Yokluk ateşiyle karanlığın koynunda kavrulurken yürekler, lahuti bir sesle irkiliyor viran olmuş gönüller.
Asude bir nefesle üflüyor asrı saadetten gelen sesin sahibi bitap düşmüş ruhlara.
Paramparça oluyor hüzün rengi, bulutlar aniden yırtıveriyor zifiri karanlıkları ve bayram ediyor aşkın intizarıyla bitap düşmüş gönüller.
Tala-el Bedru’yu okuyor tüm kâinat, tüm zerreler!
Ve hoş geldin ey yar der aşk dergahında aşkın pirini bekleyen sufiler!
Bizler seni ne de çok bekledik ey yar!
Karanlığın en kuytu gecelerinde kaldık sensiz!
Bitmek bilmiyor zemheri kışlar!
Güneşi beklerken aşka vasıl olma yolunda nihayetsiz doluya, fırtınaya tutulduk efendim!
Ebu Cehillerin, İbn-i Selullerin hile ve desiseleri, mazlum ümmetin feryadı kor gibi yakar içimizi.
Bulutlar sanki bir olmuş, hüzün damlalarını akıtıyor yeryüzüne.
Küfrün, günahların, ihanetin ve cahilliğin pençesinde büyüdükçe büyüyor benlik putları, gömülüyor toprağa masum kız çocuklarının imanları, iffetleri, inançları…
Yoksa Sen yoksun diye mi, arşı alaya çıkar mazlumların feryatları?
Ama heyhat!
Diller suskun!
Gönüller suskun!
Bu feryadı duyan yok efendim!
Ne olur yetiş imdadına buğulu yüreklerin!
Sensizlik çölünde bir ümit arıyor köhnemiş zihinler, gaflet perdesiyle örtülmüş yüzler.
Fakat Seni okumayan diller, Seni anlamayan gönüller nasıl ümitlensin ey can!
Hane-i saadetten bir selam gönder ne olur!
Gönder ki neşv-u nema bulsun çorak gönüller, Kevser şarabını elinden içsin yine garipler, divaneler.
Ahu zarlarımız hep senin için ey sevgili!
Binler salat ve selam olsun sana ey sevgili!
Söz&Kalem - Diyanet Merve Külter