Muttakiler için hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim; genel olarak tevhid, nübüvvet ve ahiretle ilgili ayetleri ihtiva eder. Buna ek olarak itikadî, fıkhî ve ahlaki hükümlerin yanı sıra önceki peygamberler ve ümmetlerle ilgili kıssaları da ihtiva eden, i’cazıyla inkârcıları âciz bırakan mucize bir kitaptır.
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de önceki peygamberler ve kavimlerinden sıkça bahseder. Bunun yanı sıra Nemrut, Firavun, Haman ve Karun gibi önde gelen inkârcılarından da bahseder. Fakat Kur’an’ın önceki peygamberlerden sıkça bahsetmesi, onu bir tarih kitabı yapmaz. Zira Kur’an’da anlatılan kıssaların amacı, muhataplarına yalnızca tarihî bilgi vermek değildir. Amaç, yalnızca tarihî bilgi vermek olsaydı peygamberler ve kavimlerine dair çok detaylı olarak bilgi verilirdi; ama kıssaları dikkatle incelediğimizde peygamberlerin gönderildikleri kavimlere, ne zaman ve nerede yaşadıklarına dair çok az bir bilgiye rastlıyoruz. Böyle olmasındaki hikmet, kıssaların anlatılmasındaki asıl amacın tarihî bilgi vermek olduğu değil, muhatapların o kıssaları okuyarak kendilerine dersler ve ibretler çıkarmak olduğudur.
Rahîm olan Allah, kullarına belirli dönemlerde kavimlerini tevhide, güzel ahlaka, adalete, haddi aşmamaya ve namaz kılmaya davet eden resul ve nebiler göndermiştir. Hiçbir kavme peygamber göndermeden azap etmemiştir; hiç şüphesiz bu, Rabbimizin sonsuz rahmetinin sonucudur. Zira Rabbimiz isteseydi hiç peygamber göndermeyebilirdi; ama kullarına rahmet ederek onlara iyiliği emredip onları kötülükten nehyeden peygamberler gönderdi.
Peygamberlerin Kur’an’da anlatılan kıssalarının her birinden birçok ders ve ibretler çıkarılabilir. Bundan dolayı peygamberlerin hayatını, davet metotlarını, onlara iman eden müminlerin eziyet ve meşakkatlere karşı gösterdikleri sabrı, onlara karşı çıkarak ebedî cehennemi boylayan kâfirlerin kötü akıbetlerini ders ve ibret nazarıyla okuyup imanımızı arttırmalı, küfürden uzaklaşmalıyız.
Okuyup ders ve ibretler çıkarmamız gereken peygamberlerin kıssalarından biri de Hz. Yunus’un kıssasıdır. Zira Hz. Yunus’un kıssası; sabrın, duanın ve tövbenin iliklere kadar hissedildiği, içerisinde birçok ders bulunan bir rehber niteliğindedir.
Hz. Yunus, putperest olan Ninova halkına peygamber olarak gönderildi. Kendinden önce gönderilen tüm peygamberler gibi, Hz. Yunus da kavmini öncelikle Allah’ın birliğine, yani tevhide davet etti. Tevhid, Hz. Âdem’den Peygamberimiz (s.a.s)’e kadar gönderilen tüm peygamberlerin ortak davetidir. Her peygamber, kavimlerini öncelikle Allah’ın birliğine, ortağı olmadığına davet etmiştir. Hz. Yunus, kavmini tevhidin yanı sıra zulmetmemeye, namaza, oruca, zekâta, ibadete, yalan söylememeye ve zina yapmamaya davet etti. Ama Hz. Yunus’un kavmi, bu ilahî emirlerin hiç birine kulak asmayarak kendisine dahi hiç bir faydası olmayan putlara tapmaya devam etti. Âdeta kalpleri mühürlenmiş, hak ve hakikate kör-sağır kesilmişlerdi.
Kavmini otuz üç yıl boyunca dur durak bilmeden putlara tapmamaya, haddi aşmamaya ve zulmetmemeye davet Hz. Yunus’a Ninova halkından sadece iki kişi iman etti. Hz. Yunus da, insan olması hasebiyle kavminin bu inkârcı tutumuna bir taraftan üzülüyor, bir taraftan da çok öfkeleniyordu. Artık uyarıların bir fayda vermeyeceğini düşünüyordu. Ninovalıların hiçbir uyarıya dinlemeyerek haddini aştığını gören Allah Teâlâ, Hz. Yunus’tan, kavmine kırk gün mühlet vermesini istedi. Hz. Yunus, Allah’ın, Ninova halkına verdiği mühleti kavmine duyurdu ve onları gelecek olan azapla tehdit etti. Kavmi, Hz. Yunus’un azap tehditlerine kulak asmayarak onunla alay etti. Kavminin inkârcı tutumuna dayanamayan Hz. Yunus, Allah Teâla’nın, kavmine verdiği mühlet dolmadan şehri terk etti. Ninova’dan ayrılarak gemiye bineceği yer olan Dicle Nehri’ne doğru yol aldı. Dicle Nehri’ne varan Hz. Yunus, bir gemiye binerek nehre açıldı. Hava o kadar rüzgârlıydı ki gemi devrilecek gibi oluyordu. Gemidekiler de, bunun içlerindeki bir günahkârdan dolayı olduğunu düşünerek gemideki bir kişinin kura sonucu ile suya atılmasını kararlaştırıldı. Gemidekilerin arasında çekilen kura, Hz. Yunus’a çıktı. Her ne kadar gemidekiler rıza göstermese de, Hz. Yunus, günahkârın kendisi olduğunu bildiği için sonuca rıza göstererek suya atladı. Suya atlayan Hz. Yunus, Allah’ın emriyle bir balık tarafından yutuldu. Karanlıklar içerisinde kalan Hz. Yunus, yaptığı hatanın farkına vararak merhametlilerin en merhametlisi olan Allah Teâlâ’ya elini açarak bağışlanma diledi. Allah da, Hz. Yunus’un bu halis tövbesini kabul ederek onu bağışladı.
