Hüseyin Gülsever | Söz&Kalem Dergisi
Her insan acısıyla, tatlısıyla, hüznüyle sevinciyle bu hayattan heybesine bir şeyler koyar. Ân olur hüzün gözyaşları dökülür, ân olur sevinç gözyaşları. Kimi zaman isyanla bürünür halet-i ruh, kimi zaman hamd ile. Kavga da dünyadaki cehdin bir parçasıdır, barış da. Sevmek de, sevilmek de, öfke de, nefret de...
Sürekli monoton olduğunu düşündüğümüz hayatımız aslında sanıldığının aksine bir seyir izler. Bunu fark edecek olan yine o hayatı yaşayanın kendisidir. Zira saydığımız duyguların hepsini bir günde yaşamış bir insanın hayatına 'sıradan' demesi haksızlık olur.
Duygusal değişim bu hayatın kaçınılmaz gerçekliğidir. Sürekli mutlu olmayı arzu eden insan fıtratı bunu asla başaramayacaktır. İçinde imtihan olduğumuz bu dünya, buna uygun yaratılmamıştır. Simyacı mantığıyla ölümsüzlük ve onun üzerinden sonsuz mutluluk gayesi tarih sayfalarında yanlışlandığı gibi bugün de doğru olmadığı ispatlanmıştır. İspatı; insandır. Aynı zaman dilimi içerisinde hem ağlayan hem de gülmeyi başarabilen insan... Depresyonda iken köprünün başına intihara gelip, ona elini ilk uzatan kişiye tebessüm ile geri dönen insan.. Acılarına sevinç hamuru karıştırıp şükür mayasıyla yoğurabilen insan... İnsan böyledir işte. Duyguların salatasıdır.
İnsan acısıyla, tatlısıyla bütün duyguları yaşamaya hazır ve nâzır olmalıdır. Çakılı kalan bir duygudurum halinin imkânı yoktur. Örneğin insanı en çok zorlayan, ağızların tadını kaçıran ölümün yaşattığı acı duygu bile kalıcı değildir. En yakınımıza tuttuğumuz yas, en fazla bir ay sürmektedir.
....
İnsan, korktuğunun düşmanıdır ve korktuğundan kaçar. Kötü duygular da insan için korku-kaçış mekanizmasını harekete geçiren bir unsurdur. Hiçbir beşer acıya, hüzne, kedere gark olmak istemeyeceği için bu duygulara onu bürüyecek her şeyden de kaçmak ister. Annesinden nefret eden bir evlat bile annesinin ölmesini arzu etmez ve hayal etmez. Bu fıtrattandır. Acı verir.
Fakat hayat tozpembe değildir. Saydığımız bütün duygular yaşanacaktır. Acı da, hüzün de, sevinç de, öfke de, nefret de... Madem öyle, o zaman yapılması gereken şey kaçmak değil; hazır olmak ve mukavemet gösterebilmektir. Bir vesveseye dönüştürmeden her an kötü bir durum gerçekleşebileceği ihtimali insanı tetikte tutmalıdır. Ki o durum hâsıl olunca kaçmak yerine savaşabilsin.
Çağın insanının temel problemlerinden biri zorluğa mukavemet ve şükür ile sıyrılmaktır. Göğüs germesini engelleyecek araçlar da buna katkı sağlamaktadır. Gerek acıdan kaçmak için sığındığı alkolik maddeler, gerekse afyonlaştıran diziler, filmler, gerek abes kitaplar, gerekse malayani dostlar ve muhabbetler... Bütün bunlar insanın zorluğa karşı direnç mekanizmasını laçkalaştırıp, onu kendisine bağımlı hale getirmektedir. Kişi zorlukla mücadele etmek yerine zorluk anında onu anlık hazza taşıyan bu araçlarla artık bütünleşir hale gelir.
Sosyal yaşamın bütün duygularını Anadolu halkı üzerinden filmlerinde başarıyla göstermeyi ve insanın ruhuna işlemeyi başaran ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın kendi filmlerinin çok rağbet görmeyişinin sebebini açıklarken sarf ettiği şu sözler aslında hal-i pür melalimizi açıklamaktadır: " Benim filmlerimi izlemek için insanın kendisi ile daha barışık olması ve ruhundaki karanlık bölgeleri merak etmesi gerekiyor. Ama günümüzdeki insan modelinin talebi kendi gerçeğinden uzaklaşacak tarzdaki filmler. Bu tarz onları rahatlatıyor."
Maalesef ki nisyan ile mâmul olan insan, anlık hazların bir ömür sürmeyeceği gerçeğini unutmakta, göz ardı etmektedir. Zorluktan kaçmanın sonunun olmayacağını düşünmekten de kaçmaktadır.
Tarih sahnesinde dünyanın seyrini değiştiren insanların tamamı zorluklara göğüs germeyi bilmiş, onlardan kaçmak yerine savaşmışlardır. 300 kişilik Bedir ashabı 1000 kişilik müşrik ordusuna karşı direnip zafer getirdilerse Medine'ye, bu zorluktan kaçmayla değil ona direnmeyle olmuştur. Seyit Onbaşı tek başına kendisinden kat be kat ağır top mermisini sırtlamışsa bu da zorluğa direnişin sonucudur.
...
Biz tarihin seyrini değiştirmeye muktedir olamayabiliriz şu kısacık ömrümüzde. Ama kendi hayat sahnemize kendi ismimizi altın harflerle yazabilmek bizim elimizde. Ölmeden önce 60-70 yıllık ömrümüze dönüp baktığımızda verdiğimiz cehdin tadı damağımızda ise işte o zaman bazı şeyleri başarmışız demektir. Ama dönüp baktığımızda hayatımız kaçış ve sığınış üzere ise dünyadan yeterli istifade etmemişiz demektir. Değil dünyayı değiştirmeye, kendi benliğimize bile muktedir olamamışız demektir.
Hayat, bizim hayatımızdır. Onu bozacak olan da onaracak olan da bizleriz. Acıyla ne kadar hemhal olursak olalım, ondan kaçmamayı ve onu onaracak işlere koyulmayı bilelim. Anlık lezzetlere değil, hayata koşalım. Lezzet veren şeyin cehdde, gayrette, mücadelede olduğunu hatırlayalım. Ve unutmayalım ki; HAYATI, GERÇEKLERİNDEN TUTABİLEN DEĞİŞTİRİR!