SALİSEYİ GÖSTEREN SAAT

SALİSEYİ GÖSTEREN SAAT

Ağustos ayının son günleri, liseyi bitirip üniversiteye başlayacak olanlar için özel bir öneme sahiptir. Bu günlerde açıklanan tercih sonuçları, hayatın geri kalan kısmı için bir dönüm noktası gibidir. Kendini ifade edebileceğine inandığı bölümü belirleyen ve bu minvalde tercih veren bir öğrenci, emeğinin karşılığını bulacak, gelen tercih sonucuna göre hayatıyla alakalı yeni bir merhaleye ayak basacaktır.

Bir Ağustos ayının sonlarında yaptığım tercihle yolum, şu satırları yazdığım İstanbul’a düştü. Daha önceleri gelmediğim bu şehir hakkında bildiğim bir şey vardı, o da İstanbul’un insanı yutacak güçte büyük bir şehir olmasıydı. Gideceğim yerde beni nasıl bir tehlikenin veya ne tür hayırların beklediğinin farkında değildim. Lakin her üniversite adayı gibi içimi bir heyecan kaplamıştı. Bir Eylül sabahı Esenler Otogarı’na inişimi ve beni karşılayanlarla okuluma yakın olan bir öğrenci evine geçişimi dün gibi hatırlıyorum.

İnsan hayatının en verimli zaman dilimlerinden biri de şüphesiz ki gençlik dönemidir. Hem ruhi hem de bedeni olarak zirvede olunan bu vakit, aynı zamanda eğitim ve öğretime de denk gelen vakittir. Nitekim beynin öğrenme ve ezber gibi ilerde daha zor yapılabilecek aktivitelere elverişli olduğu dönem de bu dönemdir.

Lise yılları gençlik yıllarına denk gelse de gençliğin daha çok hevesât kısmına denk gelir ki bu yıllarda ders çalışmak ve kitap okumaktan daha ziyade arkadaşlarla vakit geçirme ve nihayetinde eğlenmek tercih edilir. Üniversite yılları ise ergenlik dediğimiz hassas dönem bunalımlarının hafiflemeye başladığı ve kişiliğin ortaya çıktığı dönemdir. Genelde ortamlar ve mekânlar değişir; insan kendisini bambaşka bir hayat döngüsü içerisinde buluverir.

Her ne kadar bazılarımız lisede yurtlarda kalmışsa da genel olarak çoğumuz ailemizden ilk ayrılığımızı üniversite için yapmışızdır. Aileden ayrılık doğal olarak kişiye bir sorumluluk yükleyecek ve onu hayatın merkezine yerleştirecektir.  Bu süreçte kişi kendi başının çaresine bakmayı ve mücadele vererek zorluklara göğüs germeyi öğrenecektir.

Biz de aileden ilk ayrılığımızı üniversite için tattık ve bambaşka bir ortamda bulduk kendimizi. Dersler başlamış, biz de yavaş yavaş hem üniversite, hem ev, hem de şehir hayatına ayak uydurmaya çalışmıştık. Lakin bu şehirde zaman çok hızlı geçiyordu. Günün nasıl geçtiğinin, akşamın nasıl olduğunun farkına varamıyorduk çoğu kez. Öğleden sonra güne başlayan içinse gün yok denecek hükmündeydi. Ve hemen hemen herkes bundan şikâyet ediyordu.

Üniversitenin ilk yıllarında bölüm koordinatörümüz, zamanın azlığından şikâyet eden bizlere İmam Şafiî’nin bir beyitini okumuştu ezberinden. Bu kadar kısa ömrüne bunca bilgiyi nasıl sığdırdı dediğimiz hocalarımızdandı sağolsun. El-Ezher mezunu olduğu için Şafiî’nin divanını ezberdi ve amel olarak Hanefi mezhebine tabi olsa da koyu bir Şafii hayranıydı :) Bizlere okuduğu beyitte şöyle diyordu İmam Şafiî: “Biz hep zamanı ayıplıyoruz, oysaki ayıp bizde. Hiç durmadan zamanı hicvediyoruz, oysaki zamanın dili olsaydı o bizi hicvedecekti.”

