“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Ben gerçekten Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet-33)
İslam dini, kelime-i şahadet ile sathına giren her bir Müslümanın, sosyal ve ekonomik konumuna bakmaksızın, omuzlarına davet sorumluluğunu yüklemiştir. Bu sorumluluğun gerekliliği ve gerekleri en güzel örnek olarak Hz. Muhammed (s.a.v) başta olmak üzere bütün nebilerin yaşantısında karşımıza çıkmaktadır. Ve yalnız, O’nun sevgisine nail olma yolunda kılavuzlarımız olan nebilere uyma ile davet yükümlülüğü başarıyla sonuçlanabilecektir. Bu başarının uzun vadede devamlılığı adına çocuklarımızın davetçi kimliği ile yetiştirilmeleri ayrı bir önem taşımaktadır.
Sözlük anlamı itibariyle “çağrı” anlamına gelen davet kavramı, öncelikle insanları Allah’ın dinine, O’nun dininin gerekliliklerini yerine getirmeye ve ayrım gözetmeksizin hayatın her alanında O’nun isteğine uygun bir yaşama çağırmak demektir. Görüldüğü üzere davet terimi yalnız gayrı Müslimleri İslam’a çağırma ile sınırlandırılmamış, bununla beraber Müslümanların da Müslümanca yaşamaları adına yapılacak çağrıyı da içine almıştır. Burada davetin ulaştırılması olarak karşımıza çıkan tebliğ kavramının, insanın en yakınındakinden başlayarak elinin uzanabildiği herkesi kapsadığı anlamı da ortaya çıkmaktadır.
Davet ve tebliğ görevinin başöğretmenleri olan peygamberlerin hayatlarını bu işe adadıkları görülmektedir. Bu uğurda sosyal konumlarının zedelenmelerine, ekonomik olarak zor duruma düşmelerine, eziyet, işkence, hicret, zindan ve ölümler ile karşılaşmalarına rağmen bu görevlerinden taviz vermemişlerdir. Nebevi bir yol olan davet görevinin kolay ve zahmetsiz olmadığı, aksine cennet karşılığında dünyevi olandan vazgeçmeyi gerektirdiğini bizlere göstermişlerdir. Nihayetinde sünnetullah gereği her şeyin bir pahası, bir değeri vardır. Dünyevi olarak en basit bir isteğin bile bedavaya alınamayacağı ve belli bir zahmet gerektirdiği açık iken, uhrevi olarak isteklerimizin bedava ve zahmetsiz olarak düşünülmesi ne kadar doğrudur? Allah’ın rızasının ve cennetinin karşılığıdır işte tüm bunlar.
Bu noktada İslami davetin önemi kadar davetçi yetiştirmenin de önemi karşımıza çıkmaktadır. Davet eyleminin nasıl yapılması gerektiği, davetçinin kimliği ve bu yoldaki azığı ile ilgili son yüzyılda önemli Müslümanfikir adamları çok sayıda değerli kitaplar yazmışlardır. Davet eylemini, bu yolda karşılaşılabilecek durumları ve davetçinin bunlara karşı nebevi tavrının nasıl olması gerektiği üzerine yazılan bu kitaplar bizlere İslami bir bakış açısı da sunmaktadır. Günümüz eğitim sistemi ve modernizm adı altında sunulan sanal ve reel çevreler ile kirlenen zihinler neticesinde Müslüman gençliğin hayata karşı Müslümanca bakmasına ve İslami düşünmesine fırsat bırakmamaktadır. Nihayetinde hayata karşı bakış tarzımız dünyamızı, dünyamız da ahiretimizi şekillendirmektedir.
Burada üzerinde duracağımız konu çocuklarımızı davetçi kimliği ile nasıl yetiştirebileceğimiz üzerinde olacaktır. Zihin ve duygu dünyaları zehirli modern atıklar ile kirlenmemiş çocuklarımızın İslam’ın birer davetçileri olmaları adına neler yapabiliriz? Açıkçası bunun üzerine düşündüğümde öncelikle aklıma nebi mi yoksa salih mi olduğu ihtilaflı olan Hz. Lokman (a.s)’ın oğluna öğütleri geldi. Hangi zamanda yapıldığını bilmediğimiz bir babanın oğluna nasihatlerini bu denli değerli kılan, Allah’ın bu nasihatlere aziz ve hikmetli kitabında yer vermiş olmasıdır. Aksi halde hiç kimse bir baba ve oğlu arasında geçen bu konuşmayı bilemeyecekti. Kıyamete kadar bu konuşmanın en net hali ile O’nun tarafından Kitab-ı Mubin’de saklı tutulması kuşkusuz öğütlerin ağırlığındandır.
Hâkim olan Allah: “Andolsun, biz Lokman’a ‘Allah'a şükret” diye hikmet verdik’ (Lokman -12) buyurmaktadır. Burada hikmetin şükre bağlanması önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.” (Nahl-125) şeklinde geçen başka bir ayet ile davetin yöntemi açıkça belirtilmiştir. Burada davetçi için en önemli vasfın hikmet olduğu ve bunun da şükür ile elde edilebileceği belirtilmiştir. O halde öncelikli işimizin şükreden çocuklar yetiştirmek olduğu görülmektedir. Bunun için de ailemizde israftan kaçınma, kanaatkâr olma ve dünyayı öncelik olarak görmeyen bir bakış açısını hâkim kılmak durumundayız.
