Dünya yüzyıllardır kanlı savaşlara ev sahipliği yapıyor. Bu kanlı savaşlardan kimi hırslarıyla dünyaya hâkim olmak isteyen yöneticiler nedeniyle kimi de kendinden daha güçsüz gördüğü bir yönetimi sömürmek ve her türlü kaynağını kendi lehine kullanmak, kendi ülkesinin vatandaşlarına veya kendi ırkına daha müreffeh bir hayat yaşatmayı düşünenler yüzünden çıkıyor/çıkarılıyor. Her ne sebeple olursa olsun yaşanan savaşların artık sadece iki tarafın askerleri arasında kalmayıp sivil insanların da hayatlarına mal olduğu açık bir gerçek. Bundan dolayıdır ki dünya üzerinde yaşanan her savaşın en asgari düzeyde etkileri bile global anlamda etkilere neden oluyor. Savaş esnasında yaşanan göçler, enerji aktarımındaki sorunlar, ekonomik sıkıntılar vb. savaşa dâhil olmayan ülkeleri bile etkiliyor ve her ülke kendi çapında birçok tedbir almak zorunda kalıyor. Bundan dolayıdır ki iki ülke arasında yaşanan gerilimlerde bütün siyasi liderler, özellikle bu iki ülkeye yakın ülkelerin liderleri, sağduyu açıklaması yaparak bir savaş yaşanmamasını diliyorlar.
Fakat insan dünyada var olduğu sürece bu savaşların sonu gelmeyecek gibi görünüyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya iki “süper güç” etrafında taraflara ayrılmış durumdayken. Birbirlerine rakip olan iki unsurun varlığı da doğal olarak her zaman bir çatışma ihtimalinin var olduğu anlamına geliyor.
Peki, Müslümanlar olarak bizler bu iki taraftan hangisinin yanında olacağız?
Var olduğu günden beri işgal etmediği veya işgalinde rol almadığı tek bir İslam ülkesi kalmayan, on yıllarca İslam beldelerinde şehirleri yağmalayan, milyonlarca Müslüman’ın canına kıyan, yüz binlerce Müslüman’ın yurtlarını terk etmesine sebep olan, Müslümanlara kandan, gözyaşından başka bir şeyi reva görmeyen Büyük Şeytan ABD’nin mi tarafında olmalıyız. Yoksa, bir zamanlar dünyaya komünizm pompalayan, fırsatını bulduğu anda İslam beldelerini yakıp yıkmaktan geri durmayan, on yıllarca Çeçen Müslümanları kıyıma uğrat(maya çalışan)an, bugün hala Suriye’de milyonlarca mazlumun bedduasında kendine yer bulan Rusya’nın mı tarafında yer almalıyız ?
Bu soruya siyasiler farklı cevaplar verebilirler. Bu onların bileceği iştir. Ancak, vicdan sahibi bir Müslüman olarak önümüze iki tane katil sunularak bunlardan bir tanesini seçmemizin istenmesini kabul etmemeliyiz. Biz bu iki seçenekten hangisini seçersek seçelim ellerinde Müslümanların kanının olduğu tarafta olmuş olacağız.
Bugünlerde yaşanan Rusya- Ukrayna (SSCB-NATO) savaşında gelişmeleri takip ederken aklıma şöyle bir soru geldi: Batılı devletler mi çok vicdanlı, Doğulu devletler mi çok vicdansız?
