Öğrenmekten, sorgulamaktan veya bir hikâye inşa etmekten çok; iş pazarı için eleman yetiştiren, köhne sistemlere kurban kurumlara dönüşen eğitim sergüzeştini konu edineceğiz bu yazımızda.
Bireyi her yönden geliştirmeyi, varlığı idrak ettirmeyi, içinde yaşadığı tenakuz dolu çağı tanımlamayı ve yeni bir medeniyet tahayyülü kurmayı repertuarından çıkaran ve aksi istikamette yalnızca kapital ideolojiye hizmet edecek profiller oluşturan çağdaş ve çok değişken eğitimden bahsedelim.
İçerisinde barındırdığı gizli kast sistemiyle beraber küresel pazara neşv ü nema kazandırmak için yeni esvaplara bürünmüş eğitim yuvaları, maddenin egemenliği altına girmiş ve maalesef 21.yy'da mana ummanlarına kapısını büyük çoğunlukla kapatmıştır.
Kabul etmeliyiz ki çağımızda bize eğitim zokası olarak yutturulan sistem eğitim değildir. Bu olsa olsa kitleyi tek tipleştiren, kültürü imha eden, propagandist tutumla yalnızca maddeye entegre eden, ekonomik kaygı üzerine inşa edilen kapital bir despotik formdur.
Her ne kadar kadim geleneğimizden gelen öğreti kırıntılarını sistemin arasına serpiştirmeyi deniyor olsak bile çoğu kez bu konuda netice alamıyoruz çünkü omurga yamuk olunca yürüyüş düzgün olmuyor ve yola revân kalınamıyor, nihayet istenilen şekilde olmuyor.
Mezun olan, süratle bu çarka diş olmak için canhıraş şekilde çaba gösteriyor, sınavların sâyesine giriyor ve okumak için "ol"uyor, fakat "ol"mak için okumuyor.
Kâh ekonomik özgürlüğü elde etmek için yaşayışının tam aksi öğretilerin ihtiva edildiği bölümü cebren tercih ediyor, kâh uzaktan yakından ilgisinin olmadığı fakat alım gücü yüksek diye -iki yıl sonra stresinden intihar edecegi- bölümü veriyor. Bu pesimizm, bu iş bilmezlik ülkemizin bulutlarına hınca hınç yüksek gerilimli elektrikler yüklüyor ve hayra alamet olmuyor; yağacak yağmur sel getirir mi bilmiyoruz ama küresel bir afet ya da ruhsal bir çöküş ile neticelenme ihtimalini kuvvetlendiriyor.
Kontrolsüz mukallit tavrımız ve ilerledikçe gerilememiz, eğitim sistemine yansıdıkça hiçbir şeye benzemeyen bir hâl ile dımdızlak kalıyoruz. Toparlamaya niyet ettikçe, elimizdeki nedir diye şok olmaktan geri kalmıyoruz. Nereden tutacağımızı şaşırıyor; Doğu'nun da ruhunu yakalayamıyoruz, Batı'nın da sistemini tam kavrayamıyoruz. Ortaya çıkan sentezi inanın hiçbirimiz anlayamıyoruz.
Bu durum bize Nasrettin hocanın bahse örnek olabilecek mana yüklü anlatısını hatırlatıyor; Hoca bir gün yolda bulduğu yaralı bir leyleği evine götürmüş. Hayatında hiç leylek görmediği için kuşun tipini evvela yadırgamış. Önce gagasını kesmiş.. E tabi beğenmemiş. Bacaklarını da kesmiş, yine olmamış. Kanatlarını da kestikten sonra, "Hah, şimdi kuşa benzedin." demiş ama nihayetinde yaralı leylek ölüvermiş.
Mevzumuza dönecek olursak, eğitim sistemimiz ister Avrupaî olsun, ister kadim geleneğimizin getirisi olsun fark etmez. Sentezlemeyi -izmlerden arı bir hâle getirmeyi- ve istikrar ile insan yetiştirme gayretini, medeniyetimize ruh verecek şifreleri bulamıyoruz.
Batı'dan metodu, Doğu'dan ruhu almak necahat getirir yargısı bizi başarıya ulaştıracakken, Batı'dan kültürü, Doğu'dan atıl olmayı alıyoruz ve iki geri bir ileri bir şekilde günü idame ettiriyoruz. Tabi çabalamıyor da değiliz.
