İnsan iradesinin sınırları tarihin ilk dönemlerinden bu yana hep sorgulana gelmiştir. Özellikle insanın karar alma sürecinde ne kadar özgür kalabildiği ve kendi karar verme mekanizmaları üzerindeki hakimiyeti hep sorulmuştur. Doğal olarak bu sorular modern dönemin de ana gündem maddelerinden olmuştur. Hatta bu dönemin adeta bir ideolojiler çöplüğü haline gelmesi, bu soruların biran bile değer kaybetmesine müsaade etmemiştir. Özgür irade nedir ve var mıdır soruları hararetli tartışmaların vazgeçilmezleri haline gelmiştir.
Tarihin önceki dönemleri ile kıyas edildiğinde, insan iradesine en çok değerin verildiği dönem hiç şüphesiz ki modern dönemdir. Dünya genelinde kölelik uygulaması kaldırılmış, her kişinin kendisini birey-varlık olarak hissetmesi adına dünya çapında sözleşmeler yapılmıştır. Buna rağmen kişinin gerçekten ne kadar özgür olduğuna karar verilememiştir. Özellikle insan iradesini kontrol almanın çok farklı yolları keşfedilmişken, insanın gerçek özgürlüğü modern öncesi dönemlerden daha çok tehlikede görülmüştür.
Daha önceleri insanların iradeleri direkt zapturapt altına alındığından ötürü açık-seçik bir biçimde insana tanınan özgürlüğün ciddi manada kısıtlandığı görülüyordu. Buna karşın modern dönemde insana özgür olduğu telkin edilmektedir. Bununla birlikte onun atacağı adıma kadar davranışlarının nasıl manipüle edileceğine dair uzmanlaşılıyor. Neticede, modern dönem insanı özgür iradesi ile hareket ettiğini sanırken, aslında modern dönem efendilerinin gönüllü yönlendirmesine maruz kaldığının farkında bile değillerdir. Reklamlar ile ödüllendirmeler ile cezalar ile insanlar özgür iradelerinin sinsi bir şekilde köleleştirildiğinden haberdar bile değiller.
Herhalde insan iradesi ile ilgili net tanım ve ayırımı İslam düşüncesi kadar güzel başkası yapmamıştır. Buna göre, insanın iradesi vardır lakin bu sınırlı bir iradedir. Buna cüzi irade denilmektedir. Cüzi irade karşılaştığı hemen her uyarıcıdan etkilenmekte ve cüzi iradenin dışavurumu bu uyarıcılara bağlı gerçekleştirmektedir. Bununla birlikte cüzi iradenin şeytan ve nefis diye iki baş belası vardır. Bunlar da görünmedikleri halde insanın cüzi iradesini ciddi biçimde etkileme gücüne sahiptirler.
Yakın dönemin önemli ilim adamlarından merhum Dr. Ali Şeriatı (1933 – 1977), insan cüzi iradesine yönelik önemli uyaranlarını dört önemli grupta toplayıp bunlara insanın dört zindanı adını vermektedir. Buna göre sair ideolojilerin “İnsan nedir?” sorusuna verdikleri cevaplar ile insanın kendi özüne -bir manada özgür iradesine- ulaşılmasının önüne geçiyor. Bununla birlikte kişinin kendi özüne ulaşabilmesi de mezkûr dört zindandan başarılı bir şekilde çıkabilmeye bağlanılmıştır.
Bu dört zindanın ilki tabiatın belirleyiciliği zindanıdır. İnsanoğlu içerisinde bulunduğu ve şartlarına uyum konusunda zorlandığı tabiattan bağımsız değildir. Buna göre çöl insanı asabidir. Dağ insanı sebat ehlidir. Şehir insanı üçkağıtçılığa yatkındır. Tam da İbn-i Haldun’un coğrafya kaderdir dediği şeydir bu. Bu zindanda insan tabiatın ve dayattığı şartların aşılamaz olduğuna inanmaktadır. Örneğin bu zindanda olmak, bereketli topraklar üzerinde doğan kimsenin kendisini üstün görmesidir. Kurak bir coğrafyada yaşarken bedeviliği mubah görmesidir. Ya da en basit haliyle bu zindanda olmak, kişinin soğuktur diye namazı, uzaktır diye muhabbeti ihmal etmesidir.
