Söz&Kalem Dergisi - Abdurrahman Cahit
Eser Hakkında:
Pınar Yayınlarından basılan eser 176 sayfadan oluşmaktadır. Eseri Türkçeye Abdi Keskinsoy tercüme etmiştir.
Yazar Hakkında:
1944 yılında Fas’ta dünyaya geldi. Akademik eğitimini Fransa’da aldı. Sonrasında ülkesinde uzun yıllar dil, mantık, felsefe dersleri verdi. Onun bilginin kökenine dair mantık ve tasavvuf arasında geçirdiği düşünsel serüvenler çok önemlidir. Türkiye’de henüz tam anlamıyla tanınmamaktadır. Fakat büyük bir ilgiyle takip edilmektedir. Temel düşüncesi, Batı taklitçiliğinden sıyrılarak İslam felsefesinin özgün bir şekilde inşa edilmesi üzerinedir.
Düşünce dünyamıza ilham olmuş şahsiyetleri genellikle ölümlerinin akabinde tanımaya başlarız. Onlara dair yoğun okumaları onlar toprağın altındayken gerçekleştiririz. Tezlerinin çarpışma ve tartışma alanında kalması adına bu olumsuz bir durumdur. Olması gereken deha özellikli insanların takip edilebilmesidir. Bunun tek yolu ise okuma ve araştırmaların sorumluluk duygusu içerisinde yapılmasından geçmektedir.
Taha Abdurrahman, İslam düşüncesi adına özgün bir arayışın isimlerinden birisidir. Milliyetçilik, taklitçilik, politik-sosyal yapılanmalar arasında Kur’an’ın ışığını yakalama çabasında olan düşünürün hayatı, bir proje üzerinde işlemektedir. Bu proje, Müslüman bir kafanın aklın sınırları ve sınırsızlıkları dahilinde İslami bir düşünceyi inşa etmesi üzerinedir.
Tanıtımını yazımıza aldığımız bu eser, Taha Abdurrahman’ın söyleşilerinden derlenmiştir. Bu söyleşiler; düşünce, modernlik, gelenek, ahlak, felsefi miras, ifade hürriyeti gibi konulardan oluşmaktadır. Ele aldığı konularda Taha Abdurrahman, kendine özgü-etkileyici üslubuyla dinleyenlere bir mesaj ulaştırmaktadır. Bu mesaj, hakikatten neyin nasıl anlaşılması gerektiği ve sonrasında hakikatin izinde gitmek için sahip olunması gereken özelliklere dairdir.
Hakikat, izinden gidilmesi gerekli olandır. Hakikati elde edebilmek için akla ihtiyaç vardır. Akıl ise insan için her ihtiyaca cevap verebilecek bir yeti değildir. Aklın sınırlılığı onu hakikat arayışında başka unsurlarla destekleme gereği oluşturmaktadır. Tasavvufi yol bunlardan bir tanesidir. Diğer düşüncelerle diyalog kurmak da destek unsurlarındandır. Müslüman O’dur ki yüzleşmeyi ertelemeksizin haddini ve yolunu her daim idrak eder.
Hakikat Allah’tan gelendir. Çünkü o yaratıcıdır. Ve hakikat İslam’dadır. Çünkü o Allah’ın dinidir. Bu bir din milliyetçiliği de değildir. İnsan, bir bedenden ibaret olduğunu gördüğünde ve hangi dil, ırk, renge sahip olursa olsun diğer insanın da o bedeni taşıdığının farkında olduğunda insanın beden yapısının temele alınmaması gerektiğini görür. Tarih içerisinde insan, Allah’tan gelen mesajı muhatap alıp sorumluluğu üstlendiğinde üstünlüğün ve şahsiyetin o mesajı taşıyarak elde edildiğini de bilir.
Bunu söylemek şunun için önemlidir: Müslümanların, hakikatle ilişkilerini kaybettiklerinde ve mesajın ruhunu milliyetçi, yerelci kalıba indirgediklerinde olan şey dinlerini de sınırlı şekilde anlayıp yaşamaları durumuna gelmeleridir. Bunun sonucunda içtihadın, düşünmenin, sorunları algılayıp çözüm geliştirmenin yolları da artık tıkalıdır. Çünkü bayraklarımız bizim için sınır alanlarıdır ve bu bayrakların fiziksel olarak siyasi sınırları yani vatan dediğimiz şey de sadece onun durumunu bir tehlike ya da güzellik olarak gördüğümüz algıya dönüşmüştür. Sınırın ötesindeki Müslüman ya da insanın ya da canlının bizler için önemi sadece bir bakıştan ibarettir. Onu hissetmek ve onunla dertlenmek kenara atılan bir duygu olarak oradadır.