Fakat ağır ağır çıktığımız için merdivenleri ve her sokağın çıkmaz sokak olduğunu anlamak için sonuna kadar yürümek zorunda kaldığımız için bir netice elde edemiyoruz. Düzeltilerimiz elbette oluyor fakat leyleği kalkıp muhabbet kuşuna benzetmeye çalıştığımız için, ruhu yok ediyor, işin özünden uzaklaşıyoruz.
Öte yandan, kurumların sekulerleştirilmesi ve kazanç endeksli insan yetiştirilmesi mevzusu var tabi. Net şekilde anlaşılıyor ki bazı devlet okulları, bazı özel okullar ve dershaneler geleneksel eğitimimizin üzerine vazife bildiği insan yetiştirmek, dini öğretmek, dilin inceliklerini nakletmek, düşünmeyi sağlamak, sorgulamayı öğretmek, bir medeniyetin tezahürlerini aksettirmek misyonunun aksi istikametinde yol alıyor.
Bu kurumlar bilmekten, irfanî bilgiyi nakletmekten, toplumu ıslah etmekten ve insan yetiştirmekten kendini azletmiş bir sistem oluşturmuş bulunuyor.
Sınav denen aşılması zor ve stresli tümseklerle eğitim kitlelerini yavaşlatan kapitalizm, bir süre sonra farklı biçimlerde paha biçtiği diplomalarla bazılarına -o çok teveccüh gösterdikleri- ömür törpüsü memuriyeti bahşediyor. Geride kalanlara da bu tek tipliği üst hedef haline getirerek ulaşılmaz ve mu'teber kılıyor. Kimisine de onca emeğine rağmen adım dâhi attırmıyor.
Ehliyet ve liyakatın çoktan seçmeli soruların insafına bırakıldığı bir sistemde, farkındayım değerler akla bile gelmeyecek. Yılda bir kere girilen ve yığınla iltimasın karıştığı sınavlarda; farkındayım, intizam insanî ve adil olmayacak.
Fakat hâlâ umut var!
Çünkü Müslüman umudunu kendiyle mezarına dek götürendir. Biliriz ki Allah sabredenlerin ve yeniden başlayanların yardımcısıdır. Kadim geleneğimizde tıpla, felsefeyle, astrolojiyle, matematikle, ilahiyatla kısaca aklî ve naklî ilimlerle hayatına anlam katan üstün insan, bugünlerde ilerlemek için ötekine çelme takıyor, yükselmek için ötekinin sırtına basıyor. Çünkü -sorsan onlara- sistem bunu dayatıyor.
Ülkemizde; siyaset ve yalan, ekonomi ve hırsızlık, devlet kademesine alımlar ve iltimas, din ve sömürü, eğitim ve kifayetsizlik, kültür ve mukallitlik etle tırnak gibi önümüze çıkıyor çoğu kez maalesef. Bundandır ki mütemadiyen sendeliyoruz, bundandır doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyoruz, bundandır yalanı, sahtekârlığı normalleştiriyor, dürüst görünce ufo görmüş köylü kılığına giriyoruz.
Bazen, bazı şeyleri düzeltmek için gerekli ilk adım, tanıyabilmektir. Tanıyabilmek, bila ahirinde değişim için altyapı oluşturur. Bu aşkettiğimiz fikir kırıntıları bir nebzede olsa içinde bulunduğumuz girdabı tanıtmak ve intibah oluşturmak gayretinden kaynaklıdır.
Kabul edelim ki günümüz eğitiminden geçerek, yıllara dağıtılan çoğu ziyan azı muteber emeklerle çok da bir yerlere gelme şansımız yok. İzm'lere kurban gitmiş küresel yer kürede asıl değişim, bireysel çabanın mahsulüyle olacaktır. Zirâ günümüzde mûtena şahsiyetlerin geldikleri noktaya, eğitim sistemiyle değil çoğu kez bireysel çaba ve irade ile geldiklerine şahit oluyoruz.
Bundan mülhem, buradan iri puntolu, büyük harflerle diyorum ki: Kulak verin dediklerime;
Durmayalım, sendelersek bile yürümeye devam edelim! Yürüyemiyorsak başkaları yürüsün diye çabalayalım, bunu haykıralım! Dert sahibi olalım, önce değişimi kendimizde başlatalım, sonra da değiştirmeye koyulalım!
Çünkü: Ben değişirsem dünyam değişir, biz değişirsek dünyamız değişir!
Söz&Kalem | Yusuf Yetiş