Zamanın bu denli hızlı akması, bazı konularda hızlı davranmamız gerektiğini telkin ediyordu bize. Üniversiteyi alelacele bitirip sırf diploma almak için gelmemiştik buralara. Kendimizi geliştirme adına ortaya bir gayret koymalı ve programlı bir üniversite hayatı yaşamalıydık. En önemlisi de zamanımızı iyi değerlendirmeliydik çünkü zamanını iyi değerlendiremeyen bir öğrencinin, kendini yetiştirme konusunda hep eksik kalacağının bilincindeydik. Kaldı ki toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri de kendini yetiştirmiş insanların azlığı değil midir? Allah’ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem: “Bazen bir araya gelmiş yüz deve bulursunuz da binecek bir deve bulamazsınız” buyururken tam da bunu kastediyordu herhalde. Bu satırları yazarken aklıma bir söz daha geliyor. Mısırlıların bu konuda güzel bir sözleri var: “Hâkim milletler ile mahkûm milletler arasındaki fark, kefede bir dirhem kadardır. O dirhem hangi kefede olursa o millet hâkim olur. O dirhem, kendini yetiştirmiş insandır.”

Yürülecek yolu, önceden yürümüş birisine sormak ve yolda karşılaşılabilecek şeyler hakkında bilgi sahibi olmak, o yolu yürümeyi hızlandıracaktır. Üniversite hayatının zorluklarını tatmış tecrübe sahibi birini, kendine danışman olarak belirlemek de aynı şekilde üniversite hayatını kolaylaştıracak ve az zamanda çok işler başarmamıza vesile olacaktır.

Bize bu konuda yardımcı olan, zamanımızı iyi değerlendirmemizi öğütleyen ve bizi yutmaya çalışan asra karşı iyi bir okuma yapmamızı öneren hocalarımız vesilesiyle istenilen kadar olmasa da iyi bir üniversite süreci yaşadığımıza inanıyorum. Özellikle SDAM bünyesinde, Abdülkadir Turan Hoca başta olmak üzere diğer hocalarımızdan edindiğimiz istifadenin bize çok farklı ufuklar kazandırdığına inanıyorum. Yapılan dersler, okunulan kitaplar, iştirak edilen seminer ve konferansların her biri, zamanı iyi değerlendirme adına ortaya konulan gayretlerin bir neticesiydi.

Popülaritenin arttığı bir asırda, çok kitap okumanın değil, aynı kitapları çok okumanın insana daha fazla birikim aktaracağını da bu şehirde öğrendik. Medeniyetimizin ilmi ve fikri birikiminden istifade etmek adına sürekli kitap tavsiyesi aldık ve okumalar yapmaya gayret ettik. Yaptığımız bu okumalar bizleri, okuduğumuz üniversitelerde de daha ayrıcalıklı kıldı. Nitekim hiç unutmam Abdülkadir Turan Hoca, bir yaz tatilinde bizden İbnü’l Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye’si ve İbnü’l Esir’in el-Kamil fi’t-Tarih adlı eserinden birisini okumamızı istemişti. Ben İbnü’l Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye adlı eserini 8’inci cildine kadar okumuştum o yaz. İslam Tarihi bölüm hocalarımızdan Prof. Dr. Adnan Demircan Hoca dönem başında yaptığı bir derste: “Ben bu kadar yıllık hocayım daha İlahiyat Fakültelerinde eski siyer kaynaklarını okuyan öğrenciye denk gelmemişim” demiş ben de bunun üzerine el-Bidaye ve’n-Nihaye’yi okuduğumu söylemiştim. İlkin çok şaşıran Adnan hoca daha sonra, doçentlik yapanlara bile bu eseri zar zor okuttuklarından dert yanmıştı tüm sınıfa. Bir program üzerine yapılan okumaların getirdiği kazanımlardan sadece bir örnekti bu.