Taha Abdurrahman’ın gelenek ve modernite üzerine düşünceleri okuyucular için bir perspektif barındırmaktadır. Geleneği reddetmek yerine onu yeniden inşa etmeye çalışmak, Taha Abdurrahman için doğru olan anlayıştır. İnşayı yapabilmek içinse üç temel özelliğe sahip olunması gerekmektedir. Bunlar; gerekli donanıma sahip olmak (rüşd), eleştiri kültürünü elde edebilmek ve kapsayıcı olabilmektir. Bunlar olduktan sonra yaratıcılık elde edilir ve güncelin meselelerine doğru bir bakış açısıyla yaklaşılır.
Taha Abdurrahman için düşünmenin, bilgiyi elde edebilmenin, yaşamanın kökeni ahlaktadır. Bir şekilde her şeyin izi ahlakta yerini bulur. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliği ahlaktır. Burada akılla alakalı tarif ve sınırları yakalamış oluruz. Akıl Taha Abdurrahman için ahlakı tamamlamanın vesilesidir. O tek başına hakikati elde edemez. Vahye ihtiyaç duymaktadır.
Müslümanların geçmişte eleştiri ve özgüven kültürüne sahip olduğunu ifade eden Taha Abdurrahman, günümüz Müslümanlarının da bu özelliklere sahip olmaları gerektiğini belirtir. Ona göre Müslümanlar, karşılaştıkları düşüncelere Kur’an’i bir perspektifle bakmayı unutmuşlardır. Tek meseleleri Batı modernitesine taklidi olarak yaklaşmak ve kendilerine dayatılanlara ikna olma eğiliminde bulunmalarıdır. Bu, İslam medeniyetinin ölümüne neden olan tutumdur. Ölü toprağı üzerinden atması, Müslüman’ın neye sahip olduğunu idrak etmesiyle başlar. Kur’an ve getirdiği İslam, mükemmeliyetin zirve noktasıdır. Bu açıdan Kur’an’a dönmek ve O’nu idrak etmeye çalışmak hayatidir. Taha Abdurrahman kendisini İslam düşünürü olarak belirtmekte beis görmez. Onun için bu yolda yürümek düşüncenin yaratıcı şekilde ortaya çıkarılması ve ilerletilmesine engel değildir.
Taha Abdurrahman’ın Batı tarihinde günümüze kadar ulaşan serüveni ele alış biçimi ilgi çekicidir. Özellikle Aydınlanma Dönemiyle beraber akla verilen önem ve aklın her şeyi belirleyebilecek bir yapı olarak kabul edilmesi, Taha Abdurrahman için örneklik teşkil etmeyecek bir hatadır. Ne var ki mevcut İslam dünyasının laikliğe, siyasal olarak yönetilme biçimi olan demokrasiye ve aklın neyi bilebileceğine dair başvurduğu yer Batı düşüncesi olmaktadır. Yazar ise bunu kabul etmemektedir. Onun önerdiği yol ise, Batı düşüncesinde İslam ile uyuşan kısımların alınabileceği ama akıl, tedrici olarak dinden kopuş gibi süreçlere başvurulmaması gerektiğidir. İslam, takip edildiğinde bir yolu sunabileceği açık olan bir dindir. O, din olduğu için sınırlılık, kapalılık gibi bir ithama hapsedilemeyecek ölçüde evrensel bir mesajdır. Dolayısıyla hangi kavram olursa olsun karşılaşıldığında İslami perspektifle onlara yaklaşılması yeterli olacaktır.
Müellifin onlarca eseri mevcuttur. Bu eserlerin tercümesi halen bütünüyle Türkçeye kazandırılmamıştır. Onun Türkiye’de tanınması düşüncenin millileştirilmeden yerel unsurlardan beslenmesi noktasında bizler için istifade edici olacaktır. Türkçeye kazandırılan eserlerinin ise eleştirel bir okumayla tetkik edilmesi, İslam dünyasının son dönem az sayıdaki düşünürleri algılaması açısından önemlidir. Onun Türkiye’ye gelmesi ise, düşüncelerinin takip edilmesi adına çok faydalı olmuştur.
Her düşünürün eleştirilmeye ihtiyacı vardır. Ve hiç kimse salt olumlu ya da olumsuz olarak eleştirilmeyi hak edemez. Bunu ifade etmemin sebebi Türkiye’de yeni yeni tanınmaya başlanan Taha Abdurrahman’ın, geçtiğimiz günlerde birkaç sempozyum etkinliğinde Türkiye’de bulunmasının akabinde kendisine dair çoğunluğu hakkaniyetsiz eleştirilerin olmasıdır. Hayatını İslam düşüncesine dair fikirler oluşturmaya adayan bir şahsiyetin birkaç cümleyle aslında hiçbir şey ifade etmeyen birisi olarak sunulması bizlere hiçbir fayda vermez.
Düşüncede krizden bir türlü çıkamadığımız bu zamanlarda ufkumuzu açacak bir yol olarak Taha Abdurrahman bizi bekliyor.