Şüphesiz ki günümüz dünyasının en temel sorunlarından birisi de malumatın kıyas edilmeyecek düzeyde bilgiye hükmedecek konuma gelmiş olmasıdır. Bu durumun en göze çarpan sonucu ise havastan avama, hemen hemen herkeste etkisini gösteren kavram karmaşasıdır. Kavramların bilerek veya bilmeyerek aşındırılması, zamanla kavramların yeni anlamlar yüklenmesi, kavram içi veya kavramlar arası bulanık alanların artması/arttırılması gibi durumlar kavram karmaşasının en belirgin örneklerindendir. Günümüzde üzerinde en çok karmaşanın hissedildiği kavramlardan birisi de hiç şüphesiz ki milliyetçilik kavramıdır. Hemen herkesin kendisine göre yorumladığı milliyetçilik kavramı, adeta tam olarak neye tekabül ettiğini ve nereye ait olduğunu arıyor gibidir.
Milliyetçilik, öz itibari ile “belirli bir coğrafyada ortak kültürel ve/veya etnik kökene sahip toplulukların siyasî ve tarihî meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dinî düşünce ve yaklaşımlarla ideolojik anlamda milli bir devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış” olarak tanımlanmaktadır (Azmi Özcan, "Milliyetçilik", TDV İslâm Ansiklopedisi, 2005). Yani milliyetçilik, temelde bir etnik kökene, kavme muhabbetin abartılmasıdır. Hatta bu muhabbetin üzerinden fikir inşa etme çabası, cüretidir.
Esasen, milliyetçiliğin ergenlik döneminde yaşanılan aşklardan pek farkı yoktur. İkisinde de kör bir sevgi vardır. Bundadır ki milliyetçiliğin fikir boyutundan ziyade hissiyat boyutu vardır. Öyle ki Türkiye toplumunda “lisede milliyetçi, üniversitede sosyalist, iş hayatında kapitalist ve öldüğünde Müslüman insan” yaygın deyişinde, milliyetçilik fikrin değil hissiyatın ön planda olduğu bir döneme yakıştırılmıştır.
Bununla birlikte milliyetçiliğin siyasi bir yaklaşım olarak gelişip büyümesi ve nihayetinde dünya tarihindeki en önemli siyasi ideolojilerden biri haline gelmesi de 1789 tarihinde gerçekleşen Fransız Devrimi ile meydana gelmiştir. Dünya savaşları öncesi ve sonrasında dünya haritası üzerinde yapılan değişikliklerin büyük çoğunluğu milliyetçilik esasına dayandırılmış ve o tarihten itibaren hem Batı dünyası hem de İslam dünyası siyasi milliyetçiliğin çok farklı türleri ile tanışmıştır.
Temelinde toplumların hak ve hukuklarını en basit haliyle milliyete indirgeme anlayışı, beraberinde ayrışmayı, gruplaşmayı ve karşılıklı çatışmayı meydana getirmiştir. Nihayetinde imparatorlukları ortadan kaldıran “kutsal milliyetçilik” ilk önce Avrupa ülkelerinde daha sonra da İslam dünyasının bazı bölgelerinde net olarak ırkçı, faşist ve şovenist bir yapıya bürünmüştür.
Batıda “nationalism” olarak ifade edilen milliyetçilik, uğradığı dalgalar neticesinde çoğu zaman “racism” kavramı ile iç içe geçmiştir. Günümüz Türkiye’sinde de durum bundan çok farklı değildir. Kutsal su ile yıkanmış gibi bize sunulan milliyetçilik uygulandığı çoğu bağlamda ırkçılık ile tabii olarak iç içe geçmiştir. Çünkü milliyetçiliğin tanımında da geçtiği üzere temel yaklaşım bir etnik grubun, bir kavmin her türlü zaviyeden yüceltilmesidir.
