Söz&Kalem-Yusuf Sincar
Ensesinden tuttular çocuğu, henüz ağlamamıştı. Kablolara bağlıydı, görmekten önce gösterilmek istedi, bunu öğrendi anne karnında. Kulağına ezan değil, bildirimler okunmuş gibi.
Kalabalıklaşmak geldi içinden ve doğrulanmak. Kalabalıklaştıkça yalnızlaştı ve yalnızlaştıkça kalabalıklaşmak istedi. Deniz suyuna bulanmış “çokluk” hırsı, doyurmaz, diyemedi mi kimse ona?
Bilinmek istedi çocuk, yalvardı görünmek için, kimse bakmadı. Biri hariç: Algoritma. Her şeyini gördü, kaydetti. Zaafını aldı eline, tarttı, biçti, ölçtü. Sonra çocuğu dosyaladı: Etinden sütünden ne çıkar, zihninden ne devşirilir? Hepsini bildi. Çocuk kendini tanıyamadan, algoritma onu çoktan tüketti.
Varlığını doğrulamak için, düşünebiliyor olması yeterliydi. Düşünüyordu, vardı. Ne garip ki yine de dış bir onay, bir şahit, bir garanti dilendi. Var olmak için gözlere rüşvet vermek, bakışları okşamak zorunda değilsin, diyemedi mi kimse ona?
Haddizatında var olmak için konuşur ve yazardı. Yürür ve koşardı. Göstermek için bir garibin başını okşardı. Başardı. Görünürlüğü arttı, varlığı azaldı. Aza razı olamadın, öze varamadın, bir gölgeye aşık oldun, diyemedi mi kimse ona?
Gerçekliği yitik insansız hikayeler. Herkeste bir uğraş, bir misal. Nerede insan, gerçekten insan? Herkes kendi dijital heykelini yontuyor, kendi kaderini gagalıyor ekrandan, beğeniler süzülüyor mideye doğru. Bu nasıl bir visal?
Varlığı, verilerin içine sıkışmış insan. Kendini bir dosya gibi güncelliyor, arşivliyor, paylaşıyor. Her takipte bir daha doğuyor, her görüntülemede varlığını kopyalıyor. Sen bir “sayı” ve bir “veri” değilsin evladım, diyemedi mi kimse ona?
Dijital çağ, mahremiyetin celladı. Can pazarına düşmüş garip, bir el atın. Omuz verin, arı-duru fıtratla tanışsın. Kör kılıcını, güllerle bilesin. Her La’dan sonra bir ‘’illa’ dilesin. “BİR” kelâm ile “çokluk” putunu devirsin.
Estetik artık “güzellik” demek değil. Güzel bakanın dahi güzel göremeyeceği kadar çirkinleştiniz. Kopya kağıdı yüzler, bedenler ve zihinler. Formlar için yerle bir edilen normlar… Sözün yerini göz aldı alalı sözün özü kalmadı. Nice nesiller geldi geçti, bir ibret gibi kalanlar kaldı kaskatı.
Bil ki temiz kalmak, kirli çağda isyandır. Ama gafilsen kafanın dikine gidersin. Güneşi inkar edip, gölge dilersin. Ecel gölge gibi, belki az ilerisi. Zaman bitiyor, sen ise tükeniyorsun; tarihin de eceli tecelli edecek, izliyorsun.
Trend yön veriyor yaşama, fıtrat değil. Teşhire ödül var artık, iffete değil. Nereye bu gidiş? O gün ne mal fayda verir ne evlat. Akıl nimeti çalınmış yüzüne bir bak, nerede insan, gerçekten insan? Şurada evladım, diyemedi mi kimse ona?
Tutsaklığın hesabını zincirden sorma, zincir incinir. Bir beden, bir zihin; kana ve cana karşı dijital zincirler, dijital köleler ve dijital mezalim. Ne anlatıyor hali mealin? Kusurlu bir varlık, estetik bir hiçlik.
Yuvarlanır dünya, bir yere kadar. İçinde sen, boşlukta sen, yuvalan nereye kadar. Konfor alanı, düşlerinde düş güder gibi, gözlerini kamaştıran dış ve düş güzelliği. Orada ne bir suret ne bir ruh yok; faydasız işlerden yüz çevir, diyemedi mi kimse ona?
Hem arı hem duru kalsın, bir abı hayat uğrasın dile. Budur vakar ve vasat, hem ekin hem hasat. Nedir yaşamdan maksat? Bir emanet ve bir avuç toprak. Kara saç ak defterle geldi, ak saç kara defterle gidecek, dedi şair; budur her kul için sevimsiz gelecek.
Sırtlansa şimdi tüm dikkatleri, ne olur? Kendi felaketine doğru parlayacak nasılsa. Nedir insanın kendine yaptığı kötülük? Temizlenir göğsü, belki ikiye yarılsa.