Söz&Kalem Dergisi - Ali Tarhan
İletişim teknolojilerindeki büyük gelişmelerle birlikte yepyeni durumlarla karşı karşıya kaldık. Zihnimiz, aklımız, kalbimiz, ruhumuz bu yeni süreçten derinden etkileniyor. Birey, aile, toplum, devlet hatta bütün insanlık dijital dünyada yeni bir süreç yaşıyor. Adeta bütün hayatımız dijitalleşti; sanal bir dünyaya mahkûm olduk. Ev, iş, eğitim, sanat, spor bütün hayatımız dijitale bağlı bir hale geldi. Bütün bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda insanlık olarak etrafımızı saran bu dijital dünyaya günden güne teslim oluyoruz.
Şüphesiz, bu dünyada bilgiye kolay erişim ve iletişim imkânlarını artırmak gibi insanlığa getirdiği faydalarının varlığını inkâr edemeyiz. Ancak bunun bize sunduğu "fırsatlar" kadar "zararları" da var. Zira bu kimimizin içerisinde doğup büyüdüğü kimimizin de sonradan göç ettiği yenidünya, bütün mensuplarını pasif birer seyirciye dönüştürüyor. Bu dünyanın en büyük hareket noktası akıl değil; gözdür. En büyük eylemi, düşünmek değil; bakmaktır. Müşahede etmek değil; seyretmektir. Göz, bu uygarlıkta nazar ve müşahede aracı olmaktan çıkıyor; bir arzu, istek ve şehvet aracına dönüşüyor ve maalesef bu durumda beraberinde, bencilliği, doyumsuzluğu, duyarsızlığı ve şiddeti doğuruyor.
Bu yenidünyada insan hem kendisiyle hem ötekiyle hem de âlemle ilişkisini hakikat üzerinden değil; görüntüler üzerinden kuruyor. Görsel idrakin egemen olmasıyla; aklın idraki zayıflıyor, kalbin idraki bir çeşit ölümle karşı karşıya bırakılıyor. Yenidünyada bize sunulan görsellerin kahir ekseriyeti gayri ahlaki, gayri insani unsurlardan oluşuyor. Görsel idrakin egemenliği; bakma ameliyesini şehvete, görme ameliyesini hazza dönüştürüyor. Hayallere ve rüyalara bile hükmedecek hale geliyor: ya insanın hayalini yok ediyor yahut seyrettiği görsellerle hayalini de inşa ediyor.
Görsel idrakin egemenliği, hakikatin beyanı olan edebiyatı yok ediyor. Varlığın aynası olan sanatı ortadan kaldırıyor. Dahası görsel idrakin egemenliği, insanı, bir idrak ölümüne maruz bırakıyor. Bugün insanın karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike, en büyük ölüm, idrak ölümüdür. İdrak ölünce; insan konuşur, ama konuşması hikmet olmaz. Düşünür, ama düşüncesi ibret olmaz. İşitir, ama işitmesi hakikat olmaz. Bakar, ama bakışı basiret olmaz.
Görsel idrakin egemenliğinden nasıl kurtuluruz? İdrak ölümüne maruz kalmamak için ne yapmamız gerekir? Öncelikle; görsel idrakin egemenliğine sadece sevap-günah, sadece emir-nehiy, sadece helal-haram üzerine bina edilen bir din diliyle karşı koyamayız. Mücerret emirlerle ve yasaklarla bu egemenliğe son veremeyiz. Ahlakı, ahkâmın aklı olarak görmeyen bir anlayışla da görsel idrakin egemenliğine karşı duramayız. Kurtuluş, çare, reçete belli: İslam'ın insanlığı davet ettiği hayâ ahlakı. Hayâ pek çoğumuzun bildiği manada basit utanma duygusundan ibaret değildir. Hayâ ile hayat aynı kökten gelir. Hayâ hayattır, hayâsızlık ise kişinin manen ölümüdür. İdrak ölümüne maruz kalan insanı yeniden ihya etmenin yolu hayâdan geçiyor. Görsel idrake esir olmamanın yolu, İslam'ın bu büyük ahlakına sıkı sıkı sarılmaktan geçiyor.