Böylelikle Nazi Almanya’sından Kemalist Türkiye’sine kadar milliyetçiliğin uygulandığı tüm ülkelerde etnik homojeniteyi sağlama adına sayısız insan katledilmiş, dünya tarihinde izine az rastlanır katliamlar yapılmıştır. İnsanlar kendilerine ait olmayan dillerde konuşmaya, anlaşmaya mahkûm edilmiş; yüceltilen etnik köken ve kavim ile uyumlu olmayan her türlü kültürel değer yok edilmeye çalışılmıştır. Çünkü kişinin kendini abartılı bir şekilde sevmesi nasıl ki bireysel bir narsizme götürüyorsa insanı, kişinin kendi kavmine aşırı muhabbeti de kolektif bir narsizme götürecektir. Bundan ötürü, yaşanılan her şey yüceltilen kavmin bekası hatırına icra edilmiş, herkes bu yüce kavmin önünde diz çöktürülmüştür.
Şüphesiz ki yaşanılan bu vahşetler İslam dünyasının ilk defa karşı karşıya kaldığı vahşetler değildi. Lakin bu vahşetlerin kardeş olarak kabul edilen Müslüman kavimler tarafından icra edilmesi adeta İslam dünyasında bir şok yaşatmaktaydı. Zihinler bulanmış, asıl suçlunun kim olduğuna karar verilemiyordu. Bunu fırsat bilen kötü niyetliler, faturayı İslam’a kesmekte gecikmediler. Adı sanı Müslüman olanların yaptıkları İslam’a mal edilecek ve vahşeti yaşayanların da milliyetçiliği yegâne kurtarıcı olarak görmeleri sağlanacaktı. Bu şekilde yüce kavimlerin sonu gelmeyen alçak savaşları olacaktı. Buna rağmen ittihadı İslam harekeleri bu planları bir ölçüde de olsa boşa çıkarmayı başarabildi elhamdülillah.
Lakin, son dönemlerde dünya genelinde milliyetçiliği yeniden tanımlama ve onun insanı sürükleme gücünden tekrar faydalanma planları yapılmaktadır. İslam dünyasında ters tepen ve ciddi travmalar üreten ilk dönem katı milliyetçilikler yumuşatılıp tekrar gündeme getirilmektedir. Milliyetçiliğin aslında kavmiyetçilikten farklı olduğu, milliyet kelimesinin esas olarak Kur’an’a referansla kullanıldığı, milliyetten kastın tüm Müslümanlar olduğu vb. iddialar öne sürülmektedir. Şüphesiz bunlar yapılırken belirli kavimlerin yüceltilmesinden hiçbir şekilde vazgeçilmemektedir. Daha çok bir kavim-İslam sentezinden yararlanılmaya çalışılmaktadır.
Çok net olarak ifade etmek gerekir ki bu durum bir kavram ile oynayarak yapılan bir göz boyama tekniğinden başka bir şey değildir. Ayrıcalıklı bir kesimin ihtirasları için kavimleri birbirine kırdırmaktan öteye geçmeyecek olan şeytani bir tekniktir. Çünkü milliyetçilik doğal olarak ayrışma ve çatışmayı beraberinde getirmektedir. Çünkü esasında milliyetini sevmenin sınırı yoktur. Böylece kavmiyetin ve milliyetin arasına sınır koyabilecek kimse de yoktur. Çünkü işin özünde abartılmış bir muhabbet vardır.
Büyük ihya önderi İmam Gazali (1058 – 1111) kendi dönemindeki ilmi vasatlığın önüne geçmek için “mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz” demiştir. Çünkü mantık, malumatın disipline edilip bilgi seviyesine çıkarılmasını sağlayabilecek yegâne anahtardır. Günümüzde de özellikle sosyal mevzular ile uğraşırken istatistik bilmeden bu işi yapanların ilmine güven olmamalıdır. Çünkü istatistik, özellikle de faktör analizi belirli bir grup insandan alınan veriler ile üzerinde konuşulan şeyin aslında o şey olup olmadığını bize açıklamaktadır. Yoksa milliyetçilik ırkçılık değildir demek kolaydır. Halbuki milliyetçilik, kavmiyetçiliğin millileştirme çabasından başka bir şey değildir. Çünkü ikisi de aynı faktör (şey) üzere bina edilmiş ve benzer sorulara cevaplar vermektedirler.
Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Çalışkan