Hangimizin daha güzel ameller işleyeceğini görmek için ölümü ve hayatı yaratan Allah’ın takdiri ile dünya hayatında imtihan olunmaktayız. Bundan dolayı Allah, dünyadaki her şeyi insan için yarattığını buyurur (Bakara-29). Haliyle bu dünya insan için var edilmiş, insan için dizayn edilmiş ve insanın hizmetine sunulmuştur. Fani olan bu dünya ebedi olan Ahiret yurdu için azık toplanan bir meskendir. Ancak dünyanın fani oluşu onun kıymetsiz ve gereksiz olduğu anlamına gelmez zira Kur’an’a göre, âhiret için amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı meşrû bir nimet, hatta bir saadet nişanesidir. Nitekim birçok ayette Müslümanların, “Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver” diye dua etmeleri tavsiye edilmiştir (Bakara-201, Arâf-156, Yunu-64, Nahl-122) birçok ayette ise dünya ve ahiret mutluluğu birlikte zikredilerek bu durum Allah’ın bir lütfu olarak sayılmıştır.
Dünya hayatının mutluluğu ile ahiret hayatının mutluluğu birbirine zıt değildir. Ahiret mutluluğu için dünyadan vazgeçmek gibi bir zorunluluk yoktur zira dünyada da refah içinde yaşayarak ahiret mutluluğuna erişilebilir. Ancak dünyanın kendisinin hizmetine sokulduğu, dünya ve ahiret mutluluğuna erişebilen kişi Allah’a kul olmuş, Abdullah olabilmiş insandır. Onun dışında Abdullah olmak yerine nefislerin kulları olan insanlar her iki dünya saadetlerini yitirmiş olurlar; “Kâfirler için dünyada ve âhirette şiddetli bir azap vardır” (Âl-i İmrân-56, Mâide33). “İki cihanda yüzü ak olanlara karşılık yüzü kara olacaklar da vardır” (Âl-i İmrân-106-107). Dünya ve ahiret arasındaki ilişki bu yönde iken ikisi arasında bir tercih yapılması gerektiğinde Mümin ahiretini seçerek ebedi hayatını fani olan dünyaya değişmez.
Evet, dünya insanlığın ebedi hayat için sınandığı, sınava tabi tutulduğu geçici bir mekandır. Ancak dünya geçici olsa dahi insan tabiatı gereği her nerede ne kadar kalırsa kalsın mutluluğu, rahatı, güzel ve iyi olanı arar. İnsan böylesi bir yerde yaşam sürdürmenin hayali ile yaşar. Ahiret yurdunda da mutlu olacağı, güzellikleri ve iyi olan her şeyi bulabileceği için Cennet’e ulaşmak için çabalar. Dünya saadetine erişmek herkes için farklı yollar ve farklı şeylere sahip olmakla olabilir lakin dünya saadetinin özü ‘iyilik’ olarak isimlendirilen ve öznesi iyi olan her şeydir demek yanlış bir tespit olmasa gerek. İyi insan olabilmek ve en önemlisi ise iyi insanlarla yani salih ve sadık insanlarla beraber olabilmek bu saadetler içerisinde en kıymetli olanlarındandır.
Allah’ın elçisi olan, insanlar arasında seçilmiş en iyiler olan peygamberler bile “Beni salihlerin(iyi insanların) arasına kat” diye dua etmişlerdir. Zira iyi insanların arasında olmak, iyi arkadaş ve dostlara sahip olmak kalbin muhafazası için zaruridir. Çünkü kalp çevreden gelen telkinlere uyma temayülündedir. Kalp içinde bulunduğu çevrenin rengine ve ahengine kapılır, bu tesireler neticesinde kalpte menfi veya müspet haller kök salar. Bu hakikat göz önünde bulundurulduğunda kalpteki iman nurunu korumak ve manevi terakki için iyi insanlarla, Allah’ın salih kulları ile birlikte olmak, onların tesir dairesi içinde yaşamak bir zaruret olmaktadır.
Ahiret saadetinin temel taşı olan istikameti korumanın en güzel ve kolay yolu da iyi dostlara sahip olabilmektir. Yüce Allah: “Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun” (Tevbe-119) diye buyurur. Zira salih insanlarla olan kalbi beraberlik kişinin salih ve sadıklardan olmasına vesile olur. Sadi Şirazi der ki: “Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı, nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e geçti. Hazret-i Nuh ve Hazret-i Lût’un hanımları ise fâsıklarla gönül birliği içinde olduklarından, Cehennem’e dûçâr oldular.”
Kalbi me maneviyatı muhafaza etmek için salih insanlarla beraber olunması gerektiği gibi gafil ve fasık insanlardan da uzak durmak gerekir. Zira Allah, salihlerle beraber olma duasında bulunanlara uyarı mahiyetinde “…Zâlimler topluluğu ile oturma!” (Enam-68) diye öğüt vermektedir. Şeyh Ubeydullâh Ahrâr bu hususta şöyle nasîhat etmiştir: “Ağyâr ve bîgânelerle sohbet etmek, kalbe fütûr, rûha dağınıklık ve gönle perişanlık verir. Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî, bir gün içinde böyle bir perişanlık duydu. Bir türlü kendisini toplayamadı; meclisindekilere: “Hele bir bakın meclisimde yabancı biri var mı?” dedi. Araştırdılar kimseyi bulamadılar. Fakat Bâyezid-i Bistâmî ısrâr etti: “-Hele iyi araştırın. Asâların olduğu yere de bakın. Eğer öyle olmasaydı, içimde bu perişanlık olmazdı.” dedi. Tekrar araştırdılar ve bir gâfilin asâsını buldular. O asâyı dışarı attılar; Bayezid-i Bistâmî’nin gönül huzûru da yerine geldi.”
Kâmil bir Mümin olabilmek için, salih insanlarla ünsiyet hâlinde bulunmak, yani onları sevmek ve onlara yakın bulunmaya çalışmak elzemdir. Bununla birlikte gafil ve fasık insanlardan da uzak durmak gerekir. “Varma karanın yanına kara bulaşır’ atasözü de bu hikmete işaret eder.” Bu dünyada sevilmeye en layık beşer olan Allah resulünü sevmekle başlayıp O’nun yolundan ve izinden giden salih insanları severek, onlarla beraber olarak ahiret saadeti ile birlikte dünya saadetine erişebilir insan. Mevlana’nın dediği gibi: “Altın ne oluyor, can ne oluyor… İnci mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye fedâ edilmedikten sonra?” Hayatı anlamlandıran, insanı insan yapan sevgiyi, başta en sevgiliye sonra da O’na layık ümmet olma derdiyle cehd eden salih insanlarla beraber olup onlara feda edebilmeliyiz ki hem dünya hem de ahiret saadete erişebilelim.
Söz&Kalem - Selman Talayhan