Söz&Kalem Dergisi - Mustafa Gözel
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Bu sure sahabe-i kiramın her karşılaştığında okumadan ayrılmadıkları bir suredir. İmam Şafii Hazretleri (r.a.) bu sure hakkında “Hiçbir sure nazil olmasaydı, sadece Asr Suresi bile insanlara yeterdi” demiştir.
Büyük müfessir Fahrettin Razi (r.a.) bu sureyle ilgili şunları aktarır:
“Asr suresinin tam anlamını pazarda buz satıcısının buzlarını satmak için ‘Sermayesi her an eriyen bu zata yardımcı olun. Alın ve yardımcı olun. Sermayem elden gidiyor.’ diye bağırdığında kavradım.”
Asr, “zaman, yüz yıllık süre, ikindi vakti” gibi anlamlara tekabül etmektedir. Kur’an-ı Kerim veciz olma özelliğinden ötürü az söz ile çok anlam barındırmaktadır.
“Zamana yemin olsun ki…” (Asr/1)
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz birçok varlığa yemin etmektedir. Bu yeminler, Kur’an-ı Kerim’de “Aksâmü’l Kur’an” başlığıyla âlimlerimizce işlenmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki bu yeminler, “bir insan, Allah’ın yemin ettiği şeylere yemin edebilir mi?” sorusunu doğurmuştur. Âlimlerimiz, Allah’ın yemin ettiği ay, güneş, gündüz-gece, insan, zaman gibi mahlûkat olan şeylere bir insanın yemin etmesinin caiz olmadığını ifade etmişlerdir. Yüce Rabbimizin yapmış olduğu bu yeminlerin başında “yaratıcısı, rabbi” gibi kelimelerin gizli olduğunu söylemişlerdir. “zamana yemin olsun” cümlesi aslında “zamanı yaratana yemin olsun” anlamı taşımaktadır.
Yüce Rabbimiz (c.c.) kelamına bir yemin ile başlıyorsa orada okuyucu üç farklı ders çıkarabilir:
-Rabbimiz (c.c.) bir şeye yemin ediyorsa onun insanoğlu için önemli bir unsur olduğu.
-Yeminden sonra gelecek olan cümlenin çok önemli bir mesaj barındığı.
-Yemin edilen şey ile yeminden sonra gelen mesaj arasındaki irtibat.
Rabbimiz (c.c.) burada zamana yemin etmektedir. Zamanın hem uhrevi hayat hem de dünya hayatı için ne kadar kıymetli bir hazine olduğu aşikârdır. İnsanlar zaman içerisinde bir inanca sahip olabiliyor, zaman içerisinde inancını yitirebiliyor, zaman içerisinde maddi ve manevi duygusal değişimler yaşıyor. Dünyevi olarak düşündüğümüzde bile insanlar zaman içerisinde para kazanıp, para kaybedebiliyor. Bir makama, bir koltuğa, bir unvana zaman içerisinde sahip olabilmektedir. Bununla birlikte sınavdaki bir öğrenci için bir dakikanın ne kadar önemli olduğunu “zamanım yetmedi” sözünden de anlaşılmaktadır.
Zamanın önemine binaen Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve zaman.” (Buhârî, Rikâk, 1)
Rabbimiz (c.c.) zamana yemin ettikten sonra önemli bir meseleyi gözler önüne seriyor.
“İnsan gerçekten ziyan içindedir.” (Asr/2)
Burada “insan” kelimesinden herhangi bir sınıf insan kast edilmemiştir. Bütün insan cinsinin mümin-kafir istinasız bir şekilde ziyan içerisinde olduğu vurgulanmıştır. Ziyan ve zararın çok farklı çeşitleri vardır. Kimi zararlar dünyevidir. İnsanlar yanlış bir ticarete yatırım yaptığında “bu ticarette çok zarar ettim” demektedir. Kimi zararlar da uhrevidir ki burada vurgulanan ziyan uhrevi boyutu olan bir ziyandır.
Rabbimizin (c.c.) zamana yemin ettikten sonra insanların ziyanda olduğunu belirtmesinde ince bir mesaj vardır. İnsanlar zamanla irtibatlı şekilde zarardadır aslında. Çünkü zamanı değerlendirip değerlendirmemesiyle bu ziyanın boyutu farklılık arz etmektedir.
“İnsan gerçekten ziyan içindedir. Fakat iman edenler… müstesna.” (Asr/2-3)
İnsanlar ziyandadır fakat iman edenler ziyanda değildir. Demek ki iman insanı ziyandan kurtarmaktadır. İnsanlığın içinde bocalayıp durduğu bu hüsran, ancak iman ederek izale edilir. Zaten hayatı anlamlı hale getiren, dünya hayatındaki bu gizemli sırları keşfedip bir anlama oturtan iman değil midir?
