Söz&Kalem-Yusuf Yetiş
Aksa Tufanı Harekâtı; yalnızca Ortadoğu’nun siyasi denklemlerini değil, Batı toplumlarının vicdanî haritalarını da sarsan bir hadise oldu. Bir tarafta yıkım, ölüm ve sessiz kalmaya alışmış bir dünya düzeni; diğer tarafta bu düzeni reddeden gençlik hareketleri, entelektüel arayışlar ve edebiyatın, sanatın içinden yükselen bir isyan… Gazze semalarında patlayan bombaların gölgesi, Atlantik’in ötesinde bir üniversite amfisine, Avrupa’nın bir meydanına, Amerika’nın bir kütüphanesine kadar uzandı. İnsanlığın ortak vicdanı, uzun zamandır bu denli açık bir şekilde ayaklanmamıştı.
Batı toplumları uzun süredir bireyselliğin, tüketim alışkanlıklarının ve medya manipülasyonlarının kıskacında yaşıyordu. İnsan hakları söylemleri çoğu zaman uluslararası politikada bir vitrin süsü olarak kullanıldı. Fakat Gazze’de yaşanan trajedi, bu sahte aynaları paramparça etti. Hakikatin üzeri artık örtülemiyordu. Cep telefonlarından canlı yayılan görüntüler, sosyal medyada paylaşılan videolar, savaşın bütün çıplaklığıyla gözler önünde olmasını sağladı. Bu durum, Batı gençliği için bir uyanış vesilesi oldu: Özgürlük, adalet ve haysiyet kavramlarının reklam panolarındaki steril sözlerden ibaret olmadığı, bilakis sokaklarda, meydanlarda yeniden kazanılması gereken bir hakikat olduğu fark edildi.
Bu noktada elbette Malcolm X’in mirası hâlâ yankı bulmaktadır. Ancak mesele yalnızca onunla sınırlı değildir. Rosa Luxemburg’un adalet arayışı, Frantz Fanon’un sömürgecilik karşıtı çığlığı, Jean-Paul Sartre’ın özgürlük vurgusu… Bütün bu tarihî figürler, bugün Batı gençliği için bir referans, bir ilham kaynağı hâline gelmektedir. Gazze, onların teorilerinde dile gelen adalet fikrinin canlı bir tecrübesine dönüştü.
İspanya’da ve İtalya’da gördüğümüz büyük kalabalıklar bunun en belirgin örneklerindendir. Madrid ve Barselona’da on binler, Filistin bayraklarını taşıyarak yürüdüler. Bu yürüyüşler, yalnızca sembolik dayanışmalar değil, aynı zamanda Avrupa’nın kendi vicdanıyla hesaplaşması anlamına geliyordu. İspanya’nın bazı belediyeleri, siyonist ürünlerine boykot çağrısı yaptı; bu, halkın vicdanı ile devlet politikası arasındaki uçurumu gözler önüne serdi. İtalya’da ise Roma ve Napoli’de öğrenciler kampüslerini Filistin bayraklarıyla donattı. Onların bu tutumu, bir zamanlar Mussolini’nin baskıcı rejimine karşı direnen gençliğin ruhunu bugüne taşıdığını kanıtladı. Tarihî hafıza, adalet arayışını diri tutuyordu.
Bu hassasiyet yalnız Avrupa’yla sınırlı kalmadı. Amerika’da üniversite kampüsleri, Filistin için dayanışma gruplarına ev sahipliği yaptı. Columbia Üniversitesi’nden Berkeley’e kadar birçok yerde öğrenciler oturma eylemleri düzenledi. Bu gençler, kendi devletlerinin İsrail’e koşulsuz desteğini sorgularken, aynı zamanda kendi toplumlarının “özgürlük” iddialarını da yeniden tartışmaya açtılar. Batı’nın siyasal elitleri çoğu zaman sessiz ya da tarafgir kalırken, genç kuşaklar, sanatçılar, yazarlar ve akademisyenler vicdanın sesi oldu.
Burada sosyolojik açıdan önemli bir noktayı vurgulamak gerekir: Batı’da uzun zamandır “hakikat sonrası” olarak adlandırılan bir çağdan söz ediliyordu. Gerçekler manipülasyonlarla, medya oyunlarıyla çarpıtılıyor; insanlar hakikatin yerini aldatıcı söylemlerle dolduruyordu. Fakat Gazze meselesi bu perdenin yırtılmasına yol açtı. Çünkü görüntüler, sesler ve hikâyeler doğrudan insanların kalbine ulaştı. Artık kimse bu hakikati yok sayamıyordu. Gazze, Batı için bir “vicdan pusulası”na dönüştü.
Öte yandan bu süreç, Batı’nın kendi içindeki çelişkileri de görünür hâle getirdi. Bir yanda hükümetlerin stratejik çıkarları, siyonistler ile kurdukları ilişkiler; diğer yanda sokaklarda, meydanlarda haykıran gençlik… Bu tezat, Batı demokrasilerinin meşruiyetini sorgulatan bir hal aldı. Halkın vicdanı ile devletin politikası arasındaki uçurum, Aksa Tufanı’nın Batı’daki en kalıcı tesirlerinden biri olacaktır.
Edebiyat ve sanat dünyasında da bu yansımalara şahit olduk. Şairler, romancılar, ressamlar Gazze’deki trajediyi kalemlerine ve tuvallere taşıdılar. İspanyol edebiyatında Lorca’nın hatırasını çağrıştıran şiirler yazıldı; İtalya’da anti-faşist sanatın diliyle Filistin anlatıldı. Amerika’da siyah müziğinin damarından gelen rap sanatçıları, Malcolm X’in ve Martin Luther King’in sözlerini Filistin dayanışmasına eklemledi. Böylece kültürel üretim, politik bir direnişin parçası hâline geldi.
Aksa Tufanı’nın Batı üzerindeki tesirini yalnızca politik değil, aynı zamanda ahlaki bir dönüşüm olarak okumak gerekir. Çünkü Gazze, Batı için yalnızca uzak bir coğrafyada yaşanan trajedi değil; kendi vicdanlarının aynasıdır. Batılı gençler, sokaklarda yürürken aslında kendi geleceklerini de savunduklarının farkındalar. Bir gün onların da özgürlükleri, aynı güçlerin çıkar hesapları uğruna tehdit edilebilir. Gazze’ye sahip çıkmak, kendi insanlıklarına sahip çıkmaktır.
Neticede Aksa Tufanı, Batı toplumlarını seyirci konumundan özne konumuna sürükledi. Malcolm X’ten Rosa Luxemburg’a, Fanon’dan Sartre’a kadar uzanan tarihî mirasın bugünkü yankıları, İspanya ve İtalya’nın meydanlarında, Amerika’nın kampüslerinde yeniden vücut buldu. Belki de asıl mesele, Batı’nın kendi aynasında Gazze’yi görmeye başlamasıdır. Çünkü Gazze, yalnızca Filistinlilerin değil, bütün insanlığın imtihanıdır. Bu imtihan, yalnız liderleri değil; gençleri, sanatçıları, yazarları ve mütefekkirleri de içine almaktadır.