916 yıl kilise ve 482 yıl boyunca camii olarak kullanılan büyük mabet Ayasofya .. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle birlikte 29 Mayıs 1453’te camiye çevrilen ve uzun yıllar camii olarak hizmet veren Ayasofya hem fethin sembollerinden biridir hem de kılıç hakkıyla alınmış bir emanettir.
Sanatsal güzelliğinin yanı sıra İstanbul’un fethinin sembolü olması hasebiyle göz önünde bulunan Ayasofya, turistlerin ve ülke ahalisinin ziyaret listesinde çoğu kez başı çekiyor. Bu yazımızda Ayasofya’nın dünü, bugünü ve yarını hakkında mülahaza edeceğiz.
Ayasofya ilk yapıldığında ‘Megale Ekklesia’ yani büyük kilise olarak müsemma edilmişti. Ancak kilise V.yüzyıldan sonra ‘Sophia’ olarak anılmaya başlamış olsa da halk nazarında hala büyük kilise olarak kalmıştır. Bilahare Fetih 1453’ten sonra yeniden bir isim değişikliği yaşamış ve Ayasofya olarak değiştirilmiştir. Yapının ismi ‘Aya’ (kutsal, azize) ve ‘Sophos’ (bilgelik) kelimelerinden teşekkül ediyor ve kutsal/ilahi bilgelik manasına geliyor.
Konstantinapolis ve Doğu Roma İmparatorluğunun kurucusu olan ayrıca Hristiyanlığı ilk kabul eden Doğu Roma İmparatoru olan I.Konstantin tarafından yapıldığı iddialar arasında olsa da haddizatında bu büyük mabet aslında I.Konstantin’in oğlu II.Konstantin tarafından yapılmış olup M.Ö 360 yılında açılmış ve faal olarak hizmet vermeye başlamıştır.
Kudüs’e giden I.Konstantin’in annesi Helena, gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyememiş ve gözlerinin mağlup olduğu bu güzel mabetlere benzer bir mabet yapılmasını oğullarından istemiştir. Bir grup mimar bu talep doğrultusunda Doğu kültürlerini gezmiş ve nihayetinde Artemis Tapınağının kalıntıları üzerine ahşap çatılı, taş duvarlı üç nefli bir bazilika olarak Ayasofya’yı inşa etmiş ve bu yapı tarih sahnesine ilk adımını böyle atmıştır.
Ayasofya ilk olarak 381 ve 404 yıllarında isyana tesadüf etmiş ve halk ayaklanmaları sebebiyle sağlam darbeler alarak tahribata uğrayarak yanmıştır. Daha sonra II.Theodosius’un emriyle tekrardan restore edilen Ayasofya yine bazilika olarak hayatına devam etmiştir.
Bilahare bir isyandan daha etkilenen Ayasofya dönemin imparatoru Justinianus ve karısı aleyhine çıkan Nika ayaklanmasında tekrar yanmış ve harap olmuştur. Daha sonra bu yapıya saygı duyan Justin ünlü ustaları çağırarak çığır açıcı ve daha büyük bir düzenlemeyle Ayasofya’yı 537 yılında büyük bir törenle açmıştır. Tabii Justin biraz hırslı ve gösteriş seven bir adam olması hasebiyle hakkında birkaç rivayet vardır bunlardan yalnızca birini zikretmeden geçemeyeceğim. Rivayet olunur ki Justinianus açılış günü Ayasofya’nın içine girer ve ‘ Ey Tanrım bana bu kutsal mabedi yeniden yapabilme fırsatı verdiğin için sana şükürler olsun’ dedikten sonra Kudüs’teki Süleyman Mabedi’ni kastederek ‘Ey Süleyman seni geçtim!’ diye kahkahayla bağırır.
Justinianus sonrası Ayasofya IV. Haçlı seferinden de payını alır ve Katolik-Ortadoks çatışmasında içerisinden yüzlerce tarihi eser kaçırılır. Yazılandan da anlaşıldığı üzere gayr-i müslimlerin mabetlere verdiği kıymetin seviyesi yağmalarla ve tahribatlarla her dönem kendini göstermiştir. Müslümanların eline geçtikten sonra bir defa dahi kiliseyken yaşadığı eziyetlerle karşılaşmayan Ayasofya Camisi eminim Camii olmaktan en az biz Müslümanlar kadar gurur duyuyordur.
