Söz&Kalem Dergisi - Abdurrahman Cahit
Eser Hakkında: İnsan Yayınlarının Aralık 1998 4. baskısıyla elimizde olan eseri İlhan Kutluer tercüme etmiştir. 154 sayfadan ibarettir. Hacim olarak küçük olsa da ele aldığı mesele itibariyle ilgiye layık bir eserdir.
Yazar Hakkında: 1931 yılında Suriye’de dünyaya geldi. Çerkez asıllıdır. Körfez ülkeleri arasında ilim-ihya amacıyla seyahatler gerçekleştirmiş, 2012 yılında Suriye’den İstanbul’a hicret etmiştir. Müellif, Suriye’deki savaştan ötürü ciddi şekilde mağdur olmuştur. İstanbul’da çalışmalarına devam ettiği sırada 2022 yılının Ocak ayında vefat etmiştir.
Cevdet Said’in iddialı bir isimle kaleme aldığı bu eseri Malik Bin Nebi’nin giriş yazısıyla okumaya başlamak ayrı bir duygu uyandırıyor insanda. Malik Bin Nebi, İslam toplumlarının durumunu dillendirerek özetlemiş ve “sömürülebilirlik” dediğimiz bir kavramı İslam toplumlarını ifade etmede yerinde bir kavram olarak kullanmıştır. Sömürülebilirlik, insanın dıştan gelen ve onun özüne tehdit nitelikli bir duruma elverişli halde olmasıdır. Bu dışarıdakini suçsuz yapmaz ama hakkını elde etmesi için de evvela ondaki bu edilgenliği ve pasifliği ortadan kaldırması gerektiğini ona gösterir.
Cevdet Said, bereketli bir ömür yaşamıştır. Hayatının çeşitli dönemlerinde ilmi çalışmalar, konferanslar için Arap ülkelerini gezmiştir. 2012 yılında onu bekleyen kader, Suriye’nin yıkıldığı “Arap Baharı” olarak adlandırılan dönemdir. O da ülkesinden hicret edenlerin arasındadır. Dünyaya uzun bir zaman ilmin beşiği olmuş bir şehre yerleşmiştir: İstanbul. Burada yüzü aşkın konferans ve çalışma, bereket içerisinde geçirilen zamanlar, vefatına kadar sürmüştür. Değerlendirmeye aldığımız bu eseri ise çeşitli yazıların bu isimle bir araya getirilmesiyle basılmıştır.
Merhum müellif, İslam toplumları üzerine çalışmalar yapan Seyyid Kutub, Mevdudi, Muhammed İkbal gibi isimlerin aslında neyi hedefledikleri ve bunu hangi üslupla gerçekleştirdikleri meselesine eğilmektedir. Ona göre bu isimlerin hedeflerini, eserlerini okumakla beraber salt okumalarla anlayamayız. Üslubu, eserlerin yazıldığı bağlamı ele alacağımız bir analiz metoduyla çok daha sağlıklı bir okuma yapabiliriz. İlk önce toplumların hastalıklı bir yapıda olduklarında bu rahatsızlığın maddi anlamıyla değil, nefiste oluşan ve etki edici bir manevi yapıda olan hastalığın kastedildiğini bilmeliyiz. Değişim de kişilerin “nefs” dediğimiz kendi benliklerinde gerçekleştirecekleri süreçlerle başlayacaktır. Tabi bu değişimin İslami bir çizgide olması gerekir. Yoksa soyut akılla hayatın sadece görünen tarafında bakış açısını düzeltmeye çalışmak Cevdet Said’in önem verdiği bir değişim değildir.
Toplumlarda ortaya çıkan değişimlerin elbette maddi açıdan sebep-sonuç ilişkisi üzerinden incelenmesi gerekir. Bu değişimi ortaya çıkaran etkenlerin yapısı, değişimin ne nitelikte olduğu üzerine bir laboratuvar masası kurulmalıdır. Fakat toplumdaki en küçük yapı taşı olan bireyden başlamak suretiyle toplumun yapısı incelenirken, fizik kurallarına benzer bir deterministik anlayış içerisine girmek isabetli değildir. Tarih boyunca toplumların yapısı üzerine ortaya atılan kuramların hemen hepsinin buluştuğu ortak nokta, bir toplumun hiçbir zaman doğrusal bir ilerleme ya da gerileme içerisinde olamayacağıdır. Harici ya da dahili etkenlerin tümü bir araya gelse bile toplumlar manevi açıdan bir etki aldıklarında yönelimleri farklı olabilmektedir.
