Söz&Kalem Dergisi - Elif Yağar Aslan
Roger Garaudy, Fransız düşünür, sosyolog, filozof, sanatçı. 1913’un Temmuz ayında Marsilya’da dünyaya geldi. Anne ve babası herhangi bir inancı benimsememesine rağmen kendisi hayatına bir anlam katmak düşüncesiyle Hristiyanlığı seçti.
Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümünden eğitim gördü. Tarihler 1930’lu yılları gösterirken Batı’da insanları ezip felakete sürükleyen Kapitalizm, en barbar yüzünü göstermekteydi. Garaudy, toplumda var olan acı gerçekleri fark ettiğinde çözümü Fransız Komünist Partisine katılmakta aradı. Dönemin ayrıştırıcı toplumu arasında eşitlik ilkesini savunan Garaudy, öğrencilik yıllarında yoksullara yardım etmeyi kendine şiar edinmişti.
35 yıl boyunca Fransız Komünist Partisinin her alanında görev aldı. Bir dönem partinin genel sekreterlik gibi yüksek bir makamında kaldı. Fransız meclisinde senatörlük görevinde bulundu. Komünistler, "Karl Marks’ın bütün eserleri kaybolsa, Garaudy onları yeniden yazabilir." ifadeleriyle Garaudy’nin, Komünizm’in en önemli ideologlarından biri olduğunu vurgular.
Yirmili yaşlarda iken Cervantes’in Don Kişot’unu okudu. Kendisinde büyük yer edinen bu eseri rehber edindi. Nitekim kendi anlayışına göre Sezar ve Napolyon gibi şahsiyetler tarih sayfalarında kalmıştı. Fakat Don Kişot gibi semboller, tüm insanların hayrını istedikleri için model olarak onlara bakılmalıydı.
Garaudy, bu fikir ile insanlığın yararına olacak sistem ve metodu aramaya başladı. Çıkış noktası olan Komünizmde bu durumu çok sorguladı. Bu ideolojinin adeta kendine kutsal kitap olarak kabul ettiği Kapital’i elinden düşürmüyordu. Öyle ki bir dönem partililer arasında kendisine ‘’İkinci Marx’’ unvanı verilmekteydi. Ama tam olarak aradığı sistem bu da değildi. Nitekim kendisi bu sistemi çok iyi düzeyde bilmesine rağmen derde derman olamayacağının farkındaydı. Bu arayışı uzun bir süre sürdü. Muazzam bir araştırmacı ruhu olan Garaudy, hiç durmaksızın incelemelerine devam etti.
Garaudy, Eski Mısır ve Eski Amerika yerlilerinin dinlerinden Zerdüştîlik, Taoculuk, Konfüçyüsçülük, Hinduizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’a kadar bütün dinleri incelemiş, bu dinlerin kutsal veya temel kitaplarını derinlemesine okumuştur. Müslüman olmadan önce insanlığın dinlerine sırf insana duyduğu saygıdan ötürü önem veren Garaudy, Müslüman olduktan sonra Kur’an’da geçen, “Biz her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklama yapsın” ayetini (İbrâhîm 14/4) hatırlatarak; hem İslâm’ı gayri Müslimlere anlatmak hem de onlardan faydalanmak için başka dinler hakkında yeterince bilgi sahibi olmanın gerektiğini söylemiştir.
…
‘’Allah’a iman edip O’na tutunanlara gelince, onları kendinden olan bir rahmete, lütuf ve ihsana dâhil edecek ve (sonunda Allah’a ulaşacakları) dosdoğru yola hidayet edecektir.’’ (Nisâ 175)
VE İman nimeti…
Roger Garaudy, Fransa’da çıkan iç karışıklıklar neticesinde tutuklanır. Akabinde idam edilmek üzere Cezayir’e gönderilir. O dönemlerde Cezayir, Fransa’nın işgali altında bulunmaktaydı. Orada İman etmesine vesile olacak olaylardan biri yaşanır. Özetle olay şöyle gelişir:
‘’Fransız komutanlar, Garaudy ve beraberinde idam cezası alan insanları infaz etmeleri için Cezayirli Müslüman askerlere emir verirler. Fakat Cezayirli askerler, ağır kırbaç cezaları almalarına rağmen tetiğe basmazlar. Bunun üzerine idam cezası önce ertelendi sonra da uygulanmadı.