Tahkir edilsek de, İslamofobi ile karalanmaya çalışılsak da cebren kötülemelere maruz bırakılsak da onların ceddinin dahi bildiği bir hakikat vardır ki o da; İslam dininin; huzurun, insanlığın, hoşgörünün, kalbi onarmanın ve dahi dünyanın hoş sedası olduğudur. Emin olun bu subjektif bir çıkarım ya da aidiyet duygusuyla yazılmış bir yüceltme değildir tam olarak hakikattir ve hakikat ‘İslam’ın susayan Dünya’ya saki oluşudur.
Ayasofya’daki son Ortodoks ayini 29 Mayıs 1453’te Doğu Roma İmparatorluğu ordusunu cesaretlendirmek için yapılmıştır ve devlet adamları dahil tüm ordu katılmıştır. Şehrin surlarına kadar gelinen ayinden bir gün sonra Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’ya girmiş ve bir süre sessizce içeride kalmıştır. Ayasofya’dan bir parça sökmeye çalışan bir askeri görünce hemen onu engelleyip azarlamış ve kutsal mabede yapılan yağmayı durdurmuştur. Sonraki ilk buyruğu da Ayasofya’nın Camii yapılması olmuştur. Fetihten sonraki ilk Cuma günü Fatih ve ordusu Cuma namazını tüm ihtişamıyla Ayasofya Camii’nde kılmış, fethi ve zaferi burada taçlandırmıştır.
Bilahare camiden heykeller kaldırılmış ve ufak bir restorasyon yapıldıktan sonra Camii Kebir olarak ilan edilmiştir. Tabii bu ün 1616 yılında Sultanahmet Camii inşa oluncaya dek sürmüştür.
1453’e kadar Gayr-ı Müslimler ile verilen mücadele ve İstanbul’un fethi sonucu camii olma statüsü kazanan Ayasofya, 9 Eylül 1934’te bu sefer iç mihrakların çabasıyla müzeye çevrilmiştir. Böylece 1453’de kaybedilen tarihi eserin ve savaşın hüznünü yüreklerinde hisseden Gayr-ı Müslimler 1934’de kale içten nasıl fethedilir sözünü tatbik ederek Ayasofya’yı müzeye çevirme işini temsilcilerince başarıyla yerine getirmiştir.
Ayasofya cami 1 Şubat 1935’de müze olarak açılmıştır. Böylece politik süreç için ilk fitil ateşlenmiştir. Metaforik olarak izah edilecekse en güzel örneği şudur; aileler arası kavgada düşmanın safında dayıyı, abiyi, kardeşi görmek eziyettir ve ihanettir diyebiliriz. Kuvvetle muhtemel anlatılmak istenen idrak olunmuştur.
Hasıl-ı kelam 1935’ten sonra merhum Menderes’e kadar bu süreç böyle devam etmiş ve ezanın Arapça okunmasıyla beraber Ayasofya’nın cami olması gündeme getirilmiş lakin bu söylem pek bir varlık gösterememiştir.
Unesco tarafından yılın müzesi seçilen ve yıllık olarak finanse edilen Ayasofya 1991 yılında dönemin Kültür Bakanlığı tarafından Kasr-ı Hünkar kısmı ibadete açılmış ve imam/müezzin atanmıştır lakin tam olarak ibadete açılamamıştır.
2 Temmuz 2020’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da kararıyla Ayasofya hamdolsun ki Camii olmuş ve 1935’de yapılan hamleye aleni bir mukavemet gösterilmiş akabinde tüm dünyaya kendi kararımızı kendimiz veririz mesajı verilmiştir.
Ayasofya merhum Erbakan hocanın, Üstad Necip Fazıl’ın hayallerini süsleyen nihayetine şükür ki cami olarak açılışı bizim zamanımızda olmuştur. Elhamdulillah ki mezarlardan yükselen baharlara, kaderin üstündeki kadere ve İslam’ın zaferine biz şahit olduk. Darısı yarım kalan ve mahzuniyetini sessizce kanlı gözyaşlarıyla haykıran Kudüs’ün başına.
Rab Teala aramızdaki Selahhadin’i tez zamanda bilfiil ortaya çıkarsın ve bir diğer yazımızı sevinç gözyaşlarımızla Kudüs’ün özgürlüğü için yazmayı bize nasip etsin. Hayırla, umutla, cehdle ve dua ile kalın..
Söz&Kalem – Yusuf Yetiş