Yeni Düşman

Modern Batı düşüncesinin siyaset arenasında uyguladığı en büyük taktik düşman üretme stratejisidir. Dünya hâkimiyeti yolunda meşruiyet kazanabilmek adına başvurulan söz konusu yöntem yaklaşık iki buçuk asır boyunca kullanıma sokulmuş ve maalesef ki Batı bu yolda önemli başarılar elde etmiştir. Bu ayki yazımızda Batı’nın karşı gücü terörize etme siyasetini örnekleriyle açıklamaya çalışacağız.
19. asırda Batı medeniyetini İngiltere-Fransa koalisyonu temsil etmekteydi. Bu ittifakın öncelikli amacı İslam dünyasıyla ilişkileri geliştirmek, özellikle kültürel anlamda etkileşim almaktı. Bu dönemde Osmanlı’nın Batılılaşma yönünde politikalar izlemesi Batı’nın görünen yüzü olan söz konusu ittifakın amacını gerçekleştirmesine büyük olanak sağlıyordu.
Batı kendi yaşam tarzını kültürel faaliyet kılıfıyla İslam dünyasına yayıyor ve genç nesillerde büyük etki uyandırıyordu. Bu tehlikenin farkında olan ulema, halkı kültürel boyunduruktan koruyabilmek adına irşat çalışmaları yürütüyordu. Batı, başlattığı kültürel istilanın önündeki en büyük engel olan ulemanın çalışmalarını durdurmak için yerli ortaklarını devreye sokuyor ve âlimleri toplumun ilerlemesini arzulamayan gerici düşmanlar olarak lanse ediyordu. Batı’nın düşman üretme stratejisinin ilk ayağı böylece hayata geçirilmiş oldu.
Bir toplumun temel yapı taşını oluşturan unsurlardan biri de kültürdür. Sahip olduğunuz kültürü bir topluma hâkim kıldığınız vakit, o toplumun geleceğini kendi istekleriniz doğrultusunda şekillendirmeye başlarsınız. Dolayısıyla o toplum sizin kültür paradigmanızın bir parçası oluverir. O toplumun üzerinde bulunduğu toprakları istila etmek de bir o kadar kolaylaşır. 19. asırda başlatılan kültür istilası I. Dünya Savaşı’nda siyaseten de karşılık vermiş, parçalanan İslam dünyası emperyalizmin insafına bırakılmıştır.
Dünya hâkimiyeti için olmazsa olmaz koşul olan Müslüman halkları sindirme politikası hedefine ulaşan Batı bu kez hiç ummadığı bir düşmanla, yeni kurulan Sovyetler Birliğiyle karşılaştı. Batı’nın önündeki en büyük engel artık Sosyalist bloktu. Avrupa’daki karmaşanın beraberinde getirdiği II. Dünya Savaşı iki bloklu yenidünya düzeninin habercisiydi.
Batı’nın 20. asırdaki en büyük temsilcisi artık ABD idi. İlk savaşta Milletler Cemiyeti’ni kurarak sazı eline alan ABD, uluslararası platformda prestij elde etmişti. Sovyetlere karşı siyaset arenasında ABD öncülüğünde kurduğu NATO bloğuyla mücadele eden Batı, bir asır önce İngiltere-Fransa koalisyonuyla İslam dünyasına uyguladığı taktiği 1945’ten sonra ise ABD ile SSCB için devreye soktu. Özellikle geleneksel medyayı çok etkin kullanan ABD, yumuşak güç politikasıyla Sovyet halkları etkileme amacı güttü. Bu uğurda epey mesafe kat eden Batı bloğu nihayet Doğu bloğunu yenmeyi başardı. Nitekim önceki yazılarımızda geleneksel medyanın Sovyet dağılımında büyük etkisi olduğunu örnekleriyle açıklamıştık.[1]
Kuruluş amacı SSCB’yi devirmek olan NATO’nun varlığını devam ettirebilmek için yeni bir düşmana ihtiyacı vardı. İslam dünyası Batı için her zaman düşman olarak görünse de yarım asırdan beri ikinci planda kalmıştı. O süreçte İslam dünyası üzerindeki siyasal tahakkümü büyük ölçüde devam etse de Müslüman beldelerde ortaya çıkan İslami hareketler Batı’yı tedirgin ediyordu. İslam dünyasını yeniden istila etmek için güçlü bir gerekçe gerekiyordu Batı için. Dünyaya yeni bir tez sunmak lazımdı ve aradığı tezi kendi bilim adamlarının çalışmalarında buldu.
Amerikalı Siyaset Bilimci Samuel P. Huntington, ‘Medeniyetler Çatışması’ adlı çalışmasını Sovyetlerin dağıldığı yıllarda yayımladı. Bu çalışma dünyadaki savaşların, ortaklıkların ve ihtilafların sebebinin siyasi ya da iktisadi olgular değil medeniyet farklılıkları olduğu temeline dayanıyordu. 1500 yılı aşkın süre boyunca Batı medeniyeti önündeki en büyük engel İslam medeniyeti idi. Her ne kadar kültürel bozulmalara maruz kalsa da İslam medeniyeti ruhunu hiçbir zaman kaybetmemişti.
NATO, Huntington’ın tezini İslam dünyasını hedefe koymak için temel dayanak olarak görüyordu. Batı bu vesileyle dünyada yaşayabilir tek medeniyetin kendisi olduğu iddiasını güçlendirme yoluna gitti. Dolayısıyla İslam’ı barbar bir medeniyet olarak lanse etmek gerekiyordu. 11 Eylül 2001 tarihindeki ikiz kule saldırısı Batı’nın amacını gerçekleştirme bağlamında biçilmiş bir kaftandı. Bu tarihten itibaren ABD başta olmak üzere tüm Batı dünyasında İslamofobi faaliyetleri adı altında İslam dininin değerleri aşağılanıyor; cihad ve terör, Müslüman ve terörist kavramları eş anlamlı kelimeler gibi algılatılıyordu.
11 Eylül saldırısının ardından Batı halkları nezdinde de meşruiyet kazanan ABD, soluğu Afganistan’da aldı. Burayı tam 20 yıl kalan işgal altında tutan ABD mazlum Afgan halkına her türlü zulmü reva gördü, devasa katliamlar yaptı. ABD Batı’nın desteğiyle bu süre zarfında Irak’ı işgal ederek 1 milyon Müslümanı katletti. Askeri ve siyasi açıdan büyük kayıplar yaşayan ABD 2009’da Irak’tan çekildi. Afganistan’da da umduğu desteği bulamayan ABD, geçtiğimiz aylarda çekildi ve Afganistan özgürlüğüne kavuştu.
‘Medeniyetler Çatışması’ tezini gerekçe yaparak 20 yıl boyunca İslam dünyası üzerine projeler tasarlayan Batı, bu yolda da ne yazık ki büyük mesafe kat etti. Batı işgal ettiği topraklardan fiilen çekildi ama yaptığı kültürel ve zihinsel işgal tüm hızıyla devam etmektedir. Düşmanın istilasından kurtulabilmek için zihinlerinden de işgalden kurtulması elzemdir.
Allah’a emanet olun.
Söz&Kalem | Yusuf BİNGÖL
[1] https://sozvekalem.com/sinema-ve-siyaset
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...