Üniversite hayatının en hatırda kalır diğer bir yanı da öğrenci evleri veya yurtlardır. Ben üniversite hayatımın çoğunu evlerde geçirdim. İnişli çıkışlı bir dönem olsa da karşılaştığım her sıkıntıyı, ilerde işimi kolaylaştıracak bir tecrübe olarak kabul ettim. Öğrenci evleri, yurtlar kadar olmasa da disiplinin sağlanabileceği yerlerdir, lakin bunun için de iyi bir gayret gerekiyor. Evlerde uygulanması için belirlenen kurallar hakkıyla uygulansaydı inanıyorum ki çok daha bereketli bir öğrenci evi süreci yaşayacaktık. Buna rağmen çok güzel hatıralar biriktirdik öğrenci evlerinde ve onlarca hatta yüzlerce insan tanıma fırsatı bulduk hamdolsun.

Zamanı değerlendirme adına bir öğrenci evindeki en büyük gayret, zannımca sizinle aynı fikirde olan bir ev arkadaşıdır. Kendisi de zamanı iyi değerlendirme adına bir şeyler yapmak istiyorsa ikiniz çok güzel etkinlikler yapabilirsiniz. Beraber kitap okumaları, beraber birilerini ziyaret etmeleri vb. etkinliklerin hepsini birlikte yapabilir ve tek başınızayken yaptığınızdan daha fazla tat alabilirsiniz.

Zamanınızı iyi kullanma adına sizinle aynı gayrette olan arkadaşınızla yapmanız gereken ilk şey ise güne erken başlamak olacaktır. İstanbul gibi zamanın hızlı aktığı şehirlerde zamanı iyi değerlendirmek istiyorsanız bu şartı mutlaka yerine getirmelisiniz. Güne iyi bir kahvaltıyla başlama, gün içerisinde yapılacak işlerin programlı bir şekilde ertelenmeden yapılması, derslere vaktinde girilmesi, vize ve final konularının biriktirilmemesi, müstefid seminer ve konferansların not alınması, günlük programlı okumaların yapılması ve kişinin kendine ayırdığı vakitte, günlük ibadetlerinin dışında Rabbiyle olan irtibatını kuvvetlendirme adına genel bir muhasebe yapması... Tüm bunlar iyi bir üniversite hayatı için size yardımcı olacaktır.

Belirtilen gayretleri ortaya koyma yerine, imkânsızlıklar karşısında dert yanmak ve zamanın azlığından şikâyet etmek maalesef ki öğrenciliğe faydası olmayan bir uğraştır. Maraton hükmünde olan bu sürecin her aşamasında aynı tempo ve kararlılıkla koşmamız, zaman denilen o keskin kılıç bizi kesmeden bizim onu kesmemiz gerekiyor. Tüm hayatımız, saniye hatta salise hesabına uygun programlı olmalı ki üniversiteden sadece bir kâğıt parçasıyla ayrılmayalım.

Üniversitenin ilk yıllarında Sosyal Doku Vakfı’na giderdim Nureddin Yıldız Hoca’yı dinlemek için. Hoca tam saat 09.00’da sohbete başlar ve tam saat 10.00’da bitirirdi. Bir dakika geç başladığına veya bir dakika geç bitirdiğine hiç şahit olmadım. Bir defasında bunun sebebini sorduğumda bana zamanın ne kadar kıymetli olduğuna dair şu olayı anlatmıştı: Fahreddin-i Razi, Asr Suresi’nin tefsirini yaparken niçin asr’a/zamana yemin edildiğinin hikmetini tam olarak anlayamamış. Bir gün pazarda dolaşır haldeyken buz satan bir adamın “Sermayesi güneşin altında eriyen şu adama yardım edin!” diye bağırdığını işitmiş. Bu ses üzerine buz satan satıcıya yaklaşıp onu seyretmiş ve bakmış ki geçen her saniyede adamın buzları eriyip gidiyor. Bunun üzerine niçin asr’a/zamana yemin edildiğinin hikmetini kavramış. Nurettin hoca da bunu dedikten sonra şunları ekledi: “Ben şuan saliseyi gösteren bir saat arıyorum, bulursam koluma o saati takacağım ki zamanın ne kadar hızlı geçtiğini idrak edebileyim.” O sebeple olmalı ki vakfın dört köşesine saat yerleştirmişti hoca. 

Söz&Kalem- Serdar AYHAN

2 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