İlginçtir, şimdilerde 1+0 veya stüdyo tipi tek kişilik hücrelere ev denilmesine rağmen tarihin ilk dönemlerinden bu yana evler, birlikte bir yaşımın simgesi olarak gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak da tek başına yaşam için özel bir yer inşa etme çabası içine girilmemiştir. İlk olarak karı ile kocanın birlikte yaşam adına aldıkları karar, onlara özel bir yerin tahsis edilmesinin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu ihtiyacın karşılanması adına da kendileri için emniyet, mahremiyet ve samimiyet gibi fonksiyonları icra edecek bir mekan inşa edilmiştir. Böylece birlikte yaşamın sembolü olan evler oluşmuştur. Daha sonraları bu evlerde çocuklar doğmuş, evler genişlemiş ve nihayetinde bu evlerin bünyesinden yeni evler ortaya çıkmıştır. Lakin evler, bütün insanlar için aynı temel-basit düzeyde kalmamıştır. Evlerin içerisinde bulunan insanlar, yaşadıkları evlere kendi renklerini vermeye başlamışlardır. Çünkü her arının kendi kovanını oluşturması için üzerinde gezindiği çiçekler farklı olduğu gibi her insanın kendi evini inşa ederken kullandığı malzemeler de farklı olmuştur.
Bazı insanlar, evlerini yüksek dağların üzerindeki kibirden inşa etmeyi denediler. Böylelikle onlara kimselerin ulaşamayacağını sandılar. Hele ki düşük insanların bir derdi olarak görülen hastalık ve ölümlerden de kesinlikle beri olacaklardı. Hem aynı evde yaşadıkları kimseler ile birliktelikleri de diğer insanlarınkinden farklılık arz ediyordu. Onların birlikteliği bir nevi zorunluluktu ve uğruna katlandıkları ihtişam ve şatafat olmazsa bir anda dağılıp gidiverecektiler. Ev dışında takındıkları üstenci takıntılarını, ev içerisinde de birbirlerine uyguluyorlardı. Lakin evler yüksek, güvenlikli ve geniş olduğundan dolayı ev içerisindeki ilişkilerini en aza indirmeleri mümkündü. Adeta huzursuzluklarını sessizlik ile bastırmaya çalışıyorlardı. Kendilerini motive etmek içinse kendilerini sürekli dağın eteklerinde yaşayanlar ile kıyas ediyorlardı. Tam anlamıyla kendilerinde huzursuzluk ve kendini olabildiğince aldatma halleri mevcuttu. Fakat o çok korkulan ve ondan korunmak için yükseklere sığınılan ölüm her zaman için en çok korkulan şeydi. Küçücük bir virüs geldiğinde beraberinde panik ve çaresizlik getirecekti besbelli.
Buna karşın bazı kimseler, evlerini yüksek dağların tepesindeki tevazudan inşa etmeyi denediler. Bu insanların temel özelliği edindikleri tecrübe gereği yaşadıkları hayatın sonsuz olmadığının farkında olmalarıydı. Bu farkındalık onlara, bu dünyaya ait olan her şeyin gelip geçici olduğu gerçeğini kavratıyordu. Ev ahalisi olarak birlikteliklerini bereketli bir hale büründürebiliyorlardı. Birbirlerine olan sevgileri, saygıları ile düzenli olarak ilerliyordu. Ayrıca birbirlerine olan merhametlerinden ötürü evde hakim olan hissiyat da huzurdu. Bu insanlar aynı zamanda dağın eteğinde ve diğer kısımlarında yaşayan insanlardan da haberdarlardı. Onlar ile ilişkilerinde şefkat ile hareket etmeye çalışıyorlardı. Onların evine gidip misafir oluyor ve onları da evlerine misafir olarak kabul ediyorlardı. Çocuklarını da onların çocuklarından ayırmıyorlardı. Etraflarındaki kibir sahiplerinin onları sürekli aşağı düşmekle korkutmalarına karşın ellerinden geldikçe diğer insanlara yardımcı oluyor, onları sevindirmeye çalışıyorlardı. Ölüm halen soğukluğunu hissettiriyordu, ama üstesinden gelinebilecek gibiydi. Küçücük bir virüs geldiğinde beraberinde tedbir ve sabrı da getirebilirdi ancak.
Bazıları da evlerini, dağların yükseklerinde ev kuranlara kör bir hayranlık üzere inşa etmeye çalıştılar. Bu insanlar ev içi ve ev dışı tüm münasebetlerini bu hayranlıklarına göre yorumlayıp ve şekillendirirler. Dillerinden sürekli olarak yükseklere kurulan evlerin ihtişamını anlatan cümleler dökerlerdi. Yüksekteki evleri ve içindekileri neredeyse aile bireyleri kadar tanıyorlardı. Onların gündemini sürekli takip eder ve üzerlerine tartışırlardı. Ev olarak birlikteliklerin pek bir anlamı kalmamıştı ve genellikle zorunlu haller dışında ev içerisinde birbirlerinden habersizdirler. Hal böyle olunca eve yayılan hissiyat koca bir boşluk oluyordu. Amaçsızca bir arada bulunan bazı insanları andırıyorlardı. Yapay bir rüzgarın peşinden gitmekten başka da yaptıkları bir şey yoktu. Uzaktan bakıldığında bu evlerin, örümceğin ağı ile örülmüş evlerden çok bir farkı görünmüyordu. Ölüm ise halen en çok korkulan şeydi ve ondan bihaber yaşıyormuş gibi yapmak bu evlerin en büyük hobisiydi. Küçücük bir virüs geldiğinde beraberinde panik ve çaresizlik getirecekti besbelli.
Buna karşın bazı insanlar da dağın yükseklerinde olmamalarına karşın evlerini kanaat üzere inşa etmeye çabalıyorlardı. Bu evler bulundukları konumun farkındaydılar. Bununla birlikte bütün seviyelerin gelip geçici olduğunun da bilincindeydiler. Bundan ötürü evleri, evin içerisindekiler için huzur ve sekine yerleri gibiydi. Hem birlikte hareket etmeleri evlerine bereket getiriyor, geçirdikleri zamanın anlamlı hale gelmesini sağlıyordu. Elbette yüksek evlerden de haberdardılar. Lakin gündemlerini onlarla işgal etmiyorlardı. Etraflarında sürekli olarak yükseklerin dedikodu yapılmasına karşın kendilerini bu boş vermişliğin cazibesinden kurtarabiliyorlardı. Önemli olan şeyin yaşadıkları zamanın ve mekanın hakkını vermek olduğunu biliyorlardı. Böylece birlikteliklerini anlamlı hale getirebiliyorlardı. Hal böyle olunca amaçsız da kalmıyorlardı. Sürekli olarak yapmaları gereken bir şeyler vardı. Birbirlerini sormak, korumak, kollamak gibi… Birbirlerini eğitmek, iyileştirmek ve ilerletmek gibi… Hem böylece korkulan ölüme de hazırlıklı olunuyordu. Küçücük bir virüs geldiğinde beraberinde tedbir ve sabrı da getirebilirdi ancak.
Söz&Kalem - Ali Mürteza Titiz