İkinci zindan ise tarihin belirleyiciliği zindanıdır. İnsanoğlu kendisinden önce yaşanmış olaylara kayıtsız kalarak yaşayamaz. Kendi ailesinin, mahallesinin, milletinin veya ülkesinin daha önce yaşadığı şeyler onun nasıl yaşaması gerektiği hususunda önemli bir etmendir. Bu zindanda da kişi tarihin tüm yükünü sırtında hissedip bunun aşılamayacak olmasına inanmaktadır. Örneğin aralarında husumet bulunan iki milletin evlatları yıllar sonra bile birbirlerine karşı kin beslemektedirler. Aile veya aşiret kan davalarında kaç nesil sonrası bile dışarda gezerken ihtiyatı elden bırakmaması gerektiğini bilmektedir. Bu zindanda olmak, kişinin mazide yaşanan bazı hadiselerden dolayı atalarını yegâne gurur kaynağı olarak görmesidir. Yine aynı hadiselerden dolayı kişinin başkalarının torunlarına karşı intikam duygusu beslemesidir. Ya da en basit haliyle bu zindanda olmak kişinin kibir veya nefretinden dolayı Müslüman kardeşini başkası olarak görmesidir.
Üçüncü zindan ise toplumun belirleyiciliği zindanıdır. Bu zindan daha çok görünür ve göz önündedir. Gözümüzü şu dünyaya açtığımız günden bu yana sürekli olarak kendimizi birilerine göre konumlandırmak zorunda hissediyoruz. Anne-babamız, öğretmenimiz derken artık hayatımıza giren-çıkan herkesin hem bireysel olarak hem de toplu olarak üzerimizde bir etkisi olmaktadır. Sosyoloji literatüründe geçen mahalle baskısı tam olarak bu zindana karşılık gelmektedir. Bu zindan da tıpkı diğerleri gibi aşılamaz görünmektedir. Bu zindanda olmak, kişinin birileri onaylıyor diye bir şeyleri yapmamasıyken, aynı kişilerin diğer bazı şeyleri kötü görmelerinden kaynaklı olarak kişinin onlardan uzak kalmasıdır. Kişinin elalem ne der korkusuna olduğundan çok daha fazla değer vermesidir. Ya da en basit haliyle bu zindanda olmak beni hor görür, benimle dalga geçerler diye kişinin inancına/vicdanına ters bir yaşam sürmesidir.
Dördüncü ve sonuncu zindan ise kişinin kendi belirleyiciliği zindanıdır. Bu zindan en zor ve en karmaşık olanıdır. Çünkü bu zindan kişinin kendini kendi elleri ile mahkûm etmesidir. Nefis ve arzuların dışardaki düşmanlar ile bir olup insanı içerden çökertmesidir. Kişinin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerinin peşinden sürüklenmesidir. Çok ilginçtir ki bu zindanın dayattığı şartlar insan tarafından en kolay aşılabilen şartlar olarak görülmektedir. Halbuki bu zindanda olmak, kişinin kendini sürekli kayırmasını kurnazlık olarak görmesidir. Haksızlık sadece kendisine yapılınca ona karşı durabilmesidir. Ya da en basit haliyle bu zindanda olmak, kişinin canım nasıl isterse öyle yaşarım demeye cüret etmesidir.
Görüldüğü üzere insanın cüzi iradesi çok ciddi uyarıcıların, faktörlerin ve zindanların etkisi altındadır. Sürekli olarak bir manipülasyona açıktır. Lakin bu uyarıcı, faktör ve zindanlar ne kadar güçlü olsalar da insanın onları aşması imkân dahilindedir ve dahi kişinin gerçek manada özgürlüğüne, kendi özüne ulaşabilmesi adına bunların aşılması beklenmektedir. Nihayetinde, "Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış, birbirinden ayrılmıştır. O halde, şeytani güçlere ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam kulpa tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir." (Bakara, 2/256)
Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Çalışkan