Öğütlerinin ilki olarak oğluna: “Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman-13) şeklinde İslam’ın ilk şartı olarak tevhidi öğütlemiştir. Şirkten arınmamış bir zihnin davet misyonunu yerine getirmesi düşünülemez. İnsanın bu dünyada mutlak bir şekilde birilerine kulluk edeceği, Allah’a kul olmayanın mutlaka başka bir şeyin kulu olacağı açıktır. Çocuklarımızda yaptıkları her davranışın öncesinde “Rabbim benim bu davranışım hakkında ne düşünür?” sorusunu oturtmamız ve her halimizin Allah’ın isteği üzerine şekillenmesi gerektiğini göstermemiz lazımdır.
Öğütlerine anne ve babaya iyi davranma ile devam eden Hz. Lokman (a.s)’ın bu iyilik halini de Allah’ın rızasına bağladığı ve O’nun emirlerine karşı bir iyilik halinden söz edilemeyeceğini belirttiği görülmektedir. Açıkçası hayatın içindeki her bir eylem Allah’ın rızası ile şekillenmelidir ve bu sebeple çocuklarda oturtulması gereken ilk ahlak da bu olmalıdır. Burada itaat bilincinin de yerleşeceği görülmektedir ve Allah’a itaat sınırlarını aşmayan anne ve baba itaatini de ele alabiliriz. Bu şekilde bireysellikten uzak, kendini, ailesini ve bir bütün olarak toplumu düşünerek hareket edecek çocuklar yetişebilecektir. İtaat kavramı eksik olan bir davetçinin davetinin de eksik olacağı muhakkaktır. Bunlar çocuklara öğüt ve kendi yaşamımızdan örnek davranışlar ile pekiştirilebilir.
Öğütlerine: “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (Lokman -16) şeklinde devam eden Hz. Lokman (a.s)’ın çocuğuna muazzam bir otokontrol mekanizmasını tavsiye ettiği görülmektedir. Bu bilinçte yetişecek olan bir çocuğun polise ya da birilerinin övgüsüne ihtiyaç duymadan amellerini yerine getireceği açıktır. Ki, Hz. Lokman (a.s)’ın kullanmış olduğu tabir de çocukların anlayabileceği gayet etkileyici bir tabirdir. Burada çocuklarda sorumluluk duygusunun da gelişeceği ve yapmış olduğu her davranışın mutlaka önüne bir gün çıkacağı sonucu yerleşecektir. Bu sebeple yapılacak olan her eylem O’nun rızasına göre ve O’nun emir ve yasaklarının süzgecinden geçilerek yapılmalıdır. İşte bu, ihlâslı kulların yetişmesi anlamına gelmektedir. Davetçinin imandan sonraki en önemli vasfının ihlâs olması gerekmektedir. Aksi halde yapılan amelin hiçbir kıymeti olmadığı gibi hidayeti elinde bulunduranın yardımı da düşünülemez.
Hz. Lokman (a.s)’ın: "Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir." (Lokman-17) şeklinde öğütlerine devam etmesi ile davetçinin azığını ve yolunu belirtmiştir. Namaz bu yolda Allah ile kurulan irtibat ve davetçinin en büyük azığıdır. Çocuklarımızın İslami kimliklerinin sağlamlaşması adına namazı sevdirmemiz ve hadiste de belirtildiği şekilde 7 yaşında onlara düzenli olarak kıldırmaya başlamamız gerekmektedir. İslami bir toplumun oluşabilmesi adına iyiliğin emredilip kötülükten men edilmesi ve her Müslümanın bunu gücünün nispetince yapması gerekmektedir. Ki, davetçi olma vasfı ve gerekliliği de buradan doğmaktadır. Çocuklarımızı da bu ahlak ile yetiştirmemiz ve siyer derslerimizi bu pencereden işlememiz faydalı sonuçlar doğuracaktır. Diğer bir başlık olarak musibetlere karşı sabır, dava yolunun temel taşlarından biri olarak belirmektedir. Bizim, çocukluktan itibaren başına gelen bela ve musibetlerde çocuklarımıza sabır yolunu tavsiye etmemiz, isyan davranışlarına hikmetle ve tutarlı olarak karşı durmamız gerekir. Unutmayalım ki, çocuklarımızda yerleşecek olan ahlak büyüdüklerinde davranışlarına sirayet edecektir.
Son olarak: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!” (Lokman-18,19) şeklinde öğütlerini bitiren Hz. Lokman (a.s)’ın davetçinin manevi kimliğini bizlere göstermektedir. Burada kibirden arınma ve mütevazı olma hali davetçinin taşıması gereken vasıflardandır. Çocuklarımızın isteklerinde ölçülü olmalarını sağlamak, başkalarıyla kıyaslamamak ve üstünlüğün kaynağını onlara takva olarak açıklamak yerinde olacaktır.
Her daim hatırlamamız gereken önemli bir başlık olarak çocuklarımızda edinmesini istediğimiz her davranışın öncelikle bizde bulunması gerekmektedir. Sözlerden ziyade eylemlerden etkilenir çocuklar. Bu sebeple öncelikli olarak kendimizin iyi bir davetçi olmasını sağlamak ve çocuklarımıza kendi hayatımızdan görecekleri pratik örneklikler sunmak durumundayız. Aksi halde istenilen verim alınamayacaktır. Rabbim, şükür nimeti ile hikmeti elde edenlerden, kendisini ve ehlini şirkten arındıranlardan ve davet görevini en güzel şekilde yerine getirenlerden eylesin bizleri.
Söz&Kalem Dergisi / Mehmet Hüseyin Titiz