Bediüzzaman Said Nursi (r.a.)’nın ifadesiyle “Nasıl ki iman, ölüm vaktinde insanı i'dam-ı ebedîden (sonsuz bir yokluktan) kurtarıyor; öyle de herkesin hususî dünyasını dahi i'damdan (yokluktan) ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor.”
Karanlık bir odaya girdiğimizi düşünelim. Etrafta yüzlerce vazo bulunmakta. Bunların sıradan birer vazo olduğunu düşünüp, ehemmiyet vermiyoruz. Oysa bize uzatılan el fenerini yakıp vazolara doğrulttuğumuzda vazoların üzerindeki el sanatıyla mükemmel bir şekilde işlenmiş desenleri görüp, bunların sıradan birer vazo olmadığını, bir usta sanatçının eseri olduğunu anlayıp bu vazolara ayrı bir önem veririz. İşte dünya hayatının misali de böyledir. Hayatımızda bulunan her esrarengiz olaya anlam veremediğimiz zamanlar oluyor. Ne zaman ki iman nuruyla baktığımızda; bu olayların her biri bir anlam kazanıyor, bunların sıradan bir şekilde gelişigüzel gerçekleşen olaylar olmadığını, bütün bunları idare eden bir sanatçının olduğunun bilincine erişiriz.
Peki sadece iman etmek, ebedi hüsrandan kurtulmak için yeterli bir neden midir? Bu soruya Kur’an-ı Kerim cevap veriyor:
“İnsanların içinde: ‘Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik’ diyen ama gerçekte iman etmiş olmayan birtakım kimseler bulunmaktadır.” (Bakara/8)
İmandan sonra hüsran dehlizinde boğulmayan insanlardan bir sınıf da salih amel işleyenlerdir.
“İnsan gerçekten ziyan içindedir. Fakat iman edip de sâlih ameller işleyenler… müstesna” (Asr/2-3)
Rabbimiz (c.c.) hüsranda olmayanları sıralarken iman edenleri önceledi. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i kerimesinde iman ile salih amel birlikte zikredilmiştir. Çünkü inanç olmadan salih amelin olması mümkün değildir. İnanca dayalı olmayan güzel ameller, bir çıkara dayalı yapılır. İnanca dayalı olmayan güzel amellerin ifrat-tefrit sınırı da olmaz. İnanca dayalı olmayan güzel ameller, iyilik yapılacak olan kişinin dini, ırkı, ideolojisine göre değişkenlik arz eder.
Bunun en bariz örneği, batılı devletlerin çift anlamlı kavramlarıdır. Batıda kavramlar her zaman çift anlamlıdır. Kavramlara kendi insanlarına karşı ayrı bir anlam, kendinden olmayan insanlara karşı apayrı bir anlam yüklerler. Batılı devletler bugün “insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları” gibi güzel(!) bazı konularda hassasiyet göstermektedirler. Peki, bu hakların iadesini yaparken karşıdaki insanların inancına bakmıyorlar mı? Elbette bu hakları kendi insanlarına karşı iade ederken, kendisiyle aynı inancı paylaşmayan insanlara da bu hakları bomba, mermi, füze, olarak iade etmektedir. Bu nedenle inançtan yoksun salih amel hiçbir fayda sağlamamaktadır.
“İnsan gerçekten ziyan içindedir. Fakat iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler müstesna…” (Asr/2-3)
Salih amelin açıklamasını bu ayet-i kerimede görmekteyiz. Elbette salih amel denilince akla birçok güzellikler gelmektedir. Rabbimiz insanı hüsrandan kurtaracak olan en ehemmiyetli salih ameli bizlere haber veriyor. Karşılıklı bir şekilde birbirine hakkı tavsiye etmek. Bu nedenle sahabeler her karşılaştığında bu sureyi okumadan ayrılmazlardı.
“İnsan gerçekten ziyan içindedir. Fakat iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr/2-3)
İnsanlar birbirlerine hakkı tavsiye ettiklerinde bazı zorluklarla karşılaşabilirler. Bunu hem tavsiyeyi yapan hem de kendisine tavsiye yapılan kişi için geçerlidir. Davetçi insanlar hakkı tavsiye ettiğinde bazı zorluklarla karşılaşabilmektedir. Sayısızca peygamberin, sahabenin ve İslam davetçisinin başına gelen musibetler bunun en bariz örnekleridir. Peygamberler kendilerine nübüvvet gelmeden evvel, kavimlerinin içinde seçkin şahsiyetlerdi. Ne zaman ki nübüvvet görevlerini icra etmek üzere insanlara hakkı tavsiye ettiklerinde, hak ve hakikat düşmanları onlara karşı tavır sergilemeye başladılar. Hak yolda yürümek, dikenli bir yolda yürümek gibidir. Bu nedenle dikenli yolda yürürken ayaklara batan dikenlere karşı sabır gösterilmelidir.
Allah’a emanet olun. Kalın sağlıcakla…