Toplumların, bünyelerindeki bireylerden başlamak suretiyle içerisine girdikleri dönüşümün İslami bir çizgide olabilmesi için öncelikle fert (eserde ifade edilen nefs) bazında bir değişim gerçekleşmelidir. İnsanın kendisinden başlamak suretiyle aile-akraba-çevre ekseninde yaşayacağı, yaşatacağı değişimler toplumu kesinlikle etkiler. İslami açıdan böyle bir değişime çağımız da ihtiyaç var. Günümüzde ferdin kendisi-ailesi-akrabası gibi eksenler parçalanmaya başladığı, aile kurumunun kendini bireysel-mikro yaşama bıraktığı bir zamanda Müslüman toplumun özelliğini elde edebilmek gerçekten daha bir uğraşı gerektiriyor.
Örneğin, insanlar evlenmeyi erteliyor ve istemiyorlar. Maddi ve manevi anlamda bir yük altına girmek hayatın soyut akılla görüldüğü ve yaşandığı bu zamanda tercih edilen bir seçenek değil onlar için. Mikro alanda yaşamak ve her şeyin hazır olanını arzulamak, kolay yoldan refahı elde etmek, başkasının çöküşüne neden olsa bile yükselmeyi istemek, bencilliğin sınır tanımazlığı günümüz insan-toplumunun karakter özelliği haline geldiği için zorlu fakat rahmet dol olan yol terkediliyor.
Gelelim eserdeki toplumsal olgulara…
Toplumların işleyişi belli yasalara tabidir. Bu yasaları ver eden de idare eden de Allah’tır. Allah kâinatı yarattıktan sonra bir düzeni ve işleyişi de yaratmıştır. Bütün idare edilen sistemde Allah’ın ilmi dışında bir şey gelişmez. Bu açıdan toplumların işleyişi de Allah’ın sünnetine tabidir. Bize düşen bu düzenin mahiyetini takip etmektir. Toplumların hangi aşamalardan geçtikten sonra yükselme veya çöküş sürecine girdiklerini tahlil ederek düzeni kavrayabiliriz. İşte Cevdet Said’in de eserinde ifade etmek istediği bu durumdur. Said, toplumun değişimi için insanın kendisinden değişimi başlatması gerektiğini ve belli aşamalarda toplumda bu durumun hangi etkilere yol açtığını tespit etmesi gerektiğini ifade etmektedir. İslami çizgide geçirilen hayat onu yaşayan insan için büyük bir anlam ifade etmese bile bu topluma etki etmesi açısından en mühim aşamalardan bir tanesi olacaktır. Hem insanın toplumu Allah’ın istediği çizgiye taşıması onun elinde olan bir şey midir? Bu da kritik sorulardan bir tanesidir elbette!
Allah, insanların arasından seçtiği peygamberlere dikkat çekici yoğunlukta bu durumu hatırlatmaktadır. (bkz: Şuara Süresi, 3.ayet) Hidayet olarak tarif ettiğimiz bu yolun insana ve dahası topluma nasip olup olmaması en nihayetinde yaratıcı olan Allah’ın iradesindedir. İşte bunun için toplumların İslami olup olmamasına ve yapılacak tebliğ çalışmalarının sonucuna bakılmaksızın insan kendi mikro aleminde en güzel Müslümanlığı yaşamaya çalışmalıdır. Ta ki o Müslümanlık başka yere bir çiçeğin tohumu gibi taşınmasa bile onun kalbinde ve hayatında bir ahenk, bir tevhidin çığlığı olarak kendine yer bulabilsin. Bu onun imtihanını kazanması açısından hayatidir. Ve insan kendi 50-60 yıllık hayatına bakmaksızın İslam'ı bir çiçek gibi iftiharla göğsünde taşımalıdır…