Sessiz Devrim

Kıymetli okurlar, bu yazımızda devrim kavramını alışılagelmiş teorik bilgilerden farklı olarak zihinsel ve düşünsel çerçevede değerlendirmeye çalışacağız. Bu kavramın andırdığı gürültülü durumdan ziyade, uzun soluklu sessiz pratiğinden söz edeceğiz.
Devrim bir durumdan başka bir duruma hızlı geçişi, toplumda yer edinmiş egemen sistemlerin halk ya da elit bir sınıf eliyle keskin bir şekilde tasfiyesi ya da değişimini ifade eder. Devrimler dini, ekonomik, siyasal ya da toplumsal herhangi bir nedene dayandırılarak gerçekleştirilir.
Söz konusu keskin değişimler genellikle bir ayaklanma veya belirli bir sürece yayılmış konjonktürel durumun meydana getirdiği değişim talebinden dolayı yaşanmaktadır. Sonuçta her iki devrim şekli de ani dönüşümleri beraberinde getirir. Tarihsel süreçte önümüze çıkan genel tabloya bir göz attığımızda, yaşanan devrimlerin çoğu can kayıpları başta olmak üzere çeşitli toplumsal kırılmalara sahne olmuştur. Gerçekleşen devrimlerin tümü olmasa da önemli bir kısmı uzun bir süre tepkiyle karşılanmış, toplum tarafından kolayca kabul görmemiştir. Bundan dolayıdır ki kimi devrimler uğradığı tepkiler karşısında sahip olduğu zihniyetler açısından zaman içinde reform yapma zorunluluğu hissetmiş, bazıları ise bir süre sonra yıkıma uğramıştır.
Yazar Rasim Özdenören’e göre devrimler keskin bir değişim arz ettiğinden eleştiriye ve yenilenmeye genellikle kapalıdır. Her devrim zamanla eskimeye mahkûmdur. Dolayısıyla kendini yenileyebilen devrimci düzenler ayakta kalabilmiştir. Bunun sayısı da oldukça azdır.
Batı’nın gidişatına yön veren düşünce kuruluşları ve toplum mühendisleri ise bu durumu iyi analiz etmiş olmalılar ki, hedefledikleri değişimleri sıfır tepki ile gerçekleştirmek adına yeni yol haritaları çizmişlerdir. Söz konusu lobiler, Batılı tarzda yön vermek istediği toplumları hâkimiyeti altına almak ve sömürmek amacıyla uzun zamana yaydıkları sessiz bir devrim amaçlamışlardır.
Sessiz ama büyük değişim isteyen bu kuruluşlar, arzu ettikleri devrimin gerçekleşebilmesi adına hedef kitlenin düşün dünyasına nüfuz etme yoluna gitmişlerdir. Öncelikle iktisadi alışkanlıklarımızdan başladılar. Kendi tasarladıkları kapitalist iktisat teorilerini bilimsel bir gerçeklik gibi sundular önümüze. ‘İktisat sınırsız ihtiyaçlarımızın sınırlı kaynaklarla giderilmesidir.’ gibi tüketim endeksli bir anlayışla kapital otoritelerini okullarımızda, enstitülerimizde işleyerek zihinlerimize işlediler. Zamanla tüketim alışkanlığımız değişti. Her isteğimizi, benliğimizde hissettiğimiz her arzuyu ihtiyaç gibi algılamaya başladık. İhtiyaçlarımızla arzularımızı dengeleyemez bir hale geldik. Derken devasa alışveriş merkezleri, büyülü market zincirleri kuşattı şehirlerimizi. Bir de baktık ki kapitalist bataklığın içinde yüzüyoruz, hem de hiç farkında bile olmadan.
Kapitalist iktisat sisteminin beraberinde getirdiği tüketim toplumu, önümüzdeki yıllarda büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacağı öngörülen bireyselleşmenin yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Böylece insan ilişkilerimiz menfaat temelinde şekillenmeye başladı. Kapitalizmin can simidi olan özel sektörlerin artış göstermesiyle, kadınların bu sisteme tümüyle hizmet etmesi gerektiği düşüncesi daha çok güçlendi. Bu amaçla çeşitli programlar düzenlenerek kadın faktörü, psikolojik olarak ezilmişlik duygusuna itildi. Annelik ve ev hanımlığı kölelik gibi algılatılarak kadın, ailesinden koparılmaya çalışıldı. Her kadının çalışması gerektiği tezi, anne şefkatinden mahrum bir nesil yetiştirdi.
Siyasetin merkezine yerleşen liberal mantalite ise zamanla hiçbir otorite tanımayan anarşist bir özgürlük anlayışını doğurdu. Özgürlük başkasının hakkını gasp etmeden serbestçe hareket edebilmek iken; geldiğimiz noktada kişinin istediği her şeyi yer ve mekân fark etmeksizin yapabilmesi şeklinde idrak edilmeye başlandı. En nihayetinde de toplumumuzun tahammül gücü gittikçe zayıfladı; hakaret, ifade özgürlüğü oluverdi.
Evet, sessiz sedasız bir devrimdi tüm bu yaşananlar, hissettirmeden, uyandırmadan.
Yaşanan bu sessiz devrimlere Müslümanlar olarak reaksiyon gösteremeyişimiz, küresel lobiler gibi devrim argümanlarından mahrum olmamız değil elbette. Sadece İslam dünyası olarak potansiyelimizin farkında olmayışımız ve özgüven eksikliğimiz. Biz İslam gençliği de pekâlâ yeni fikirler üretebilir, yeni projeler geliştirebiliriz. Bu ölü toprağını üstümüzden atıp silkindiğimiz gün, daha güzel bir durumda olacağımız şüphe götürmez bir gerçektir.
Söz&Kalem - Yusuf Bingöl
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...