Söz&Kalem Dergisi - Mehmet Zeki Aygur
Bazen dur durak bilmeyen bir hengâmenin içinde köşeye çekilir; ne yaptığımızı, ileride neler yapacağımızı veya neler yapmamız gerektiğini sorgulamaya çalışırız. Zaman öyle hızlı akıp geçiyor ki yüzümüzdeki kırışıklıklar günbegün daha da belirgin hale geliyor. Vücudumuz hantallaşıyor ve hastalıklar ortaya çıkmaya başlıyor. Bir şeyler yapmak için gereken isteğin yavaş yavaş azaldığını yakından görüyoruz.
Bir yandan zamanın su gibi akıp geçtiğini düşünürken bir yandan da gündeme gelmenin, gündemde kalmanın yollarını aramaya başlıyoruz. Günümüzde hayatımızın neredeyse büyük bir bölümünü kaplamaya başlayan sosyal medyayı biraz tahlil etmeye çalıştım. Bunu düşünürken şunun farkına vardım ki; gündeme gelenlerin ve gündeme gelmek için can atanların diğer insanların büyük bir bölümünden aykırı davrandığına şahit oldum. Radyoların, gazetelerin, televizyonların ve diğer sosyal medya kanallarının keşfetine yani gündemine baktığımızda aslında insanların gündemindeki konulara da hakim olabiliyorsunuz, hatta kendi gündemlerinize de!
Gündemimizi işgal eden içerikleri hayret edici sözlerle izlemeye devam ediyoruz! Evet, izlemeye devam ediyoruz çünkü tüm bunları gündemde tutan yine bizleriz aslında. Belki de üniversiteye başladığımdan beri birazda okulun yoğunluğundan kaynaklı olarak televizyon izlemeyi bıraktım ama ne zaman bir programa denk gelip göz atsam insanlar böyle şeyleri nasıl izliyor diye hayret ediyorum. Nitekim bu tür programlar içinde artık televizyon ve radyo gibi daha ilkel medya araçlarına ihtiyacımız kalmadı. Çünkü artık televizyondan daha etkili yeni nesil medya araçları bulunuyor.
Bu gelişim ve değişim bir anda olmadı tabi yeni nesil eskileri eskilerde yenileri dışlayarak varoluşsal bir yol izlemekle kalmıyor adeta bu ateşi körüklemeye devam ediyor. “Biz’’den “ben”e kayan bir toplumda narsist ve bencil insanların yaygınlaşmasını normal karşılamak lazım. Tabi bununla beraber kaygı ve depresyon artmaya devam ediyor. Normalleşmek bile aykırılaşmaya zıt bir kavram olabilir. Her seferinde dozu artan bir eylem ile gündemde kalmaya devam etmek adeta bir bulaşıcı hastalık gibi damarlarımızda dolaşıyor. Evet, gerçek şu ki, böyle bir neslin bedeli çok ağır olacak. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de böyle bir nesille karşı karşıyayız.
Şüphesiz bu nesil, dünyaya geldiğinde ne olacağını, kendisini nasıl bir dünya beklediğini bilmiyordu. Onların böyle olmasını sağlayan önceden oluşturulmuş asırlık dünya düzeni ve içinde bulundukları ülke ve toplumudur. Suçluyu çok fazla uzaklarda aramadan, kalıcı çözümler üretmezsek kopuş hızlanacak ve derinleşecektir. Birçok toplumda olduğu gibi Türkiye’de de kültürel değerler, yeni gençler arasında zayıflıyor. Gelenek ve görenekler yok oluyor. Bunda teknolojik gelişmeler ve yeni hayat şartları büyük etkiye sahiptir.
Gençler, çağına özgün değişimler geçirecektir. ''Bizim zamanımızda'' diye başlayan cümleler çok anlam ifade etmeyecektir. Gençlik dönemi açık denizde bir sandalda olmaya benzetilebilir. Kimi zaman sakin kimi zaman dalgalı bir dönem. Önemli olan bu dönemde az hasar almak ya da onarılmayacak hasarlar almamaktır. Tabi ki bunun için bize çok iş düşmektedir. Biz kimiz peki biliyor muyuz? Veya ne olmalıyız? Bizleri imha etmek isteyenlere karşı ihya hareketi başlatan bir avuç bilinçli Müslümanlar olmalıyız. Bir avuç diyorum çünkü gerçekten çokluk sayı ile veya nicelik ile ilgili değildir. Nitekim tarih boyunca nice az toplulukların çok topluluğa galip geldiğini yakından biliyor ve inanıyoruz. Ayrıca biz zaferden sorumlu değiliz. Peki ya sefere hazır mıyız?
