Tabiat, ekosistem, ağaçlar, hayvanlar ve dahası insan uğruna yaratılmış ve insanın kendi uğruna yıpratmış olduğu emanetlerdir. Tekebbüründen, uğruna yaratılmışlıkları istismar etmesinden ve doğa üzerinde bir tahakküm kurma çabasından dolayı insan her halükarda kaybedeceği bir savaşa girmiştir. Nitekim Hubert Reeves’in “Doğa ile savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak kaybedeceğiz.” İfadesi bu hakikatin izharıdır. Sanayi devrimiyle başlayan ve günümüze değin devam eden insanın doğaya verdiği zarar, bilimde açılan her çığırla beraber biraz daha korkunç bir boyuta ulaşmaktadır. Doğaya verdiği her zararın ömründen bir lahza çaldığı hakikatini unutan insan, süfli ve sözde fazlaca terakki getirecek bilimsel emelleriyle bugünden ziyade yarının da oksijenini de kirletmektedir.
Son yıllarda belirginleşen insanın doğaya yönelik yıkıcı tavrı korkunç mukavemetlerle tekrar insana dönmekte fakat insan aldığı ültimatomlara rağmen akıllanmamakta. İnsanın gamsız bir halet-i ruhiyeye bürünmesi ve her geçen gün daha büyük hamlelerle doğa üzerine tahakküm kurma çabası neticenin felaketle nihayetleneceği ihtimalini güçlendirmektedir. Gelişen orman yangınları, sel felaketleri, Karadeniz’de yaşanan erozyonlar ve dahası bahsi geçen mukavemetlerden yalnızca birkaçıdır. Katiyen unutulmamalıdır ki doğa mazlum değildir, bilakis umarsız ve kontrolsüz müdahalelere karşı çokça can yakan bir tavra bürünmektedir. Daha geçen birkaç zaman içerisinde Batı Karadeniz’de yaşanan sel felaketi ve sonrasında yaşanan can kayıpları; Fransa, İtalya ve İspanya’da sıcak hava dalgalarından dolayı yaşamını yitiren kırk binden fazla insan; Louisiana'da 500 karatavuğun iki günde ölmesi, Brezilya'da 100 ton sardalyanın, Yeni Zelanda'da yüzlerce "snapper" cinsi balığın, ABD Maryland eyaletinde 2 milyon balığın ölü bulunması, işin doğaya kontrolsüzce yaklaşmanın neticesi ve bu yaklaşımlara dikkat etmezsek ne olur sorusunun cevabı niteliğindedir.
Doğaya, tahakkümden ziyade onun bir parçası olduğumuzu kabul eden bir anlayışla yaklaşmamız gelecek adına bize umut olacaktır. Onunla savaşarak değil barışarak ilişki kurmalıyız ki bize ikramda bulunsun. Buna Müslümanlar olarak öncü olmalıyız. Çünkü materyalist perspektife sahip ve yaptıkları her keşfe lahuti esvaplar giydiren bunun yanı sıra tanrısal boyutlara ulaşabiliriz aldatmacasına inanan Batı, doğayı kontrolü altına alabileceği kanaatinde ve çalışmalarını yıllardan beri bu minval üzerine yapmaktadır. Zira doğaya en çok kim zarar vermiş diye bir bakılsa ilk iki sırada Çin ve Amerika görünür. Çünkü tanrıyı işin içinden çıkaran ve kudretinden başkasını tanımayanlar ancak böyle cahil ve cüretkâr hareketler sergileyebilir.
İnsanla doğa arasına modern teknolojiyi koydular, insanı doğadan uzaklaştırıp kendi kurdukları dünyada, kendi öğretileri, ticaretleri ve kültürleri ile kıta dizginlerini ellerine almaya çalıştılar -ki başarısız oldular da diyemeyiz- fakat cüretkâr tavırları artık doğa tarafından cezalandırılıyor ve yaşanan afetlerle bedel ödüyorlar. İşte tam burada olaya biz müdahil olmak zorundayız. Bilimci tavırlarla bilimin Tanrı’dan mugayir olduğu düşüncesiyle tüm hâkimiyeti eline alanların aksine bu alanda mahallî çalışmalar yapmaya başlamalı ve doğaya yaklaşımda İslami perspektif ortaya koymalıyız. Aksi halde en büyük bedelleri biz ödeyeceğiz çünkü hazırlıksız ve bilinçsiziz. Misal Müslüman nüfusa sahip kuzey Afrika civarı aşırı sıcaklıklarla boğuşacak ve Orta Doğu’nun büyük kesimi bundan etkilenecek. Fakat çözümü hacı ve hocalar veremeyecek çünkü hazırlıksız ve teçhizatsız olacağız. Ve küresel ısınmanın müsebbipleri yüz ölü verecekken biz on bin ölümlerden bahsedeceğiz ve kaybeden yine biz olacağız. Bu yüzden olaya müdahil olmalıyız. Greenpeace gibi kifayetsiz ve ideolojik saikler gayesiyle kurulmuş ve çevresel meseleler söz konusu olunca ilk ‘’Ben varım!’’ diyen bir yapımız yok; rağmen kurabilmeliyiz.
Yaşa ve yaşat!” teklifiyle bizi neşvünema eden Allah resulü Hz. Muhammed (s.a.v)’in bize bıraktığı az ve hacimli tavsiyeleri sadece lâfzî manada bile tatbik edersek dünya yeniden can bulur. Sünnetinden çevreye büyük pay veren Allah resulünden, gelin birkaç telkine kulak verelim:
“Kim bir ağaç diker ve de bu ağaç olgunluğa ererse, Allah bu ağaç sebebiyle, diken kimse için cennette bir ağaç diker. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 61).
“Bir Müslüman, bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir kuş, insan veya herhangi bir hayvan yerse, bu onun için sadaka sayılır. ” (Buhârî, “el-Hars ve’l-müzâra”, Müslim, “Müsâkaât”, H.No: 12)
“Bu bizi seven bir dağdır, biz de onu severiz.” (Buhârî, “Meğâzî”, B.27).
Hiçbir teknolojinin ya da ekolojik bilimin ilerlemediği bir zamanda bile bize ekolojik sünnet bırakan ulvi peygamberin ümmeti olduğumuzu, telkinlerine çağdaş libaslar giydirip aslından koparmadan günümüze tatbik etmek vazifesini ifa ile göstermeliyiz.
Doğaya mihman olduğumuzu unutmamalı, misafir adabından faydalanmalı ve usulünce gideceğimiz vakte kadar kaldığımız yeri kirletmemeli; kirletilen yerleri temizlemede ya da düzeltmede öncü olma vefası göstermeliyiz. Doğaya iyi davranmanın da bir ibadet olduğu fikriyle hareket etmenin ehemmiyetini unutmamalıyız.
Söz&Kalem | Yusuf Yetiş