Söz&Kalem Dergisi - Abdurrahman Cahit
Bu kitap temelde gerçeklere dayanıyor olsa da anlatılanlar ne yalnızca benim ne de belli bir şahsın hikâyesidir. Her Filistinlinin metinde geçen olaylarla şu ya da bu şekilde bir bağı vardır. (Yahya Sinwar)
Eser Hakkında: 2024 yılında Nisan ayının sonunda Vahdettin İnce‘nin çevirisiyle bizlere kazandırılan eser, Hamas’ın Gazze lideri Yahya Sinwar’ın tek eseri olma özelliğini taşıyor. Biyografik unsurları barındırmakla birlikte yazının başında alıntılanan söz, aslında bu eseri bizlere tarif etmektedir. Acı, hüzün, takva, ümit ve direnişle geçen nesillerin öyküsüdür bu.
Yazar Hakkında: 1962 yılında Gazze’de doğdu. O zamanlar Gazze’yi Mısır yönetiyordu. Arapça çalışmaları bölümünde Lisans derecesinde öğrenim görmüştür. O bir akademisyen ya da romancı değildir. Bir direnişçidir. Cesur bir kişiliğe sahiptir. 27 yıl Siyonistlerin zindanlarında kalmıştır. Şu an Hamas’ın Gazze lideridir.
Bu eseri okumak için kendime bir sebep arıyorsam bu sebep, Sinwar’ın 7 Ekim’den sonraki süreçte dikkatlerin üzerinde olduğu 1 numaralı şahıs olması değildir. İslam’ın tarihine baktığımızda Müslümanların çeşitli imtihan dönemlerinden bir tanesine olan şahitliğimizdir. Bu bir imtihandır çünkü neticede her şey Allah’tan gelmektedir. Bu kendi elimizle yaptıklarımızın bir sonucudur. Nitekim yirmili ve otuzlu yaşlarda olanlarımız iyi bilir ki Filistin meselesi en azından Müslüman(!) yöneticiler nezdinde kaderine terkedilmiş ve ulusal çıkar kılıfında kenara atılmış bir mesele konumundadır.
Sinwar’ın bir akademisyen ya da profesyonel yazar olmadığını özellikle belirtmek isterim. Eser, onun bu davanın bazı açılardan tarihine tanıklığı için kaleme alınmıştır. Onun klasik anlamda yazar olmaması bir eksiklikten kaynaklanmamaktadır. Çoğu zaman gördüğümüz, vatan ve mukaddesat savaşçılarının büyük kısmı kahramanlıklarını kendi yaşamlarında gösterirler. Onlar şehit olmayı davalarına karşı büyük bir hizmet olarak görürler. Cihadın yolu olarak silahı seçerler. Kaleme olan karşıtlıklarından değildir bu durum. Hatıralar adı altında İslam tarihinde bazı kahramanların eserleri bize kalmış olsa da bu durum hepsi için geçerli değildir.
Hatırasını okuduğumuz Müslüman bir mücahidin belleğimizde yer etmesi normaldir. Bunun başka bir penceresi de yaşanılan bir hayatta insanların bilmediği, sessiz ve Allah için yaşamanın şehadetle taçlandırılmasıdır. Gizli bir hazinedir şehitler. Bıraktıkları miras haysiyet ve onurlarıdır. Mücadele ettikleri düşmanları, onların terörist olduğunu söyler. Toprağından zulümle göç ettirilen kim? Propaganda üzerine inşa edilen katliamı kim yapar? Bebeği ve kadını bombalayanı kim meşru eder? İnsan olarak baktığımda esas terörizmin Siyonizm olduğunu görürüm.
Ben Filistin meselesine öncelikle orada yaşayan insanların, özgürlük ve adalet içerisinde yaşayabilecekleri bir vatana sahip olmaları bakış açısından yaklaşmaktayım. Bu benim için Filistin davasında diğer etkenlerden daha önce gelmektedir. Bu açıdan onların yaşadıkları ve bir asra yakın zamandır devam eden zulmün bitmesini arzulamaktayım.
Sinwar eserini kaleme alırken dil bilgisinin tüm kitaba yayılan bütünlüğünü, bir teoriyi ya da edebi sanatı ifade etmeyi amaçlamamıştır. Yaşanılan bir esaretten kalemle özgürleşmeyi ve bunu hayatta kalabilmenin yolu olarak görmeyi amaç edinmiştir. O, hapis hayatı sonrasında Filistin’in direniş hareketi olan Hamas’ta önemli görevler üstlenmiştir. Son olarak da Gazze’nin yönetim sorumluluğu ona verilmiştir. Onun kişiliği, üzerinde çok fazla konuşulacak kadar kamuya açık değildir. Fakat 7 Ekim tarihinden itibaren Siyonistler, Gazze’ye ve Filistin’e yönelik azgınlaşan saldırılarında arama listesinin tepesindedir.
