Hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de, “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. (Hucurat 13)” buyrulmuştur. İnsanlar fıtratları, toplumlar ise bir olma vasfı gereği birbirlerine karşı açık ve dayanışan bir görüntü ortaya koyar. Hal böyleyken toplumları ayrıştırıp birbiriyle çatıştıran yapı, katı bürokrasiyle donatılmış kapalı devlet aygıtıdır. Zira bir toplulukta adaletin ve emniyetin tesis edilmesi, o topluluğu yöneten idari mekanizmanın şeffaf ya da katı olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu münasebetle bu sayıdaki yazımızda devlet-toplum ilişkisini eleştiri ve bağnazlık çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağız.
Hz. Âdem’den günümüze değin süren insanlık tarihine bir göz attığımızda, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamış olan toplulukların hayatlarını daha rahat sürdürebilmek amacıyla bir yönetim mekanizması oluşturduklarını görmekteyiz. Tarihin ilk demlerinde sadece aile-kabile bağlarıyla bir araya gelen ve birbirinden bağımsız bir şekilde köy, şehir gibi yerleşim yerlerinde yaşayan toplumlar söz konu olmuştur. Bu toplulukların her biri kendi iç dinamiklerine göre idare biçimleri meydana getirmiş, bu doğrultuda sosyal ve iktisadi düzenlerini kurmuşlardır. Bahse konu şehir idarelerinin arasında gayet adil ve emniyetli idari birimler olduğu gibi zulüm ve ahlaksızlığın hâkim olduğu şehir yönetimlerine de rastlanmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de isimleri zikredilen ve hayatlarından kesitler sunulan peygamberlerin önemli bir kısmı Rabbimizin bu türden topluluklara gönderdiği elçilerinden oluşmaktadır.
Hz. İsa’nın doğumuna doğru gidilen süreçte şehir idareleri yerini peyderpey büyük devletlere bırakmıştır. Söz konusu dönemde kurulan büyük devletlerden biri de Hz. İsa’nın davetine muhatap olan Roma İmparatorluğudur. Bu imparatorluğun tarihte kapalı devlet modelinin belirgin özelliklerinin fazlasıyla hissedildiği ilk devletlerden olduğunu söyleyebiliriz. Şehircilik ve mimari yapıtların fazlasıyla geliştiği Roma, benimsediği çok tanrılı putperest inancı kendi halkına zorla dayatan bir yönetim tarzı sergilemiştir. Bu yolla insanların en önemli özelliği olan düşünme ve sorgulama yetisine pranga vurulmuştur.
Roma, devlet bürokrasisinde görev almayı ya da yükselmeyi kurduğu inanç sistemine bağlı kalma şartına bağlamış ve farklı düşüncelere karşı katı tutumun yerleşmesini sağlamıştır. Böylelikle kapalı devlet, kendi dinine inanan insanları toplumun diğer kesimlerine karşı kışkırtmış ve toplumda bölünmenin, tahammülsüzlüğün kapısını ardına kadar açmıştır. Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra da kurduğu ruhbanlık düzeniyle kapalılık özelliğini koruyan Roma (Bizans) İmparatorluğu, yıkılışına kadar geçen süre zarfında toplumda katmanlaşmaya ve feodal düzenin egemen olmasına neden olmuştur.
Açık toplum ortamının oluşması için devletin her yönüyle sorgulanabilir olması gerekir. İnsanlık tarihinde açık toplum özelliklerinin en bariz şekliyle görüldüğü topluluk ise kuşkusuz Peygamber Efendimiz (sav)’in bir araya getirdiği Ashab-ı Kiram’dır. O’nun istişareye verdiği önem, eleştiriye karşı takındığı şeffaf tavır ve İslam tebliğinde bağnazlığa yer vermemesi; Medine’de kurduğu İslam Devleti’nin temel yapı taşlarını oluşturmuştur.
Yegâne önderimizin kurduğu düzeni devam ettiren halifeleri ise ortaya koydukları yumuşak siyaset sayesinde genişleyen İslam topraklarında Müslüman toplulukların kaynaşmasını sağlamışlardır. Peygamber yolunun takipçileri olan halife efendilerimizin yönetim tarzındaki şeffaflığın ne denli açık olduğunu çok iyi bir şekilde örnekleyen bir anekdotu sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum:
“İran Seferi, Hazreti Ömer’in hilâfeti zamanında yapılmış ve bol miktarda ganimet elde edilmişti. Ganimetler arasında kıymetli kumaşlar da vardı. Harpten dönüldükten sonra ganimetler ashap arasında dağıtılmış ve herkes hissesine düşeni almıştı.
