir, üç, beş, yedi… Merkeze yaklaştıkça tiplemeler içerisinde aslında farklı ve uyumsuz olanın kendisi olduğunu fark etti. Bir an düşündü; yadırgadığı şeyin doğruluğunu sorgulamak zorunda hissetti kendini. Çünkü herkes benzer şekilde giyinmiş, kendisi ortama Fransız kalmıştı. Derken bulduğu ilk toplu taşıta binmiş ve doğruca kalacağı yere ulaşmıştı. Geldiği yere alışmak ve tahsilini yapmak üzere şehre intibak sağlamak durumundaydı. Günler haftaları kovalarken derin bir aidiyet sızısı yaşamaya başlamış ve sancılara derman bulmak için toplumla ortak paydada buluşacağı noktaları arttırmaya karar vermişti. Hafta sonu gelmiş, sabahın erken saatlerinde şehir merkezindeki kıyafet mağazalarının birinde mankenin üstündeki kıyafetlerden birini denemek için harekete geçmişti. İçine sinmese de aldı ve kabinde değiştirdikten hemen sonra yeni giysileriyle şehir merkezinde kalabalığa karışmış ve herkes hüviyetine bürünmüştü. Elbette aykırı tiplere de rastlamıştı. Ama o kendini izbe sokağın sakini olmak yerine işlek bir caddenin orta katına atmıştı.
Hikâye ettiğim ve somutlaştırdığım alegorik anlatı, popüler kültür hakkında bize birkaç fikir nüvesi sunmuş olsa gerek. Mezkûr anlatı üzerinden anlaşılıyor ki yadırgadığımız şey, kimi zaman toplumsal baskıya yenik düşüyor ve ortak beğeniye tabii tutuluyor. Popüler kültürden kasıt salt herkesleşmek değildir. Fakat özgünlük de değildir.
Popüler kültür, toplumun ortak payda da bulunarak gösterişli, güncel bir tavırla ürettiği ve ürettiğini ivedilikle tükettiği şeyler bütünü olarak tanımlanabilir. Her ne kadar literatürde eski kültürle harmanlanıp popüler kültüre ait özgün bir tanım getirilmeye çalışılsa da esasında popüler kültür büyük çoğunlukla bugünü kapsar. Mefhum bugünün yükselenlerini kümeler ve bir kültür haline getirir. Özellikle 20.yy’da ve sonrasında toplumsal modernleşmeyle etkisini arttıran ve yan etkilerini açıkça izhar eden popüler kültür, değişkenliklerin yaygınlaşması olarak da yorumlanabilir. Günümüzde çokça etkisi ve sayısız örnek öğesi bulunan popüler kültür uzantıları, varlığını ve etkisini gücünün son kertesine değin izhar etmektedir. Toplumu etkisi altına alan, gerek dayatı gerek de teşvik ile toplumu gün geçtikçe bir değişime uğratmak gayesinde olanların daha çok güdülediği popüler kültür, kitlelerin şarkı zevkinden, film beğenisine kadar; kıyafet estetiğinden, tablo tercihine kadar; dinsel temayüllerden, cinsel eğilimlere kadar her varyantına etki etmenin ve toplumu evriltmenin çabası içerisindedir.
Popüler kültür ve kültürün tezahür ettiklerine salt negatif yahut tamamen pozitif yaklaşmamak gerekir. Çünkü mefhum, iyi-kötü etki edenlerinden arındırıldığında nötr bir paydaya konumlandırılabilecektir. Güdüleyeni iyiyse, anlamlı ve toplumsal maslahat aracı olarak kullanılabilirken aksi istikamette toplumun yozlaşması ve manipüle edilmesi noktasında da toplumu intihara sürükleyebilme potansiyelindedir. Bir örnekle son cümleyi izah edeyim. Goethe’nin Meşhur ‘Genç Werther’in Acıları’ eseri, imkânsız bir aşkın pençesinde kavrulan, tek çıkar yolun intihar etmek olduğuna kanaat getiren bir gencin hüzünlü, melankolik ve insanı derin azabın içine çeken ve neticesinde de intihar eden bir genci anlatır. Kitap o kadar popüler olur ki okurlar Werther ile kendi acılarını bütünleştirir. Acılarını Werther ile birleştiren gençler, neticesini de benzetme vehmine düşer. O dönemde müthiş şekilde intihar vakaları artar ve birçok ülkede eser yasaklanır. Lakin durdurak bilmez intihar vakaları. Bir süre sonra popülaritesini kaybedene kadar devam eder ve tedricen eskir, yerine bir başka şey gelir.
