Söz&Kalem Dergisi - İslam Medeniyetinin Tarihi Dokuları 5/5
İnsanlığın sahip olduğu değerler bütünüdür medeniyet. Toplumların yapı taşını oluşturan, kadim kültürlerini şekillendiren kollektif olgunların bileşimidir medeniyet. Medeniyet derken, İslam gelir insanın zihnine. Mükemmel bir tasavvurun, somutlaşmış halidir İslam medeniyeti. Vahiy, akıl ve duygunun uyumu; insan merkezli, ilim endeksli, evrensel ve terkipçi bir medeniyettir İslam’ın kadim medeniyeti. Toplumların şehir ve mekân algısını da şekilendirir medeniyetler. İslam coğrafyasının tarihi mimarisi, sanatı ve maneviyatı da bu bağlamdadır. Şimdi gelelim İslam coğrafyasındaki beş şehrin beş tarihi mekânını mercak altına almaya:
Flistin – Gazze:
Filistin devletinin Gazze şeridi kısmındaki en büyük şehri. Akdeniz sahilinden dört km içeride kurulmuştur. Dünyanın en eski şehirlerinden biridir. Beş bin yıllık insan yerleşim tarihi bulunmaktadır. Eskiden ihraç edilen mallar, develerle Kahire’ye ulaştırılırdı. Süveyş Kanalı’nın açılmasından önce Mısır, Suriye ve Anadolu’dan gelen ticaret ve hac yollarının birleşme noktası olarak çok hareketli günler yaşamıştır. Tarih boyunca devamlı el değiştiren Gazze, Bizanslılar zamanında önemli bir ticaret merkezi ve bu arada Mekke’den gelen tüccarların da uğrak noktası idi. Müfessirler, Kureyş sûresinde bahsedilen yaz ve kış seferlerinde kışın gidilen yerin Gazze olduğunu söylemektedirler. Mekkeli tüccar kafilelerinden birinde Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf da bulunmuş ve bu şehirde vefat etmiştir; kabrinin burada yer alması sebebiyle şehre bazı kaynaklarda Gazzetü Hâşim denildiği görülür. Hz. Peygamber’in babası Abdullah da Gazze’ye gelen tüccarlar arasındadır. Aynı zamanda Gazze, İslam hukuk bilgini ve Şafii fıkhının kurucusu olan Muhammed bin İdris bin Abbas’ın doğduğu yerdir.
Seyyid Haşim Camii:
Esas itibarıyla Gazze’nin son 30 yılda ki en meşhur yönü, İslami direnişi ve mücadelesidir. Özellikle içerisinde bulunduğumu zaman diliminde Gazze’den başlayan ‘Aksa Tufan’ı direnişi, Gazze’yi son derece özel bir yer kılmaktadır. Fakat başlığımız gereği bir tarihi mekâna da değinmekteyiz.
Seyyid Haşim Camii, Memlukler döneminde yapılmaya başlanmıştır. Bir ticaret seferi için geldiği Gazze'de vefat eden Hz. Peygamber'in (sav) büyük dedesi Hâşim'in burada medfun olduğuna inanılır. Gazze’nin Eski Şehir kısmında al-Daraj mahallesinde el-Vada caddesinde yer almaktadır; en büyük ve en eski camilerden biridir. 1850’li yıllarda eskimeye yüz tutan camii, Sultan Abdülmecid’in emriyle 1855 yılında restore edilmiştir. Osmanlı mimarisini yansıtan bu camii, halen Filistinlilerin yanında saygınlığını koruyor.
Hindistan – Agra
Agra, Hindistan’ın kuzeyinde Uttar eyaletinde, Yamuna Nehri kıyılarında yer alan eski bir şehirdir. Agra, 1526-1858 yılları arasında Hindistan'da hüküm sürmüş Babür İmparatorluğu, diğer bir deyişle Hint-Türk İmparatorluğu'nun eski başkentidir. Agra şehri, eski bir yerleşim noktasından başlayarak asırlar boyunca gelişigüzel ve tedrîcî olarak büyüdü. Bütün ana yollarının Yamuna nehrine ulaşması dışında şehir tamamen plansızdı. Evler, Yamuna nehrinin iki kıyısında yer aldığı halde asıl şehir nehrin batı kıyısında gelişti. Agra şehri, Ekber Şah zamanında en önde gelen ticaret, kültür, eğitim ve sanat merkezi idi.
Agra Kalesi:
Babür İmparatorlarından Ekber Şah döneminde Hindistan'ın Agra şehrinde inşa edilen Agra Kalesi’nin yapımında 4000'den fazla işçi çalışmış ve sekiz yıl sürmüştür. Kale, kız kardeşi anıt Tac Mahal'den sadece 2,5 kilometre uzakta yer alır. Genellikle ‘‘duvarlı şehir’’ olarak tanımlanan Agra Kalesi, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Bugün, kale önemli bir tarihi konumundadır ve dünyanın her yerinden birçok misafiri ağırlamaktadır. Yapımı 1573 yılında tamamlanmıştır. Kale, 1638 yılına kadar Babür sultanlarının ana ikametgâhı olarak kaldı. 1638'de Babür Hanedanının başkenti Agra'dan Delhi'ye taşındı ve Agra Kalesi Babürlerin ana ikametgâhı statüsünü kaybetti. Agra Kalesi, bugün ilk gün ki gibi zerafetini korumakta ve çok sayıda ziyaretçiye kapılarını açmaktadır.