Filistin davası, bir milletin katliama, zorunlu göçe maruz kalmasının ardından ABD’nin ve dünyada güçlü olan devletlerin desteğini arkasına alan Siyonist rejimin Filistinlilere ait topraklara metre metre işgal mantığıyla yöneldiği bir tarihe sahiptir. Bu tarih, günümüze ulaştığında davanın içinden yanlış hamlelerin kabulünü, silahla mücadele etmenin bırakılması, Siyonistler ile diplomatik kanalların gevşek tutulması ve ABD hegemonyasına tabi olunması gibi birçok hatayı bizlere gösterir.
FKÖ bugün silahlı direnişi tasvip etmemekte ve Mahmud Abbas, müzakere yoluyla bir şeylerin elde edilebileceğini savunmaktadır. Ahmet Yasin’in kurduğu bir hareket olan Hamas ise silahlı direnişi özgür Filistin’e giden yolda elden bırakılmayacak bir araç olarak görmektedir. İki hareket yönetim olarak birbirinden ayrı hareket etmekte, bir taraf sert abluka altında İslami yönetimi savunmakta ve yönetim olarak bu anlayışı desteklemekte diğer taraf laik bir yönetim yoluyla Batı Şeria dediğimiz bölgeyi idare (!) etmektedir.
Mademki benim için Filistin davası ilk önce orda yaşayan dindaşlarımızın özgürlük içerisinde hak ettikleri bir devletlerinin olması meselesidir. O zaman önceki paragrafta bahsettiğim olumsuzluğun giderilmesi gerekmektedir. Bu görüşüm her ne kadar Siyonistlerle ılımlaşmış görüntüler verilse de bir tarafın diğer tarafı hain, satılmış olarak damgalanması durumunu savunmamaktadır. Bu anlayışım sağ-sol meselesi haricinde Filistinlilerin birliğinin tesis edilmesi hedefini barındırmaktadır. Aksi bir durumda şu anda yürütülen savaş durduğunda abluka kalkmayacaktır. Belki bombalar günlük olarak Filistinlerin üzerine atılmayacak fakat onlar bu zulme maruz kalmaya devam edeceklerdir.
Filistinlilerin haricinde bu davanın sahipleri bütün Müslümanlardır. Sinwar, kitabında konu olarak bahsettiği şeylerin şahsi olup olmamasını önemsemez. Bütün o yaşanılan şeylerin bir şekilde Filistinlilere mal edilebileceğini ve bu eserin kolektif olarak Filistinlilerin psiko-sosyolojini yansıttığını ifade eder. Bence bu eser, fiziksel olarak olmasa bile bütün Müslümanların duygularında yaşadıklarını da kapsamaktadır. Bir vücudun azaları emsali oradaki gözyaşlarını bütün Müslümanlar, yüreklerinde dökmektedirler.
Bugün Filistin davası Müslümanların ilgilenmesi gereken ya da ilgilendikleri bir mesele olmasının ötesine geçmiştir. Dünyanın dört bir tarafındaki duyarlı insanlar bu davada haklı ve mazlum olan tarafı görmektedirler. Ekonomik kapitalizmin, Yahudi lobilerinin devasa baskısı ve ABD başta olmak üzere Avrupa’nın siyasi elitlerinin vurdumduymazlığı ve Siyonizm tarafgirliğine rağmen özgür halklar meydanlardadır.
Bu yazıyı sonlandırırken bir tartışma alanı açmak istiyorum. Başlarda FKÖ danışmanlığını yapmış ve çoğumuzun onu Filistin davasının uğruna mücadele veren şahsiyet olarak gördüğümüz Edward Said’i anmak isterim. Ona göre Oslo Anlaşmasına giden süreç ve anlaşmanın kendisi Filistinlilere neticede olumsuz olarak yansımıştır. Bu minvalde FKÖ ile bağını da sonlandırmıştır. Edward Said, Filistinlilere “kurbanların kurbanları” olarak bakmaktaydı. O da bir Filistinliydi. Ve onun için bu dava tarihine ve gelişimine bakıldığında, bütün süreçlerine geniş perspektifle yöneldiğinde, “kaybedilmiş bir dava” niteliğindeydi. Mücadele eksiksiz sürdürülecek, onurlu bir direniş (silahlı değil) zorlanılarak devam ettirilecekti. Said en nihayetinde bu davanın kaybedilmiş bir davanın onurlu bir mücadelesi olduğunu ifade etmektedir.
Peki siz ne düşünüyorsunuz?