Allah Resul’ünün hayâ ile imanın birbirinden ayrılmayacağını ifade eden hadislerini çok daha iyi anlıyoruz; 'Hayâ imandan bir şubedir, Hayâ imandandır, İman ve hayâ kardeştir. Biri kalktığı zaman diğeri de ortadan kalkar.' buyuruluyor. Hayâ, sadece bir değer değil; değerler üreten külli bir ahlaktır. Görsel idrakin egemen olduğu dünyada elbetteki hayâ ile yeniden hayat bulmak için hayâ ile ihyaya, hayâlı bir dirilişe ihtiyaç var. Bu dünyada hayâ ile yeniden hayat bulabilmek için din anlayışlarımızı, dinî bilgilerimizi, hatta dinî bilgi sistemlerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki; gerçek dindarlık, insanı bütün köleliklerden, ekran da dâhil bütün bağımlılıklardan, bütün esaret çeşitlerinden azade eder, özgür kılar. Ruhu köleleştiren, kalbi işgal eden, aklı ve vicdanı körelten her şeyi reddeder. İşte böyle bir dindarlık, insanın dört duvar arasında kendisiyle baş başa kaldığında dahi hayâ etmesini zorunlu kılar. İnsana böyle bir yüksek ruh terbiyesi kazandıran bir dindarlık, insanı hayatının her anında hayâya sevk eder. Hayâ ile ona hayat verir, hayatı hayâ ile bulur.
İffet ve mahremiyetin temeli olan hayâ duygusu, eğitim ve terbiye yoluyla geliştirilir. Dini eğitim ve terbiye bu anlamda çok önemlidir. Bu duyguların kökeninde imân olduğunu görürüz. Hz. Peygamber 'her dinin bir ahlakı vardır, İslam ahlakının özü de hayâdır' buyurarak iman ile hayânın bir bütün olduğunu söyler. İffet, hayâ, edep ve mahremiyet gibi kavramlar kadın/erkek herhangi bir ayrım olmadan herkesi ilgilendirmelidir. Bu dijital çağ döneminde sosyal medya platformlarının artması ile mahremiyet ilkesinden bağımsız, ölçüsüzce ve sınır tanımadan kullanımı kişisel ailevi ve toplumsal pek çok ahlaki çöküntülere sebep olmaktadır.
İnsanın yaratılıştan sahip olduğu doğal ahlak duygusuna bağlı olarak gelişen iffet ve hayâ duygusu her insanda olan fıtri bir duygudur. Hz. Âdem ve Hz. Havva yaratıldıklarında cennetteydiler ve avret yerleri cennet elbiseleriyle örtülüydü. Allah-u Teâla’nın kendilerine yasaklamış olduğu ağacın meyvelerinden yemeleri üzerine avret yerleri açıldı ve birbirilerinin avret yerlerine şahit oldular. Panikle orada buldukları yapraklarla avret yerlerini örtmeye ve birbirlerinden gizlemeye çalıştılar. Herhangi bir telkin olmadan üzerlerini örtmek istemeleri, insanda hayâ duygusunun fıtrattan geldiğini ifade etmektedir.
Günümüzde ise sosyal medyanın yalnızlığa sevk etmesi ve dijital kuşağında yalnızlığı, özgür olmayı ve kendi kurallarını kendisinin koymasının gerekliliğini savunması bazı hataların daha kolay yapılmasına neden olmuştur. Hayâ duygusunun zamanla kaybolmasına sebep olmuştur. Küçük veya büyük bütün günahların yalnız ortamlarda işlenmesi daha kolaydır. Bu durumda hayâ duygusunu zamanla en asgariye düşürebilir Allah muhafaza...
Sonuç olarak, dijital dünyada hayânın muhafazası için; sosyal medya kullanımında imanımızın hudutları ölçü alınmalı, kaleyi içten fethetmek isteyen sosyal medya platformlarının zihinsel faaliyetlerinin yönetimini ele geçirmesi ile inancımızın ve ahlaki değerlerimizin bozulmasına engel olunmalıdır. Sosyal medyayı kullanırken de ahlaki prensiplere uyulmalı, her nimet gibi bunlarında uhrevi mesuliyeti olduğu unutulmamalıdır. Haramlara geçiş köprüsü gibi kullanılan ya da aileler için aslını yitirme nedenlerini taşıyan teknoloji bir alkol işlevi görmektedir.
Müslüman birey olarak imanımızın koymuş olduğu hudutları aşmamak bizim görevimizdir. Bir mümin olarak yeniliklere açık olunmalı ancak ahlaki değerlerimizi ve insani reflekslerimizi yok etmesine izin verilmemeliyiz. Yenilikleri kendi potamıza çevrilmeli sınırları ahlaki ölçüde belirlenmeliyiz. Bu dijital çağda sosyal medyayı hayra da şerre de dönüştüren insanın kendisidir. Çünkü ahlak teknolojiye değil insana ait bir niteliktir. Tek tıkla günaha da sevaba da sebep olunabilecek bu dijital çağdan kopmak mümkün değildir. İnsan yaptığı her fiilin hesabını verebilme bilincinde olmalıdır. İmam Şafi'nin 'kendini Hakk ile meşgul etmezsen batıl seni işgal eder' nasihati her daim kulağımıza küpe olmalıdır.
*Bu yazı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Sanal Ekran Uygarlığında Hayâ ile Hayat Bulmak başlıklı seminerinden faydalanılarak yazılmıştır.