“İnsan zamanla değişir.” Çoğul bir tecrübenin ürünü olan bu tarih eskitmez söz bileşimi, aslında insanı değiştiren şeyin zaman olduğuna vurgu yapmaz. Aksine zamanı, değişimin fark edilebilir, incelebilir ve nihayetinde idrak edilebilir duruma getiren şey olduğunu ifade eder. Pedagoji ilminde bebek veya çocukların maddi olarak, yani miktar bakımından büyüyüp artmasına gelişim denir. Herhangi bir durum ile ilgili gelişimini tamamlayan bu bebek veya çocukların kendi gelişimini gözle görülebilir kılması yani onu somut olarak ortaya koyması da olgunlaşma olarak ifade edilir. Bu değişme sürecinin değerlendirilmesi de yeteri kadar zamanın geçmesinden sonra genel olarak olgunlaşma merhalesinde yapılır. Önceki tecrübelerin ışığı, zamanın yeterliliği ve değişimin sonuçlarının gözle görülebilir olmasından kaynaklı olarak da genellikle yapılan değerlendirmeler sağlıklı ve doğru olur. Tarih veya ilişkili olarak tarihi vakıalar da öyledir. Önceki tecrübeler, yeteri kadar zamanın geçmiş olması ve değişimin sonuçlarının gözle görülebilirliği geçmiş meseleler ilgili yapılan değerlendirmeleri sağlıklı ve doğru kılar.
Daha sonra çocuk büyür, tarihi yaşamaya başlar. Sıkıntılarla tanışır, komşu beyliklerin saldırılarıyla karşılaşır. Depresyonlar yaşar, her tarafını isyanlar sarar, âşık olur, yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Öyle ki hayat treni daha çok hızlanır, sosyal medya ile tanışır, nerde sabah orda akşamlara gözlerini açar. Kendisini fark ettiğini sanır, politik takılır, hatalı kararlar verir, hatta yaptığı seçimlerde harcadığı paraya yanar. Ama bir türlü olgunlaşma evresine geçemez, yaşadıklarının hızı planladıklarının hızının önüne geçer hatta onu katlar. Değişimin veya gelişimin ona neler kattığını veya ondan neler aldığını hesaplayamaz. Hatta değiştiğinin veya geliştiğinin farkına bile varmaz. Nihayetinde gerileme dönemi gelir çatar, arkasına bakma fırsatı kalmışsa son anda bir şeylerin hatalı gidip gitmediğine bakmak için kafasını çevirip yaşadıklarına anlam vermeye çalışır. Eğer o fırsatı dahi kalmamışsa, kendi değişim ve gelişim süreçlerinin değerlendirmesini, kendi olgunlaşmasına şahitlik edebilecek birilerine bırakarak çok ta bir şey olmamış, hiç yaşamamış gibi hayata veda eder.
Halbuki olması gereken bu değildir. Çocukken bazı planları vardır insanın, kendi olmak, bir hedefe doğru koşmak, başarmak, mutlu olmak gibi. İnsan hayatı en az devletin bekası kadar önemlidir oysa. Kendi değerlendirmesini yapabilmeli, tarihin seyri içerisinde bu kadar hızlı hareket ederken ayağının bastığı taşlara az da olsa dikkat kesilebilmelidir. Akl-ı selim davranmalı, nereden gelip nereye gittiğini sorgulamalı, kendisiyleyken veya bir topluluk ile beraberken bir yerlerinde bir artmanın olup olmadığını gözlemleyebilmelidir. Şiirlerin mısralarında bahaneler aramak olmamalıdır üzerinde titrediği şeyler. Suçu zamanın hızlı olmasında, yolun bulanıklığında veya algıdan ötürü mağdurluğunda aramamalıdır. Şunu da unutmamalı ki değişim değişmediği gibi hakikaten de ayni nehirden iki defa yıkanılmıyordur.
Değişimi yönetebilmek önemli bir şey. Bütün engellere rağmen çocukken kurduğumuz hayallerin peşinden koşmak kadar önemli. Ama kolay değil. Bunu yapabilmek için neredeyse istatistikte kullanılan normal dağılım grafiğindeki uç kısımları oluşturan yüzde beşlik kısımda bulunmak, yani normalin ucunda bulunmak ve insanların çoğuna uymamak gerekir. Bunların da yeterli olmayacağını, kendisini yeteri kadar değerlendirme imkânı bulamamış mobil telefon devi Nokia’nın CEO’sunun bütün medya karşısında ağlaması gösterir. Çünkü biraz büyüdükten sonra işler değişir, değişim tek yönlü olarak maddi bir artışı ifade etmiyordur artık. Artık gelişime varma adına, denklem karmaşıklaşmıştır. Değişim; artış, faydalı artış, aşırı artış, radikal artış ve bütün bunların azalışı olarak ortaya çıkabilmektedir karşımıza. Aynı zamanda değişimin gelişime dönüşmesi sadece bir alana yönelik de değildir artık. İlmi, iktisadi, siyasi, askeri, hatta dini alanları etki alanına alıp yönlendirebilmektedir. Kişi her seferinde kendisini yeni bir suya batırılışmış bulabilmekte, olan bitene anlam verebilmede eksiklik belki de yoksunluk hissedebilmektedir.