Hz. Yunus kavmini terk ettikten sonra, Ninovalıların yüzleri sapsarı olmaya başlamıştı. Ninovalıların yüzünün sararması, azabın yaklaştığını haber veriyordu. Verilen kırk günlük mühletin dolmasıyla beraber azap bulutları, Ninova şehrinin üzerine gelmeye başladı. Ninovalılar azap bulutlarını görünce pişman olmuş, bunun üzerine can havliyle Hz. Yunus’u aramaya başlamışlardı. Ama tüm çabalarına rağmen Hz. Yunus’u bulamadılar. Çünkü Hz. Yunus, şehri çoktan terk etmişti. Ne yapacaklarını şaşıran Ninovalılar, Hz. Yunus’a iman eden iki kişiden biri olan mümin bir ihtiyarı buldu. Buldukları müminle birlikte yaptıkları hatalardan tövbe edip Allah’tan bağışlanma dilediler. Allah da, onların bu samimiyetlerini görerek tövbelerini kabul etti.
İyiliği emredip kötülükten nehyetme görevi olan biz Müslümanlar da, hiçbir zaman tebliğ ettiğimiz insanları “hidayete ermiyorlar” diye terk etmemeliyiz. Olur ki Allah Teâlâ bir gün onların da kalbini İslâm’a ısındırır, yaptıkları hatalardan pişmanlık duyar, tövbe ederler.
İslâm davetini yaparken elbette zorluklarla karşılaşacak, hakaretlere uğrayacağız. Tebliğ ettiğimiz her insanın iman etmesini beklemek, mümkün değildir. İslâm davetine karşı çıkanlar her zaman olmuş ve olmaya da devam edecektir. Bu, her peygamberin ve ona iman eden müminlerin daveti sırasında karşılaşabileceği tabii bir durumdur. Bizim üzerimize düşen, davetimizi sabırla sürdürmek; eziyetlere, belalara, hakaretlere sabretmektir. Şüphesiz ki Allah, dilediğine hidayet verir. Bizler, insanların hidayetinden değil, tebliğ ve davet vazifemizi yerine getirmekle yükümlüyüz.
Son olarak, Hz. Yunus’un kıssasına genel olarak baktığımızda onun zalimlerden yüz çevirişine, tavizsiz duruşuna, güzel davetine ve sabrına şahit oluyoruz. Fakat Hz. Yunus’un ön plana çıkan en önemli hususiyeti, nasuh tövbesidir. Nitekim Hz. Yunus, tarih boyunca Kur’an-ı Kerim’de geçen şu münacatıyla tanınmıştır: “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” (Enbiya, 87)
Bu dua, hem Kur’an’da geçmesi hasebiyle hem de Hz. Yunus’un mübarek ağzından süzülen bir dua olması hasebiyle birçok ders ihtiva eden makbul bir duadır.
Hz. Yunus’un duasında, biz Müslümanlar için birçok ders ve hikmetler vardır. Fakat bu duada ders çıkarmamız gereken en önemli nokta, kendi nefsine zulmettiğini itiraf edip “tövbe” etmesidir.
Allah’ın izni olmaksızın şehri terk eden Hz. Yunus, yaptığı hatanın farkına vardığında, şeytanın yaptığı gibi kendisinin haklı olduğunu iddia etmedi. Bilakis hemen Allah’ın rahmetine sığınarak tövbe etti. Nihayetinde de Allah Teâlâ, onun bu samimi ve halis tövbesini kabul ederek onu bağışladı.
Hz. Yunus’un kıssasının anlatıldığı Saffat sûresinde, Rabbimiz, tövbe ve zikrin ne kadar önemli olduğunu şu ayetle bizlere hatırlatıyor: “Eğer o, Allah’ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.”
Bazen bizler de gaflete düşerek Allah’a isyan edebilir, böylelikle kendi nefsimize zulmedebiliriz. Ama günahlarımız ne kadar büyük olursa olsun Allah, Rahman ve Rahîm’dir. Kendisine elini açarak pişmanlık duyan, tövbe eden kullarını bağışlar. Yeter ki İblis gibi hatamızı savunarak isyan edenlerden olmayalım.
Söz&Kalem | Yusuf SERİK