Kurşuna dizin emrini veren Komutan Petain, askerlere ‘Niçin ateş etmediniz?’ diye sorduğunda, emre karşı gelen askerlerin arasından Cezayirli bir çavuş; ‘Bir Müslüman savaşçı için, silahsız birine ateş etmek şeref yoksunluğudur!’ cevabını verir. Bu olay, Garaudy’nin zihnine ve kalbine İslam'ın ilk tohumlarının düşmesine yol açacaktır.
Sürgün cezası sona erdikten sonra Müslüman askerlerin kendilerini neden kurşuna dizmediği sorusu Garaudy’nin zihnini iyiden iyiye meşgul etmeye başlar. Garaudy, İslam’da silahsız birini öldürmenin yasak olduğunu öğrenince İslam’a olan ilgisi ve merakı bir kat daha artar. Bu vesileyle daha önce Doğu ve İslam dini üzerine hiç düşünmediğini, araştırma yapmadığını, İslam ile ilgili herhangi bir malumatının olmadığını ve dünyayı Batı uygarlığından ibaret zannettiğini fark eder.
Garaudy, ölümün kıyısından döndüğü o anları hatıratında şöyle anlatır:
"İnsan, sebebini ve yalnız olmadığını bildiği zaman, yirmi sekiz yaşında da olsa, kurşuna dizilmek zor değil. Mutlu bir hatıra, sadece sonu mutlu bittiği için değil. Fakat bütün hayatıma yeni bir renk kattığı için ...
Bize ateş etmeyen Cezayirli askerler, İslam dininin mensuplarıymış… Böylesine düşman bir ortamda hayatta kalabilmek, Allah'ın davetine gönüllü olarak uyan ve koşan, gün be gün yenilenen bir imanın eseridir. Bir tür asil yaşama tarzı..."
Evet, Roger Garaudy’nin arayışı netice vermişti. Başına gelen hadise ve yaptığı araştırmalar neticesinde insanın ve toplumun idealine en uygun dinin İslam olduğuna iman etmişti. Tarihler 2 Temmuz 1982’yi gösterdiğinde Cenevre’de İslam dinin aleni olarak kabul etmişti.
Müslüman olduktan sonra Batı dünyası artık kendisini yok saydı. Kendisine her türlü sansür uygulanmaya başlandı. Umreye gidip döndükten sonra Batı’da haber, TV, Radyo, gazete gibi tüm iletişim kanaları tarafından boykota tabi tutuldu.
Siyonizm terörünü, Batı maddeciliğini ve fıtrat dışı her türlü ideoloji ve akımı son derece eleştirdi. Batı medeniyetinin içine düştüğü derin boşluğu André Malraux’nun şu cümlesiyle ifade etti: “Bizim medeniyetimiz, ‘Hayatın bir anlamı var mı?’ sorusuna, ‘Bilmiyorum’ cevabını veren tarihin ilk ve tek medeniyetidir.”
Garaudy’e göre, bireyin ve toplumun siyasi, ekonomik, idari, vb. gibi her türlü yönünü en adil şekilde düzenleyen tek din İslam’dır. Çünkü İslam şeriatı fıtrat ile direk uyumludur. Kendisine göre şeriat, içinden boz bulanık bir su alıp getireceğimiz durgun bir gölet değildir, çünkü bu yeni susuzlukları gidermekten çok kendimizi kandırmak olur. Şeriat, etrafa parıltılar saçarak gürül gürül akan ve kıyılarına bereket yağdıran güzel bir nehirdir.
Her ne kadar Müslüman olduktan sonra Batı medyası tarafından kendisine tecrid uygulansa da üretkenlik yönü ve araştırmacı kişiliği hiç eksilmedi. Aksine İslam ile beraber daha da bereketlendi. Bu süre zarfında birbirinden değerli 30’a yakın eser kaleme ele aldı. İslam’ın ameli, sosyal, ekonomik, siyasal, idari vb. gibi birçok yönünü akli ve nakli anlamda tekrar açıkladı. İslam’ın geçmiş zamanlarda olduğu gibi 20. Yüzyıl sorunlarına da reçete olduğunu savundu. Bu tezini, bir düzineyi bulan kitapları vasıtasıyla en iyi şekilde ispat etti.
Şâd olsun İslam’a hizmet eden bütün aziz ruhlar; âlemde ve berzahta…