Hazreti Ömer, kendisininki ile oğlu Abdullah’ın kumaş hissesini birleştirerek üzerine bir hırka diktirdi.
Bir Cuma günü üzerindeki yeni hırkasıyla hutbe irad etmeye çıkıp:
_ “Ey mü’minler beni dinleyin ve bana itaat edin” diye seslendiği zaman, ashaptan biri ayağa kalktı ve:
_ “Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemiyor ve sana itaat da etmiyoruz. Çünkü ganimetten bize düşenle bir elbise yapmak imkânsızdı. Sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alabiliyorsun” dedi.
Hazreti Ömer o ashabın konuşmasını dinledikten sonra, oğlu Abdullah’a:
_ “Ey Ömer’in oğlu kalk cevap ver” dedi. Abdullah bin Ömer, ayağa kalktı:
_ “Allah’a yemin ederim ki, babamın üzerindeki kumaşın yarısı benim hisseme düşen kumaştır. Babam ikimizinkini birleştirdikten sonra elbise yaptı” diyerek meseleyi izah etti.
Hazreti Ömer’in oğlunu dinleyen sahabe tekrar ayağa kalkarak:
_ “Ya Ömer, şimdi konuş. Hem seni dinliyor ve hem de itaat ediyoruz” dedi. Hazreti Ömer de ancak ondan sonra hutbesini okumaya devam etti.”[1]
Hz. Ömer örneğinde de görüldüğü gibi kendisine yöneltilen eleştiriye sert bir şekilde mukavemet etmesi beklenen yönetici, gayet sakin ve açıklayıcı bir şekilde karşılık vermektedir. İslam devletindeki bu açıklığın önemli faktörlerden biri de İslam idare anlayışında katı bürokrasinin olmayışıdır. Nitekim gereksiz kadrolaşmanın görüldüğü devletlerde işler hantal yürümeye başlar. Zamanla halktan gelen tepkiler görmezden gelinmeye, bastırılmaya çalışılır. En nihai noktada ise devlet kapalı kutu haline gelir.
İslam devlet idaresinde hilafetin saltanata geçişiyle birlikte aile yönetimleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu durum toplumun devlet karşısında eleştiri ve sorgulama yetkisini kısmi olarak kısıtlamış, açık toplum modeline uygun bir portre çizen devlet zamanla kapalılık özelliğine sahip tutumlar sergilemeye başlamıştır. Emevi, Abbasi ve Osmanlı hanedanlarının toplum karşısında en büyük handikabının aileye dayanan yönetim tarzı olduğunu iddia etmek mübalağa olmasa gerek. Özellikle Osmanlı’nın son demlerinde Batıcı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetim karşısında güç kazanıp sorasında iktidara gelmesinin en önemli nedenlerinden biri Sultan Abdülhamid’in bazı politikalarının kapalı devlet tarzına uygunluk göstermesidir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İslam coğrafyasında Batı sömürgesi altında kurulan devletlerin çoğu tek adam rejimine dayanan kapalı devletler olarak dünya sahnesinde boy göstermiştir. Günümüzde İslam halklarının birbirinden kopuk olmasının altında yatan sebepler arasında İslam ülkelerinin birbirleriyle ilişkilerinde kapalı bir görünüm sergilemesi de yatmaktadır. Ülkemizde ise açık toplum profili Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne gelindikçe bazı aksaklıklar olsa da iyiye doğru gitmektedir.
İslam âlemindeki mevcut durumu değerlendirirken Batılı devletlerin tarihsel süreçte açık toplum sınavını çok iyi verdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bugün Avrupa toplumlarındaki refah, tamamen madde üzerine kurulu bir devlet-toplum ilişkisine dayanmaktadır. Oysa Covid-19 vb. krizler baş gösterdiğinde açık toplum modeline uygun bir fotoğraf çizen birlik üyesi devletler birbirlerine aniden sırtlarını dönebilmekte, birer kapalı devletler olabilmektedir.
Allah’a emanet olun.
Söz&Kalem - Yusuf Bingöl