Toplumsal canlılar ayak uydurmaya programlanmıştır. Halk, sürü psikolojisine mütemadiyen girmiştir. Bir aidiyet ya da toplumsal varlık gösteremeyince başkalaşma cihetine gitmek, yaşamı idame ettirmek elzem hale gelmiştir. İşte popüler kültür denilen kavram da başkalaşmak, ötekiye benzemek ya da sairin fikriyle hemhal olmak durumlarını böyle böyle ihtiva etmiştir.
Mefhumun mahiyeti hakkında ifade edilenlerin ziyadesinde bir de mevzunun İslami çizgideki mukabelesini bilmek gerekmektedir.
Uygulanan teamüller üzerinden popüler kültüre bir harita çizilecek olsa şer niyetli güdüleyenler tarafından kullanıldığı ve İslami anlamda dar bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla toplumun derdini kendine hamledenlere bu noktada ciddi vazifeler düşmektedir. İslam, kitlenin olduğu her alanda her ne şekilde olursa olsun, hangi enstrümanlar kullanılırsa kullanılsın var olmak ve söz söylemek teklifi üzerinden bir yaklaşım emretmiştir. Kasım ayında ‘Şeytanın girdiği her yere, alimler de girmelidir!’ konu başlığında daha ayrıntılı biçimde anlatmış olduğum İslam’ın hayatın her alanında olma zarureti, popüler kültür söz konusu olduğunda da lokal bazda gereklidir.
Devir, imaj oluşturma ve pazarlama üzerinden her türlü şekle düşünmeden girme devridir. Kabul edilmelidir ki imaj, gerçekliği yenmiştir. Popüler kültür de bu oluşturulan imajın topluma özümsetildiği bir ‘platform mefhumu’ yahut paravan mesabesindedir. İşe yaramaz, insana yaramaz bir malın yahut ideolojinin iyi bir pr çalışması sonrasında piyasaya sunulması. Piyasanın sunulanın üzerindeki efsunkar reklama halkın tav olması, sunulan fikri ya da satılan malı elde etmesi, bilahare de elde edilenin kifayetsizliğini ve gerçeklik ile imajın arasındaki dağlar kadar farkı görmesi lakin trenin çoktan gözden kaybolmuş olması… Bu durum piyasalara ve reklam kampanyalarına yenilmiş insanın ahvalini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Pr çalışmalarını ve lansmanı iyi yönetenler, popüler kültüre yön verenlerdir. Gerçekliğin kalitesine bakmadan ona imaj oluşturan ve salt çıkarcı ve kapitalist bir tavırla pazara hâkim olanlardır. Üretim toplumunun, popüler kültüre entegre olduktan sonra tüketim toplumuna dönme sergüzeşti de bu yolla olmuştur.
Bunları neden anlattım?
Anlattım çünkü toplumun sömürüldüğü ve ahlakın umur dışı olduğu bir kapital/imite sistem dünyanın akıbeti noktasında iyi manzaralar çizmemektedir. Toplumun ahlaklı esnafa, temiz fikriyata, insanı aslına rücu ettiren yazara, hakkı hak bilen batılı batıl telakki eden şaire, hak yemeyen e-satış personeline, Allah’ı hatırlatan sanatçıya, ana-baba hakkını öğreten mürebbiyeye, hak ihlali yapmaksızın e-ticaret yapan tüccara, çocukları yoldan çıkarmayan youtuber’a ihtiyacı var. Kısacası gerçekliği de en az imajı kadar kaliteli bir pazara ihtiyaç olduğundan burada da olmak zorundayız. Bu zorunluluğumuz aksiyonu zaruri hale getirmektedir. Çağdaş kuramlar ve mefhumlar hakkında elde edilen yahut üzerine vukufiyet sağlanabilen alanlar arttıkça menzil-i maksuda ulaşma noktasında bir adım daha ileri gitmiş olacağız. Dolayısıyla postmodern evrenin ve simülasyon çağının da tefsirini Müslüman net şekilde yapmalı ve dimağlardan, hanelere kadar etki eden; genelde muasır tüm olgu ve kuramlar, özelde de popüler kültür etraflıca anlaşılmalı ve imkanlarından faydalanılmalıdır.
Çünkü bu ve nevi fırsatlar hem niyeti pak hem de niyeti şer olana yarıyor. Bu yarışta önce davranan muvaffak oluyor. Dönüştürebilme ve içerik üretebilme istidadına haiz olursa Müslümanlar, ıslah problemine daha iyi çözümler getirecektir.
Söz&Kalem Dergisi | Yusuf Yetiş