Her halde Müslümanlar kadar geçmişini çabuk unutan başka bir kesim yoktur. Ve yine her halde zalimler kadar geçmişini çabucak örten bir kesim yoktur. Rusya, Ukrayna’ya saldırmaya başladığı andan itibaren bütün dünya ayağa kalkmış durumda. Ayaklananların Batılı devletler olması elbette ki bizi şaşırtmaz. Sonuçta kendi dinlerine mensup bir ülke savaşıyor. Ama anlamakta zorlandığımız tepkiler nedense bizim gibi görünen, bizim gibi düşünen insanlardan geliyor. Bu insanlar hemen başlıyorlar: “Savaşa Hayır! Katil Rusya! Ukrayna’nın Yanındayız! Bebekler Ölmesin! vs.” Evet bebekler ölmesin, masum insanlar ölmesin, şehirler harap edilmesin biz de bunu istiyoruz. Öldürülen masum bir insansa ırkının bir önemi olmadığını, bundan dolayı mazlumun yanında olduğumuzu her fırsatta söylüyoruz. Fakat masumların ölmemesini istemekle, iki Avrupalı devletin savaşmasını istememek her halde farklı şeyler olsa gerek.
Batı her zaman ikiyüzlü ve maalesef onların nazarında Müslümanların hiçbir değeri olmadı. Biz her ne kadar onlar lehine slogan atsak da onların vicdanları sadece kendileri için var oluyor. Avrupa’da yayın yapan TV kanallarının Rusya-Ukrayna savaşını anlatırken kullandığı cümleler de maalesef bahsettiğimiz durumu özetler nitelikte. Kimi muhabir, Ukrayna’da öldürülenlerin Suriyeli olmadığını, dolayısıyla bütün dünyayı tepki vermeye beklediklerini söylerken bir diğeri utanmadan ve sıkılmadan “Sarı saçlı, mavi gözlü Avrupalıların öldürüldüğünü görüyoruz.” demekte. Yine başka bir muhabir, “Burası Afganistan değil, medeni bir Avrupa ülkesi ve insanlar sığınaklarda saklanıyor.” diyebilmektedir. Ölümlerin her türlüsünü bizim çocuklarımıza ve kadınlarımıza yakıştıran ve yaşatan Batılı devletler söz konusu kendi canları olunca bir diken batmasına bile razı olmuyor, feryadı koparıyorlar. Mazlumun dinini hatta kavmini sorup ona göre yardım edip etmeyeceğini belirleyen Batı medeniyetinin bu söylemleri ne yazık ki Müslümanlara olan bakış açısını gözler önüne sermektedir. .
Ancak Batı şunu hatırlamak istemiyor: Bugün yeryüzünde acı çeken ne kadar halk varsa bu onların eseri. Bugün İslam âleminde ne kadar istikrarsız ülke varsa bu onların oyunu. Bugün kaynakları sömürülen ne kadar yurt varsa bu onların açgözlülüğü. Hülasa; bugün yeryüzünde ne kadar acı, gözyaşı, kıyım vs varsa bu hep onların eseri.
Ve maalesef Müslümanlar da şunu anlamak istemiyor: Batı veya Avrupa Müslümanlara hiçbir zaman yar olmayacak. Bizler her ne kadar kendimizi onlara benzetmeye çalışsak da onlardan biri olmadığımız sürece bize bakışları değişmeyecek. Biz her ne kadar kurtuluşu ve mutluluğu onlarda görsek de onlar kendi mutlulukları için bizleri kıyımdan geçirmeye çalışmaktan vazgeçmeyecekler. Biz her ne kadar onlar için “Savaşa Hayır!” sloganları atsak da onların füzeleri ve roketleri yine bizim memleketlerimizi vuracak. Hülasa; ne biz onlara yaranabileceğiz ne de onlar zulümlerinden vazgeçecek.
Sözün kısası; Müslümanlar olarak değil masum bir insanın, bir hayvanın bile katledilmesine elbette ki karşıyız. Ancak, sapla samanı birbirinden ayırmamız gerektiğine inanıyoruz. Hepimiz yıllarca “Allah’ım, İslam âlemine bu zulmü reva görenlerin güçlerini dağıt. Onları birbirlerine kırdır, birliklerini boz. Onları kendi elleriyle helak et.” Diye dua etmedik mi? Kim bilir belki Allah (c.c), zalimlerin ayyuka çıkan zulümleri nedeniyle, kıyıya vuran yüzlerce masum canın intikamını almak için zalimleri helak edecek…
Vesselam…
Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Ural