Söz&Kalem Dergisi - Vuslat Şen
Allah’ın (c.c.) huzurundan kovulmuş şeytanın şerrinden, her şeyi en iyi işiten ve en iyi bilen Allah’a (c.c.) sığınırım.
Uzun zamandır size bu konuda yazmak istemiştim. Kaç kez yazmayı denedim bilmiyorum ama bir türlü nasip olmadı, denir ya hani “Her nasip, vaktine esirdir” benim ahvalim de aynen öyleydi. Belki henüz vakti dolmamıştı, olgunlaşmamıştı…
Hani bazı hisler vardır, çok derinden hissedilir ama sanki kelimelere dökülünce, cümleler kifayetsiz kalıp kendi kendini fesheder ya, mevzu da tam böyleydi.
Bir mucizeden bahsetmek istiyor gönlüm, yoğun bir arzuyla şuraya birbirinden benzersiz kelimeler dökmek istiyor. Benzersiz, muazzam, müthiş…
Ama ne ilmim, ne bilgim, ne de insan olarak kapasitem buna yetemiyor. Hala bir cümleyle dahi başlayamadım görüyorsunuz değil mi? Tertemiz bir çocuğun sözleriyle gireyim o halde meselemize…
“Sen hem yerdesin hem de görünmezsin, bir sığınak bulup yalnızca senden saklanmayacağım senin adından başka kimsenin adını anmayacağım.”
Bir arayış içinde geçen ve tüm olumsuzluklara rağmen mutluluğu ve dahi, Allah’ı hissetmenin hikayesi bu.
Bize verilen en muazzam nimet, “hislerimiz” değil midir?
Hislerin hikâyesi bu, gönlün hikâyesi. Tertemiz pir-u pak bir gönül hikâyesi.
Muhammed görme engellidir. Allah’ı göremeyişinin sebebinin de gözlerindeki engel olduğunu düşünmektedir. Minik bir o kadar da yüce gönlünden diline şu kelimeler dökülüverir.
“Kimse beni sevmiyor! Ninem bile. Kör olduğum için herkes benden kaçıyor. Eğer görebilseydim, diğer çocuklarla birlikte köy okuluna devam ederdim. Ama ta dünyanın öbür ucundaki körler okuluna gitmek zorundayım. Öğretmenimiz Allah’ın, göremedikleri için körleri daha çok sevdiğini söylüyor. Ama ben de ona, “eğer öyle olsaydı o’nu göremeyelim diye bizi kör yapmazdı” dedim. O da bana “Allah görünmezdir, o her yerdedir, onu göremeyiz ama onu hissedebilirsin. Onu parmak uçlarıyla görebilirsin” dedi. Şimdi ellerim o’na dokunacağı güne kadar, her yerde Allah’a uzanacağım ve ona her şeyi anlatacağım, kalbimdeki tüm sırları bile.’’
“Allah’ı göremezsin ama Allah’ı hissedebilirsin” şimdi anladınız mı yukarıda bahsettiğim hislerin mucizesini… Asıl engel nedir, bilir misiniz? Ahsen-i Takvim olarak yaratılan insan, benzersiz hislerle donatılmıştır. Sanılmasın ki gören yalnızca gözdür. Dokunup hissettiklerimiz, ellerimizin gözü, kokusunu aldıklarımız, burnumuzun gözü, ağlayıp üzüldüklerimiz, sevincimiz, neşemiz, heyecanımız, korkumuz, duygumuz, sezgimiz işte bütün bunlar ruhumuzun gözü değil midir? Hem hiçbir beşeri yanımız Allah’ı görmeye yetkin yaratılmamışken, onu hisseden gönül, ne ulvi bir gözdür böyle…
“Tek engel cehalettir” babaanne. Aziz’in, Muhammed’e söylediği bu söz, ne muazzam bir ders niteliğindedir. Evet, tek engel cehalettir. Göremeyişimiz, duyamayışımız, konuşamamamız hasılı hiçbir şey engel değildir.
Cehalet; insafsızlığın, düşüncesizliğin, vicdansızlığın, acımasızlığın, gaddarlığın kısaca insan olamamanın tek kelimede toplanıp ifade edilmesidir. Bilmez misiniz siz, Ebu Cehil’e niçin bu lakap verilmiştir. Hem de tarihçilerin anekdotlarında Ebu Cehil çok bilge, akıllı, muazzam zekâya sahip bir insan olarak geçerken, düşündünüz mü bunu. Akıl, zekâ ve mantık, gönül ile birleşemedikten sonra, gözlerinin önündeki Âlemlerin Efendisini (s.a.v)’mi göremedikten sonra bilgeliği mi kalır bu işin.
Diyeceğim o ki; gelin hep birlikte “Rang-e Khoda” (Cennetin Rengi) filmini izleyelim. Sanıyorum ki, her filmini izleyip hayranlık duyduğum senarist Majid Majidi imzalı bu film, dünya ve insana bakışlar ne kadar değişirse değişsin her zaman evrensel bir kült olarak kalacak. Film daha başlarken içeriğindeki naiflik anlaşılıyor, simsiyah bir ekran ile başlayıp arkadan bir takım sesler gelmesi merak duygusunu kabartıyor. Zannımca birkaç dakika da olsa yönetmen bizlere empati kurdurmak için böyle bir başlangıç tercih etmiş.
Gelin hep birlikte Muhammed’in “gözünden” dünyayı yaşayalım mı?
Görebilmek?
Can gözüyle mi olur?
Gönül gözüyle mi olur?
Bunu çok iyi anlatan bir film, Allah’ı aramanın, bulmanın, hissetmenin hikâyesi bu.
İnsan onunla ağlayıp onunla seviyor doğayı, babaanneyi, kardeşleri, kuşları, balıkları, ağaçları her şeyi…
O uzandıkça Rabbine, görmeyen gözleri olsa da parmak uçlarıyla hissetmeye çalıştıkça, insan kendi varlığının sebebini sorguluyor. Hissetmek, sevmek, perdenin arkasındaki hakikati görebilmek, gönlü muhabbetle hoşgörüyle doldurmak. Kendin için istediğini din kardeşin içinde gönülden istemek. Güzellikleri yaşamak, işte bütün melese bu zannımca.
“Allah’ın boyası (ile boyanın.)Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Bizler ancak O’na kulluk ederiz. 1
1Bakara Suresi 2/138