Bu dönem anlayacağımız gibi normal bir süreç fakat iyi idare edilmesi ve iyi şekillendirilmesi gereken sancılı bir dönemdir. Bu dönemde sadece anne-babalara değil, aslında hepimize iş düşmektedir. Bu dönemden olgunlaşmış, hayata hazır çıkmak için aile, okul, sosyal çevre, medya ve mevcut yönetim sistemi olarak birlikte el ele çalışmalıyız. Çünkü gelecek olan bu nesli anlamak ve sorunları konusunda destek olmak, çözümlerde yardımcı olmak daha güçlü bir toplum olmamızı sağlayacaktır. Unutmayalım ki bugünün gençleri geleceğin anne babaları, öğretmenleri, yöneticileri, hukukçuları, sanatçıları, mühendisleri olacaklar. Eğitim sorunları, işsizlik, toplumsal kaygılar, ekonomik sıkıntılar ve bu gençlere yüklenen beklentiler sadece onların tek başına aşması gereken sorunlar değildir.
Eski nesil ile yeni nesil arasında yaşanan problemlerden birisi, ataerkil ailelerde
büyüyen nesil ile onların çocuklarının son çeyrek asırda ciddi bir çatışmanın içine girmiş olmasıdır. Babanın, babasından gördüğünü tatbike çalışırken gencin, yaşadığı dünya ile babasının tekliflerine anlam verememesi en büyük sıkıntıyı doğurmuştur. Bu süreçte asgari müştereklerin korunmasına yönelik gerekli eğitim verilmelidir. Bir diğer problem ise her iki tarafın kendilerini haklı bulmalarıdır. Belki Hz. Ali’nin: “Çocuğunu kendi zamanınla sınırlama çünkü o senin zamanının gayrı olan bir zaman için yaratılmıştır” görüşü tam da bugünkü meseleleri işaret etmiştir.
Gençliğimizin bu uyuşmazlık problemini çözmek herkesin kendince doğru olanlarla hareket etmesiyle değil, asgari ve giderek azami müşterek doğruları artırmakla mümkün olacaktır. Bu da Hz. Peygamber’in (sav) Veda Hutbesi gibi evrensel beyannamelerinden hareketle Kur’an’ın öngördüğü hür ve erdemli toplumu inşa etmekle mümkün olacaktır. Genç hayallerini, ebeveyn ise tarihte yaşadıklarını yumuşatmalıdır. Aksi halde hayalle hakikatin çatışması sürüp gidecektir. Asrın baş döndürücü hızdaki gelişmelerine göre çocuklarımızı yetiştirebilirsek çocukların anne-babanın yaşadıkları hakikatleri de anlaması kolay olup kod farkını telafi mümkün olacak ve ortak bir noktada buluşma imkânı artacaktır. Yoksa ebeveynin “Bizim zamanımızda böyle değildi” cümlesi gençleri pek de ilgilendirmemektedir. Çünkü zaman onların zamanı, şartlar da onların şartları gibi değildir. Dolayısıyla olan ile olması gereken tefrik edilip ideal ile reel olanın buluşturulması, aileler ile evlatları arasındaki kopukluğu tamamen gidermese de meseleleri birlikte konuşma imkânı verecektir.
Merter’in kitabının önsözünde değindiği üzere: Anlaşılan şu ki, eğer acil tedbirler almazsak gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil, zevkperest, kaygılı, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru gidiyoruz. Bu çocuklar evlenmeyecek, aile kurmayacak, istikrarlı bir şekilde çalışmayacak ve medyanın kendilerine sunduğu hayali değerler ile yetinecekler. Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde bir “açık hava tımarhanesine” dönüşüyor. Gelecekte bilinçli, tarihini, değerlerini bilen nesillere sahip devletler dünya yönetiminde önemli bir yere sahip olacaklar. Bundan dolayı devletimizin en önemli konusu ve çabası gençlik olmalı. Dünyanın en güçlü devleti olunsa bile yok olan bir nesille bu sürdürülemez. Ben diyen nesil değil, biz diyen nesilleri yetiştirmek dileğiyle. Alternatifler oluşturmayı, adil ve etik olmayı öğrenmemiz ve öğretmemiz gerekiyor. Satın aldığımız her ürünle, yaptığımız her eylemle, kurduğumuz her cümleyle yaşamak istediğimiz dünyanın temellerini atıyoruz, bunun farkına vardığımızda dünyayı daha güzel bir yer haline getireceğiz.