Pakistan-Lahor:
Pakistan’ın kuzeydoğusunda, Pencap eyaletinin yönetim merkezi olan bir şehirdir. Pakistan’ın en büyük ikinci şehridir. 11 Milyonluk nüfusu ile dünyanın da en kalabalık şehirlerinden biridir. Tarıma uygun bir bölgede kurulan Lahor, önemli bir dokuma kentidir. Lahor, bin yıl boyunca uzanan zengin bir tarihe sahip olmakla beraber Pakistan'ın önemli bir kültür merkezidir. Ahmet Ali Lahori, Şebbir Ahmed gibi âlimler, burada dünyaya gelmiştir. İmam Rabbani’de, sık sık Lahor’a gitmiş ve orada irşad ve ihya faaliyetlerinde bulunmuştur.
Quaid-e-Azam Kütüphanesi:
Quaid’e Azzam üniversitesi yerleşkesinde bulunan bu kütüphanenin yapım tarihi tam olarak bilinmesi de eski zamanlara dayandığı söylenmektedir. Kütüphane, dış görünüşü ile beyaz bir sarayı andırmaktadır. Bahçesinde bulunan rengarenk çiçekler ve bitki örtüsü ile doğa ve tabiat ile iç içedir. Hem tarihi dokusu, hem bahçesinin zerafeti ile kitapseverlerin durak yeri olmaktadır.
Yemen – San’a:
San’a Arap yarımadasının en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Kızıldeniz’den 170 km içeride ve 2200 m yükseklikte kurulan şehrin adı muhtemelen Sebe dilinde “iyi korunmuş” anlamına gelmekte, etrafının Serât, Nukum, Ayban gibi dağlarla ve Nahdeyn tepeleriyle çevrilmiş olması da bu tanımlamayı doğrulamaktadır. İslâm kaynaklarında eski adının Ezâl olduğu söylenir ve kuruluşu Hz. Nûh’un oğlu Sâm’a dayandırılır. Şehir Dımaşk yakınlarında aynı adı taşıyan köyle (San‘âü’ş-Şâm) karışmaması ve özellikle San‘ânî nisbesiyle bilinen kişilerin ayırt edilmesi söz konusu olduğunda San‘âü’l-Yemen şeklinde de kullanılır. (Tdv)
Bab el-Yemen:
Yemen Kapısı olarak Türkçeye çevrilen Bab el-Yemen, Eski San’a şehrinin yedi tarihi girişinden biri. Ancak bu devasa tarihi yapı, yedi kapıdan ayakta kalarak günümüze ulaşan tek kapıdır. Bab al-Yemen’in günümüze ulaşan son hali 17. yüzyılda Osmanlı Devleti tarafından yapılmış halidir.
Cezayir – Tilimsan:
Cezayir’in kuzeybatısında Fas sınırına yakın bölgede yer alır. Tilimsân (Tlemsen) bölgedeki Fas, Vehrân, Vücde gibi şehirler içinde ticaret yolu üzerindeki merkezî konumuyla öne çıkmaktadır. Modern dönemdeki Cezayir şehri merkezli idarî taksimatın oluşmasından çok önce Tilimsân, bugün Orta Mağrib denilen tarihî Mağrib-i Evsat’ta Murâbıtlar’a ve Abdülvâdîler’e başkentlik yapan çok önemli bir şehirdi. Barbaros Hayreddin Paşa tarafından Aralık 1517'de fethedilerek Osmanlı Devleti'ne bağlandıysa da 1550-1555 arasında İspanyol işgaline uğradı. 1555'te Cezayir Beylerbeyi Salih Paşa'nın kenti fethetmesiyle kesin olarak Türk egemenliğine girdi. 1830 yılında Cezayir'in Fransa tarafından işgal edilmesinden sonra bu ülkenin hakimiyetine geçtiyse de 1962'de bağımsız olan Cezayir'in parçası oldu.
Sidi Ebu Medyen Camii:
Camiinin ismi, meşhur bir Suffi olan Ebu Medyen’e atfedilir. Ebu Medyen, 515 (1121) yılı civarında Endülüs’te İşbîliye (Sevilla) yakınlarındaki Katniyane (Cantillano) kasabasında doğdu. Küçük yaşta yetim kaldı. Ağabeylerinin koyun sürüsünü güttüğü sıralarda çevresindekilerin ibadet edip Kur’an okuduklarını gördükçe bilgisizliği yüzünden bu tür dinî vecîbelerini yerine getiremediği için büyük bir üzüntü duymaya başladı ve artık kendini İslami ilimleri öğrenmeye adadı. Ebû Medyen hac için gittiği Mekke’de birçok âlim ve sûfî ile buluşup kendilerinden faydalandı. Arafat’ta görüştüğü Abdülkādir-i Geylânî’den hadis dinledi, hırka giydi, feyiz aldı. Akabinde Tilimsan’a gelip yerleşti. Sidi Ebu Medyen Camii, kare bir plan üzerine yeşil kiremitli, dört köşeli bir çatı ile örtülü türbe içten kubbelidir. Kapı kemerleri çevresi Türk hâkimiyeti döneminde tezyin edilmiş olup önünde bir avlu ve şadırvan bulunmaktadır. Daha sonra yapılan ve bugüne kadar oldukça iyi korunan cami, medrese, kasır ve hamamla türbe ve çevresi bir külliye halini almış, birçok ziyaretçinin uğradığı, pek çok öğrenci ve dervişin eğitim ve öğrenim gördüğü bir müessese durumuna gelmiştir. Bir ara inzivaya çekilen İbn Haldûn da bir süre burada kalmıştır.