Değişimi gelişim kılmak için değişimin sonuçlarını beklemek ve onları gözlemlemeye çalışmak, özellikle değerlendirmeyi olgunlaşma evresinde yani her şeyin olup bittiği bir evrede yapmaya çalışmak çoğu insanın yaptığı gibi uzatmalarda kafayı arkaya küçük çevirmeye belki yetebilir, belki de o da olmaz. Hele ki dün akşam ne yemek yediğimizi unuttuğumuz şu “fastfood” günlerinde. Durum böyle olunca öncekilerin tecrübelerinden faydalanmak çok daha faydalı ve “fastfood” günlerine uyabilecek nitelikte hızlı olabilir. Hem güzel ahlaklı olabilmeyi ahlaksızlardan öğrenebileceğimiz hakikati zamana yani değişime yıllardır meydan okuyor. Öyleyse öncekilerin durumlarından öğreneceklerimiz ile değişime yön vermek, onun aktifi olmak, nihayetinde onu gelişim kılmak mümkün olabilir. Evvela değişim gelip çattığında acil ihtiyaç olarak bizlere en çok neyin lazım olduğunu bilebilir ve onu elde etmeye çalışmak ile işe başlayabiliriz.
Geçmişlerden kalma bir misal ama yaşanmışlık vardır mesela, olgunlaştığı için değerlendirilebilecek. Bir gün İmam Azam meclisinde otururken bir haberci gelip ona yük dolu gemilerinin battığını haber verir. Al sana değişim, kâr zarar vs. İmam, kısık bir sesle Allah’a hamd eder. Daha sonra aynı haberci yine gelir. Bu sefer batan gemilerinin kendisine ait olmadığını, gelen haberin yanlış olduğunu ifade eder. Al sana ikinci bir değişim. Yine kâr zarar vs. İmam yine kısık bir ses ile Allah’a hamd eder. Durumu fark eden meclistekiler, İmam’a hemen gözlerinin önünde yaşanan hadiselerin ne anlama geldiğini sorarlar. İmam, ilk haberi aldığımda kalbime dönüp baktım, bir değişiklik hissetmedim, bunun için Allah’a hamd ettim. İkinci haber geldiğinde de aynı şeyi yaptım, baktım yine değişiklik yok, bunun için de Allah’a hamd ettim, der. Demek ki kalp dolayısıyla ruh, enerji veren şey değişim anında acil olarak lazım olabilecek bir şey.
Geçmişlerden bir misal daha. Şeyh Said kıyamından yenilgi ile çıkar. Buna rağmen idama yürürken, kendisinden pişmanlık beklentisi içinde olanlara tarihi şu sözleri söyler: “Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir”. Al sana kâr ve zararı yönetmek, değişimin aktifi olmak. Demek ki değişim için hedef, amaç, gaye, yani kalp, yani ruh önemli bir şeydir. Bir misal daha. Aliya İzzetbegoviç, Bosna kıyamından Şeyh Said’in aksine zaferle çıkar. Dünya güçleri onunla aynı masaya oturup anlaşmak durumunda kalırlar. Masaya otururken, yanında bulunan Aliya’nın arkadaşı Ömer, Aliya konuşmasına başlamadan ona “Aliya Bismillah de” diyerek, değişimde ya da değişmezlikte sabitenin, dayanağın, kaynağın, yani kalbin, yani ruhun etkisini gösterir. Al bir daha kâr ve zararı yönetmek, bir daha değişimin aktifi olmak.
Değişimde ruhunu korumak kendin kalmaktır. Çocukken ki hayaller, saflık, başarı, hedef ve sevgi olarak kalmaktır. Değişimin ruhunu yakalamak ise, dur durak bilmeden dere tepe savrulmaktır. Ne hedef ne kaynak ne kalp ne de ruha sahip olmaktır. Olabildiğince sürüklenmektir. Aksine, değişimde ruhunu korumak değişmeyenin hakikat olduğunu ortaya koymaktır. Hedef olmak, kaynak olmak ve kalp olmaktır. Zamanla değişen değil, onu değiştiriveren olmaktır. Bir mizana sahip olup bir yerlerde bir artmanın olup olmadığını sürekli tartabilmektir. Değişimi asıl olduğu mecraya, yöne aktarmaktır; yani gelişimi kılmak, sağlamaktır. Değişirken ruhunu korumak pasif veya edilgen olmak değil, değişimin aktifi olmaktır.
Söz&Kalem - Ali Mürteza TİTİZ